10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü

"İnsan hakları; doğmakla kazanılır, beklemez. İnsana yakışır, insanca bir yaşam içindir." ~Mustafa Kemal Atatürk.8 min


51

Tüm insanlığın Magna Carta’sı olarak nitelendirilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmesiyle 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.

Hak ve İnsan Hakları Kavramları

Hak kavramı için yapılan tanımlar esas alınan teorilere (irade teorisi, menfaat teorisi…) göre farklılık gösterse de kısaca hak; bir şeyi yapıp yapamama yetkisi olarak tanımlanabilir. Bakıldığında insan; doğası içerisinde her şeyi yapma yetkisine sahiptir, ancak bu yetkiler hukuk düzenleri tarafından korunduğu takdirde hak olarak nitelendirilecektir. Kişi hukuk düzeninin kendisine tanıdığı bu yetkileri kullanma konusunda özgür olmalıdır aynı zamanda bu haklar ancak Anayasa ile sınırlandırılabilir. İnsan hakları kavramı ise salt insan olmaktan kaynaklı, evrensel nitelikte, devredilemez veya kullanılmasından vazgeçilemez haklar olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsan Hakları Kavramın Kısa Tarihi

İnsan hakları kavramı,  tarihin çeşitli dönemlerinde ulusal metinlerde kendine yer bulmuş ve ilerleyen zamanlarda uluslararası boyutlarda yankı uyandırmıştır. Hukuksal anlamda insan hakları kavramı, İngiltere Kralı’nın baskıcı yönetimine bir son vermek adına feodal beylerle kral arasında imzalanan 1215 tarihli Magna Carta Libertatum ile doğmuştur. Söz konusu belge; hukukun kralın arzu ve isteklerinden üstün olduğunu, kanun önünde eşitliği ve kralın birtakım yetkilerinden feragat etmesini şart koşar niteliktedir. Magna Carta’nın milletin hak ve hürriyetlerini hukukun koruması altına alarak keyfiliği dönemin şartları içeresinde engellemeye çalıştığı, 39. maddesinde şöyle ifade edilmektedir:

“Kendi zümresinden olanlar ya da ülkenin ilgili yasalarına uygun olarak verilen bir karar olmadıkça hiçbir özgür kişi tutuklanamaz, hapse atılamaz, mal ve mülkü elinden alınamaz, sürgüne yollanamaz ya da herhangi bir biçimde kötü muameleye maruz bırakılamaz.”

Bu madde ile dönemin mevcut siyasal ve dini durumu göz önüne alındığında temel hakların bir kısmının hukuki güvence altına alındığını söylemek yanlış olmayacaktır, aynı zamanda bu maddede bahsi geçen konular yüz yıllar sonra İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de yerini alacaktır.

Magna Carta’dan sonra insan hakları kavramının gelişmesine katkı sağlayan bir diğer belge 2 Temmuz 1776’da yayımlanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’dir. Bildirge, genel anlamda bağımsızlık ve özgürlük kavramlarıyla ilgili olsa da metinde geçen şu ifadeler daha sonra uluslararası hukukta yansıma bulacaktır:

“Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır. Bütün insanlara Yaradan tarafından devir ve ferağ edilemeyen bazı haklar bahşedilmiştir. Bu haklar meyanında hayat, hürriyet ve saadetin aranması vardır.”

Yukarıda vurgulanan eşitlik ilkesi, 21.yüz yılın dünyasında artık inkâr edilemez bir kavramdır.

Bu konuda hususi bir yeri olan diğer belge de 1789 Fransız İhtilali’nden sonra kabul edilmiş olan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’dir. Fransız İhtilali’nden sonra topluma yayılan özgürlük, eşitlik gibi kavramlar bu bildirinin temelini oluşturmaktadır. Bu bildiri esas olarak Fransız yurttaşlarının haklarını düzenlese de bazı maddeleri insan hakları kavramı açısından önem arz etmektedir. Örneğin 1.maddesi şöyle der:

“İnsanlar, özgür ve eşit haklarla doğar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak kamu yararına dayandırılabilir.”

