Uluslararası İnsancıl Hukuk

Bu yazımızda uluslararası insancıl hukuk, savaş hukuku ve insan hakları hukuku bağlamında incelenmiştir.10 min


41

Günümüzde uluslararası insancıl hukuk olarak anılan bu hukuk dalının konusu genel olarak bir silahlı çatışma sırasında esirgenecek yani askeri hedef yapılamayacak olan, askeri saldırılar sırasında zarar görmemesi için gözetilecek olan kişiler örneğin siviller, yerler ile eşyalara ilişkindir. Savaşlarda yaralanan veya hastalanan askerlerin, askeri doktorların, sağlık ve din personellerinin, savaş tutsaklarının, sığınmacıların vs. korunmasını hedefler, çatışma yöntemlerini ve araçlarını kısıtlar. Bu hukuk dalı devletler ve örgütler arasındaki ilişkileri düzenleyen uluslararası hukukun bir parçasıdır. Bu hukuk dalı ayrıca devletlerin düzenli orduları eliyle kullanabilecek savaş araç ve yöntemlerine ilişkin kuralları da içerir. Özetle, siviller ile savaşanların birbirinden ayrılmasını hedefler.

Savaş Hukuku

Avrupa’da meydana gelen bir savaş (Fransız orduları ile Prusya ordusu arasında 1859 yılında meydana gelen Solferino Savaşı) ve ardından gelen olaylar: Bu savaş sonrasında savaş meydanında terk edildiklerine tanık olunan yaralı ve hasta askerlerin yakın yıllara dek savaş meydanında ölmeleri için tanık oldukları yere bırakılması yönündeki yerleşik bir uygulamanın bulunması 1863 yılında İsviçre’de kurulan Kızılhaç Derneği’nin kurulmasıyla birlikte terk edilecektir. Bu dernek zamanla Uluslararası Kızılhaç Komitesi’ne (ICRC) dönüşecektir. Bu komite 1864 Cenevre Sözleşmesi ile kurulan insancıl yardım kuruluşudur. Cenevre Sözleşmesi devletlerin düzenli ordularının savaş meydanındaki durumlarının iyileştirilmesini konu eder. Savaşın doğurduğu en önemli sorunlardan biri de çevre ve insan sağlığına zarar verme niteliğinin olmasıdır. Savaş, doğal kaynakları ve ekosistemi tahrip edici sonuçlar doğurur. Örneğin 1990’larda Irak’ın Kuveyt’i işgali sonucu Kuveyt’teki petrol rafinerileri zarar görmüş ve petrolün Basra Körfezi’ne dökülmesi hem deniz hem de çöl topraklarının kirlenmesine yol açmış, böylece deniz canlıları ölmüştür. Ayrıca hava kirliliğinede sebep olmuştur. Çatışmalar sona erse bile bununla beraber geride yıkık dökük kentler kaldığın için bunu eski hale getirmek uzun zaman ve masraf gerektirecektir.

1899 ve 1097 Lahey Antlaşmalarında düzenlenen kurallar dar anlamda ‘’savaş hukuku’’nu oluşturur. Bu antlaşmada düzenlenen savaş esirlerine ilişkin kurallar, deniz mayınları, patlayıcı, dağılan kurşunlar, boğucu gazlar vs. Avrupa’da uygulanmamıştır. Bu nedenle 1.Dünya Savaşı’nın hemen ardından ele alınan ilk düzenleme Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) bünyesinde hazırlanıp Cenevre’de imzaya açılan boğucu gazların savaş meydanında kullanılmasını yasaklayan 1925 Cenevre Protokolü olmuştur.