Söz konusu bildiri her ne kadar Fransız yurttaşlarının hakları ile ilgili olsa da bildirinin ilk maddesi göz önünde bulundurulduğunda; insanların insan olmaktan kaynaklı özgür ve eşit haklara sahip oldukları kabul edilmiştir.

İnsan hakları kavramı ile ilgili önemli bazı ulusal belgelere değindikten sonra yakın geçmişte bu konu ile ilgili yapılan çalışmalara biraz daha yakından bakalım.

20. yüz yılda insanlık; emperyalizm, soykırım, ırkçılık gibi insan haklarını hiçe sayan birtakım uygulamalara maruz kalmış ve bunların yanı sıra iki büyük dünya savaşına da tanıklık etmiştir. 20.yüz yılın başlarında insan hakları adına ilk önemli gelişme Lahey Barış Konferanslarıdır. Bu konferansların önemine kısaca değinecek olursak insan hakları kavramının yalnızca egemen devletler tarafından düzenlenemeyeceği, bu hakların devletlerin ihlali ihtimaline karşı korunması gereken haklar olduğu ve bu korumanın ancak uluslararası düzenlemeler ile mümkün olacağı fikri dünya kamuoyunun gündemine girmiştir. Ancak bu konuda etkili bir hukuki adım atılamamış ve dünya kısa bir zaman içinde savaşa sürüklenmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu yıkım sonrasında uluslararası barışı korumak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti, bir başlangıç bölümü ve 26 maddeden oluşan Misakı’nda, her ne kadar kavram olarak insan hakları terimine yer vermese de bazı maddelerinde temel haklarla ilgili düzenlemeler yapmıştır. Örneğin madde 22/5’te başta Orta Afrika halkları olmak kaydıyla manda yönetimine tabi olan ülkelerde köle satımı yasaklanmış, buradaki halkın din ve inanç özgürlüğü garanti altına alınmıştır. Kısıtlı da olsa temel haklardan birkaçı ile ilgili düzenlemelere yer veren Milletler Cemiyeti Misakı’nda dünya barışını sağlamaya yönelik yapılan düzenlemeler temel olarak devletler arasındaki anlaşmazlıklar ile ilgili olarak kalmış, insan haklarını güvenceye almak uluslararası barışın sağlanması için bir çözüm yolu olarak düşünülmemiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına engel olamayan Milletler Cemiyeti’nin 18 Nisan 1946’da Cenevre’de toplanan konferans ile dağıtılmasına karar verilmiştir.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemde, insan hakları konusunda çeşitli milletlerden hukukçular birtakım girişimlerde bulunmuş, bildiriler hazırlayarak bu konuya katkı sağlamışlardır. Ayrıntılı bilgi için kaynakçaya bakabilirsiniz.

25 Nisan 1945’te San Francisco Konferansı’nda bir araya gelen 50 ülkenin temsilcileri 111 maddeden oluşan BM antlaşmasına son şeklini verdiler. Antlaşmanın giriş bölümünde yer alan ifadelere baktığımızda BM’nin amaçları arasında; gelecek kuşakları savaş felaketinin yıkımlarından korumak, temel insan hakları ve insan onurunu korumak, kadın erkek eşitliği ile büyük ve küçük uluslar arasındaki eşitliği sağlamak, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak gibi bu zamana kadar hem uluslararası arenada anlaşmazlıklara neden olan hem de ulusların iç hukuklarında farklı düzenlemelere tabi olan temel konular yer almıştır

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi

10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, bir giriş bölümü ile 30 maddeden oluşmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin oylamasına genel kurulda oy verme hakkı olan 58 ülkeden 56’sı katılmış ve bunlardan içinde Türkiye’nin de bulunduğu 48 tanesi olumlu oy verirken 8’i çekimser oy kullanmıştır. Çekimser oy kullanan ülkelerin dayandığı sebepler kısaca şöyledir:

  • Sovyetler Birliği, Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya, Çekoslovakya ve Yugoslavya; bildirinin kişinin devlete karşı ödevlerini tam anlamıyla yansıtmaması bakımından bildiriyi gerçekçi bulmadıkları için,
  • Güney Afrika Birliği, bildiride yer alması gereken hakların yalnızca temel haklar olmasını uygun bulduğu için,
  • Suudi Arabistan ise bildirinin Şeriat kuralları ile örtüşmediğini düşündüğünden çekimser oy kullanmışlardır.