Uluslararası İnsancıl Hukuk kısaca uluslararası hukukun, uluslararası bir ‘’savaş’’ (topyekûn silahlı çatışma) sırasında ya da bir ‘’iç savaş’’ (uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma) sırasında çatışmaya katılmayan kişileri esirgemeye yönelik kurallardır. İlk halde 1949 Cenevre Sözleşmeleri uygulanırken ikinci halde bu sözleşmenin ortak 3. maddesi ve eğer çatışan devlet bu Protokol’e taraf ise Ek 2. Protokol uygulanır. Bunun anlamı ortak 3.madde yapılageliş hukuku niteliği kazanmıştır, Ek 2.Protokol ise antlaşma hukuku niteliğindedir ve ancak tarafı olan devletleri bağlar.

Uluslararası İnsancıl Hukukun Öznesi

Devletler, uluslararası örgütler ve gerçek kişilerdir. Gerçek kişilerin bu hukuk dalına girişi korsanlık günümüzdeki adı deniz haydutluğu ile olmuştur.

1949 Cenevre Sözleşmeleri, 1899 ve 1907 tarihli Lahey Antlaşmalarının (savaş hukukunun) yerini almıştır. Silahlı çatışma sırasında uyulacak kuralları düzenler. Bu sözleşmeler toplam 4 ayrı metinden oluşur. Bunlara verilen genel ad ‘uluslararası insancıl hukuk’tur. Uluslararası Kızılhaç Komitesi bünyesinde hazırlanarak Cenevre’de imzaya açılmıştır. 1949 Cenevre Sözleşmelerine günümüzde dünyanın tüm egemen devletleri taraftır. Yalnızca egemen devletler Cenevre Sözleşmesine taraf olabilir. Ancak her türlü çatışmaya savaşan taraf olarak katılanlar, devlet olsun ya da olmasın uluslararası insancıl hukuk kurallarına uymak zorundadır. Her bir taraf devlet, bu sözleşmeyi ağır şekilde ihlal eden yurttaşlarına kendi ulusal mahkemelerinde yargılamayı ve cezalandırmayı yahut da böyle bir yargılamayı yapabilecek olan üçüncü bir devlete teslim etmeyi yükümlenmiştir. Silahlı çatışmada ve uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda kadın, çocuk ve yaşlıların bu çatışmaların hedefi olamayacağına ilişkin yazılı kurallara 1949 Cenevre Sözleşmelerinde yer verilmiştir. Kadın ve çocuğun günümüzde yalnızca medeni hukukun öznesi olmaktan çıkıp uluslararası hukukta da yer aldığını böylece görmüş oluruz.

Uluslararası İnsancıl Hukukun Kaynakları

Asıl kaynakları: Antlaşmalar, yapılageliş (örf-adet) kuralları örneğin: ‘’yakalayan cezalandırır’’ temel ilkesi, hukukun genel ilkeleri örneğin 1907 Lahey Antlaşmasında düzenlenen gereksiz acı vermemek ve 1949 Cenevre Sözleşmesinde düzenlenen insanlığa aykırı muamele yapmama.

Yardımcı kaynaklar: Mahkeme kararları, doktrin.

Günümüzde uygulanan uluslararası insancıl hukukun evrensel boyutta yazılı biçime getirilmesi 1864’te Cenevre’de toplanan Diplomatik Konferans’ta kabul edilen Savaş Alanında Yaralıların Durumunun İyileştirilmesi Sözleşmesi ile olmuştur. Savaş sırasında devletler ya savaşan devlet ya da tarafsız devlet adını alırlar. Savaşan devletler arasında genellikle diplomatik ilişkiler kesilir. Günümüzde bazen bu ilişki sürebilir. Diplomatik ilişkiler kesildiğinde ilgili devletlerin hukuktan doğan hakları ve yasal çıkarlarının korunması işlevi ‘’koruyucu güç’’ olarak adlandırılan tarafsız üçüncü devlet eliyle yerine getirilir. Sağlık personeli, donanımı ve yapılarını savaşanlardan ayırt edebilmemize yarayan işaretlere amblem denir. Başlıca amblemler: Kızılhaç, Kızılay, Kızılaslan ve Güneş, Kızıl Kristal amblemleri önemlidir. Ek 3. Protokolde Kızıl Kristal amblemi kabul edilmiştir.

Savaş hukuku ile uluslararası insancıl hukuk arasındaki temel farklara gelecek olursak, Lahey Sözleşmeleri 1.ve 2. Dünya Savaşlarında uygulamada başarılı olamamıştır. Bu sözleşmeler yalnızca savaşan tarafları bağlardı. Cenevre Sözleşmelerinde ise imzacı devletler her durumda bu 4 sözleşmeye de saygı göstermek zorunda ve barış zamanında ilan edilmiş tüm savaşlarda ya da iki veya daha çok tarafın sözleşmeci taraf olduğu bir silahlı çatışma durumunda, bu devletlerden biri silahlı çatışmayı kabul etmese bile uygulanacaktır. Lahey metinlerinde ise anlaşmazlıkların barışçı çözümünü öngören zorunlu yöntemler yoktur. Savaşa başvurulmasını yasaklayan bir hüküm de yoktur. Yani Cenevre Sözleşmelerinde 1. Dünya Savaşında Lahey düzenlemelerinin başına gelen uygulamama sorunundan kurtulunmaya çalışılmıştır.

Cenevre Sözleşmelerinin kaynağı ise Lieber Yasasıdır. Bu yasa Amerikan iç savaşında Federal Orduların -Kuzey eyaletlerinin- askerleri Güneyli olan Konfedere ordulara karşı savaşırken uymaları amacıyla hazırlanmıştır. Asıl kökeni 1874’te Brüksel’de toplanan Konferans’ta kabul edilen Savaş Yasaları ve Gelenek Kurallarına İlişkin Uluslararası Bildirge’ ye dayanır. 1977 tarihli ek protokollerden self determinasyon hakkı çerçevesindeki silahlı çatışmalara uygulanmak amacıyla kaleme alınan birinci protokole 159 devlet taraftır. 1. Protokolün yapılageliş kuralı niteliği kazandığı tartışmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti yapılageliş niteliği kazanmadığı görüşündedir. Uluslararası nitelikte olmayan (iç savaş niteliğindeki) silahlı çatışmaları düzenlemek için yapılmış olan ikinci protokole ise 151 devlet taraftır.

Jus ad bellum, savaşa başvurma veya kuvvet kullanma hakkıdır. Jus in bello, savaş sırasında savaşan tarafların uymaları gereken kurallar ve tarafsız olanların hak ve yükümlülüklerine ilişkin kurallardır. uluslararası insancıl hukuk ikinci kavram ile ilgilidir. Jus ad bellum kuralları günümüzde Birleşmiş Milletler Şartı’nda düzenlenmiştir: Güç kullanmak hatta güç kullanma tehdidinde bulunmak hukuka aykırıdır.

Silahlı çatışmalarda kullanılması yasaklanan maddeler konusundaki düzenlemelere bakacak olursak 1907 Lahey Antlaşmalarında deniz mayınları kullanımı yasaklanmıştı. Ottowa Sözleşmesi ile kara mayınları kullanımı yasaklanmıştır. Zehirli ve boğucu gazların yasaklanması ise 1925 tarihli Cenevre Protokolünün Uluslararası Kızılhaç Komitesi tarafından hazırlanmasıyla olmuştur. Ne yazık ki bu yasağa 1.ve 2. Dünya Savaşlarında uyulmamıştır. Günümüzde de bu uluslararası terör örgütlerince ihlal edilir. Örneğin 2017 yılında Suriye’nin İdlib bölgesine saldıran İŞİD terör örgütü kimyasal madde üreten imalathaneleri hedef almış ve sivillerin ölmesine neden olmuştur. Bunun sonucu Fransa bu durumu BM Güvenlik Konseyi’ne taşımıştır. Rusya ve Çin bir yaptırımın uygulanmaması gerektiğini söyleyince ABD tek başına yaptırım uygulayarak Suriye askeri havalimanına 70 Tomahawk füzesi atmıştır. Nükleer silahların yasaklanmasına gelince Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması önemlidir. Bu anlaşma nükleer güce sahip devletlerin ABD, Birleşik Krallık, Kuzey Kore Fransa gibi bu ölümcül etkileri olan gücü üretip istedikleri devletlere satmalarını denetim altına almak amacını taşır. Türkiye de bu anlaşmaya 1969’da taraf olmuştur. Diğer önemli anlaşma ise 2017 yılında gündeme gelen Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşmasıdır.