Söz konusu beyanname, BM Genel Kurulu tarafından oylamaya sunulduğundan dolayı ülkeler için bağlayıcı değil tavsiye niteliğindedir. Dolayısıyla hukuki anlamda devletlere bir yükümlülük getirmemekle birlikte iç hukukta insan haklarının düzenlenmesi yolunda yol gösterici bir haritadır, diyebiliriz. Ancak hukuki bağlayıcılığı olmamasına rağmen 300’ten fazla dile çevrilen bu metnin uluslararası kamuoyunda büyük bir etki uyandırdığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Beyannamede, temel haklar ile sosyal ve ekonomik haklar bir sentez olarak karşımıza çıkmaktadır, bu anlamda temel haklar gibi sosyal ve ekonomik hakların da insan haklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu söylemek mümkündür. Beyannamede düzenlenen hakların içerikleri özetle şöyledir:

  • Söz konusu beyannamenin ilk iki maddesi birlikte değerlendirildiğinde kişinin dil, din, ırk, renk, ulusal veya sosyal köken, siyasal veya bir başka görüş veya herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bütün haklardan ve özgürlüklerden yararlanmada eşit olduğu vurgusu göze çarpmaktadır. Beyannamede ifade edilen tüm hakların tüm insanlar için aynı ölçüde ve kısıtlamasız olarak geçerli olması, beyannamenin evrensel olma niteliğini gösterir.
  • İnsanın en temel hakkı olan yaşama hakkı, beyannamenin üçüncü maddesinde düzenlenmiştir. “Yaşamak… herkesin hakkıdır.” ifadesi fikrimce en temel anlamda, ölüm cezası gibi uygulamaların artık bir çözüm yolu olarak benimsenmemesi gerektiğine işarettir.
  • Madde 4 her ne kadar kölelik ve köle ticaretini yasaklasa da maalesef günümüz dünyasında uygulamada bu maddenin yer yer ihlal edildiğini gözlemlemekteyiz.
  • 5.madde ise insan onuruyla bağdaşmayan cezalarla birlikte işkence yasağını da düzenlemiştir. Fikrimce işkence kavramından anlaşılması gereken yalnızca fiziki değil, psikolojik işkencenin de yapılamayacağıdır.
  • 6 ile 11 arasındaki maddeler genel olarak yargı konusu ile ilgili hükümlere yer vermektedir. Hukuk devleti olmanın temel prensiplerinden olan yasa önünde eşitlik ilkesi ile devletin keyfiliğini önlemek adına önemli bir ilke olan hukuki güvenlik ilkesi; söz konusu beyannamede düzenlenmekte, aynı zamanda yargının bağımsızlığı ilkesine de yer verilmektedir. Yine bahse konu maddelerde yasaların geriye yürümezliğini de yer verilmiştir.
  • 12.madde de ise özel hayatın gizliliği ilkesi düzenlenirken 13.madde seyahat özgürlüğü ilkesini düzenlemektedir.
  • Madde 14 ise iltica hakkını düzenlemekle beraber bu hakkın kullanımına birtakım sınırlamalar da getirmektedir.
  • Vatandaşlık hakkını düzenleyen 15.madde, vatandaşlıktan çıkarma konusunda devletlerin keyfi uygulamalarını önlemeye yönelik sınırlar çizmektedir.
  • 16.madde de aile kurma hakkı düzenlenirken devlete aile kurumunu koruma yükümlülüğü getirilmiştir. 17.madde ise mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır.
  • Günümüzde insanlar için çok değerli olan bir diğer hak kuşkusuz din ve vicdan ile ibadet özgürlüğüdür. Kişinin istediği dine inanması veyahut hiçbir dine inanmaması, inandığı dinin gereklerini yerine getirmesi beyannamenin 18.maddesinde düzenlenmiştir.
  • 19.madde ise insanı diğer canlılardan ayıran düşünme ve bunu ifade etme özelliğine ilişkindir. İnsanların bilgiye ulaşmalarının engellenmemesi, düşüncelerinden dolayı suçlanamaması ve bu düşünceleri yayma yollarının serbest bırakılması bu kapsamda değerlendirilmiştir.
  • Dernek kurma hakkı madde 20’de düzenlenirken siyasal haklar madde 21’de düzenlenmiştir.
  • Madde 22 kişinin gelişimine yönelik devletlere ulusal veya uluslararası iş birliği yolu ile ekonomik, sosyal ve kültürel hakların gerçekleştirilmesi yükümlülüğünü yükler.
  • 23.madde çalışma hakkına dair hususları düzenlerken 24.madde de çalışma saatlerinin makul sürelerde tutulmasını, kişinin eğlenme ve dinlenme hakkına sahip olduğunu ifade etmiştir.
  • 25.madde aslında devletin sosyal yükümlülüklerinden doğan hakları düzenlemektedir.
  • Madde 26’da eğitimin en azından ilk ve temel düzeyde parasız olmasını ve eğitimin çocuklara, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, insanlar arası barışı, dostluğu ve hoşgörüyü aşılamaya yönelik olmasına ilişkin düzenlemeler içerir. 27.madde kültürel yaşama katılma hakkını düzenlerken son 3 madde de insanlara bu hakları kullanırken uymaları gereken genel birtakım sınırlandırmalar getirmiştir.