BM Örgütü, amacı ülkeler arasında yaşanabilecek olan sorunları barışçı yollarla çözmek olan Milletler Cemiyeti’nin yerini almıştır. BM Şartı örgüt üyesi egemen devletlerin arasında çıkabilecek uyuşmazlıkların görüşmeler yoluyla barışçı biçimde çözülmesini kabul etmiş, egemen devletlerin öz savunma (self defence) hakkının olduğunu ve kollektif öz savunma (collective self defence) kararını düzenlemiştir.

Savaşın başlaması kural olarak çatışan taraflardan birinin ötekine kendisine karşı silahlı saldırı başlatacağını ilan etmesiyle başlar ve barış zamanı sona ererek savaş hukukuna geçilmiş olur. Savaşın sona ermesi ise silah bırakışması, çatışmaları sadece belirli cephede geçici olarak sona erdirirken barış antlaşması savaşı bütünüyle sona erdirir. Casus ve paralı askerler savaşçı statüsü dışında bırakılmıştır. Savaşçı ayırt edici işaretler taşımak, savaş hukuk ve yapılageliş kurallarına uygun davranmak, bir üstün emrinde olmak, silahlarını açıkta görünür biçimde elinde taşımak koşullarına uygun davranmak zorundadır.

Mülteciler, Sığınmacılar ve Göçmenler

Sığınmacılar bulundukları ülkedeki ulusal yasalar ve insan hakları hukukunun koruması altındadır. Eğer bu ülkede silahlı çatışma sürüyorsa uluslararası insancıl hukukun sivillerin korunmasına ilişkin hükümlerinden de yararlanırlar. Göçmenler (muhacirler) yaşadığı ülkeyi terk ederek üçüncü bir ülkeye giden kimselerdir. Göçebe kavramı ise sabit bir ikametgâhı olmayan insan gruplardır. Türk Hukukunda, Türk Vatandaşlık Kanunu ile İskân Kanunu’nda göçmenler Türk soyundan olanlar ve Türk kültürüne ait olanlar şeklinde iki kategoriye ayrılmıştır. Türkiye’ye gelecek göçmenler oldukları ülke konsolosluğundan göçmen vizesi alır. İskan Kanunu’na göre Türk kültürüne bağlı olmayanlar, anarşistler, casuslar, göçebe çingeneler, sınır dışı edilmişler göçmen olarak kabul edilmezler. Bu hükümlerle Avrupa Sözleşmesi’ndeki ‘’Devletler yasalarında cinsiyet, dil, din, renk, etnik ayrımcılık yapamazlar.’’ ilkesi çelişir. Göçmen kaçakçılığı TCK m.79’da, insan ticareti ise TCK m.80’de düzenlenmiştir. İnsan ticareti; esir ticareti (köle, zenci gibi), beyaz kadın ticareti şeklinde ortaya çıkabilir. İnsan kaçakçıları, kaçakçılık suçunu kaçacak olan kişi ve kişilerin rızalarıyla gerçekleştirirler. Kaçak durumuna düşmek isteyen bireyler için en yaygın nedenlerin arasında istihdam, ekonomik fırsatlar, kişisel-ailevi durumun iyileştirilmesinin yanı sıra eziyetten veya çatışma ortamlarından kaçma yer alır.

Ülkemiz Ceza Divanı’nı kuran Roma Statüsüne taraf değildir fakat hem Yeni Ceza Yasamızda (m.18/2) hem de Anayasamızda (m.21) bu Divan’ın yargı yetkisini tanıyacağımızı belirten hükümler vardır.