İnsan haklarının ulusal düzeyde korunması bu konuda atılacak ilk adım olacaktır, kişi iç hukuk yollarını tükettikten uluslar üstü bir yol aramak isteyecektir. Ulusal anlamda insan haklarının korunması ise anayasa gibi temel metinlerin koruması ile mümkün olacaktır. Bu anlamda 1982 Anayasasının temel ve hak ve hürriyetler başlıklı ikinci kısmı açısından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile büyük ölçüde uyuştuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Aynı zamanda TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun kurulmasıyla başlayan kurumsallaşma insan haklarının korunması ve geliştirme açısından önem arz etmektedir. Bunu daha sonra il ve ilçe insan hakları kurulları, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları gibi örnekler izlemiştir.

Sonuç

İnsan hakları kavramı geçmişten bugüne birçok tartışmaya ve düzenlemeye konu olmuş ve muhtemelen gelecekte de olmaya devam edecektir. Ancak gerek ulusal gerekse uluslararası birçok hukuki düzenleme yapılmış olsa da pratikte bunların teoride olduğu kadar mükemmel olmaması akıllarda soru işaretleri bırakmaktadır. Fikrimce bu konuda önemli olan bir diğer nokta da insan hakları diye nitelendirdiğimiz hakların; kişilerin, toplumların, iktidarların sahip oldukları dünya görüşüne göre yorumlaması neticesinde bugün hala dünyanın çeşitli yerlerinde birtakım bahaneler arkasına sığınılarak ihlal edilmesidir. İnsana sahip olduğu tüm özelliklerinden soyutlayarak baktığımız takdirde aslında hiçbir farklılığın insan olma değerinden öteye geçemeyeceğini fark ederiz. Dolayısıyla insan haklarının hukuki güvenceye alınması, bir nebze de olsa devletlerin ve diğer insanların ihmalleri ve fiillerine karşı korunması adına önemlidir.

Kaynakça

  • Altıntaş, Şükrü. “Türkiye’de İnsan Haklarının Gelişimi Ve Kurumsal Yapılanması: İnsan Hakları Ve Eşitlik Kurumu Örneği.”(2019).
  • Aybay, Rona. (2006).  “Açıklamalı İnsan Hakları Evrensel Bildirisi.” Türkiye Barolar Birliği Yayınları (113/7).
  • Birinci, Görkem. “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Kısa Tarihi I: Milletler Cemiyeti’nden Birleşmiş Milletlere.” (2017).
  • Şahin, H. İbrahim. “Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin İnsan Hakları Açısından Tarihsel Önemi.” (2020).

 

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

51

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.