Uluslararası ceza hukuku’nun konusunu savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım, saldırı, işkence ve terörizm suçları oluşturur.

Uluslararası ceza hukukuna aykırı bir uygulama örneği 11 Eylül 2000 saldırılarıdır. Bu saldırılar terör, terörizm konusundaki o güne dek var olan anlayışı tümüyle değiştirmiştir.

Silahlı çatışma sırasında mutlaka uygulanması gereken ikinci hukuk dalı, uluslararası insancıl hukuktan sonra insan hakları hukukudur. İnsan hakları hukuku ile uluslararası insancıl hukuk arasında birçok fark vardır. Uluslararası insancıl hukuk silahlı çatışma durumunda uygulanırken insan hakları hukuku hem savaş hem de barış zamanında uygulanır. Bazı insan hakları antlaşmaları olağanüstü durumlarda düzenledikleri bazı insan haklarından yararlanılmasından vazgeçilebilmesine olanak tanırken uluslararası insancıl hukuk istisna içermemektedir. Uluslararası insancıl hukuk çatışmaya katılmayan kişileri korumayı hedeflerken insan hakları hukukunun hedefi herkestir.

Kara savaşında temel kural, askeri gereklilik ve gereksiz acı vermemektir. Deniz savaşında savaşan devletlerin üç tür gemisi vardır: savaş gemileri, silahlandırılmış ticaret gemileri ve hastane gemileri. Denizde silah kısıtlaması kurallarındaki en önemli düzenleme 11.12.1971 tarihli Deniz ve Okyanus Tabanına Nükleer Silahların ve Öteki Kitle İmha Silahlarının Yerleştirilmesinin Yasaklanmasına İlişkin Antlaşmadır. Bu antlaşma uyarınca taraf devletler kıyılarda esas hattan 12 deniz miline kadar uzaklıktan başlayarak deniz yatağına ve toprak altına nükleer silah ve kitle imha silahı koymamayı yükümlenmişlerdir. Sonrasında Lahey 9 sayılı Savaş Zamanında Deniz Kuvvetlerince Bombalama Sözleşmesi uyarınca savunulmayan yerlerin denizden bombalanması yasaklanmıştır. 1992 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ile bu konudaki düzenlemeler son halini almıştır. Hava savaşında ise ilk düzenlemelerden olan hava araçlarına ilişkin olarak Lahey Hava Savaşına ilişkin kurallardır. Sonrasında 1923 Lahey kuralları havada yakıcı hava silahlarının ve yanıltıcı işaretlerin kullanımını yasaklar. İnsansız hava araçları (drone) hakkında ise bir düzenleme bulunmamaktadır.

Günümüzde 3. Dünya Savaşının olması beklenmez. Bunun yerine asimetrik savaş -düşük yoğunlukta çatışma- denilen çatışma beklenir. Bu çatışma, yerel güçlerin kullanıldığı (Suriye ve Afganistan gibi) çatışmalardır. Yani savaş artık savaş alanında silahların kullanılması yoluyla değil ileri teknoloji, akçalı kaynaklar, insancıl yardım dernekleri ve farklı diplomatik yöntemlerin kullanımı ile olmaktadır. 20. yüzyılda ortaya çıkan silahlı çatışmaların bu zamana kadar ki savaşlardan farklı olduğunu görüyoruz. Bu çatışmalara uygulanan hukuk kuralları savaş hukuku değil, uluslararası insancıl hukuk olarak adlandırılır. Bu kurallardan sonra uluslararası insan hakları hukuku, UNESCO kuralları, uluslararası çevre hukuku kuralları, mültecileri ve sığınmacıları esirgemeyi hedefleyen uluslararası hukuk ilkeleri gündeme gelir.

Kaynakça

  • DR ÖZDEN SAV/ ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUK/ Turhan Kitabevi- Ankara/ 2020

Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

41

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.