Bir İdam Hikâyesi: George Stinney

''İyi bir ceza hata halinde geri alınabilir olmalıdır.''7 min


48

”İdam cezası insanlığın en ilkel dönemlerinde, göze göz, dişe diş, kana kan anlayışının sözde çağdaş dünyaya uyarlanmış biçimidir.” Ülkemizde idam cezası fiilen 1984’ten beri uygulanmıyor iken 2004’ten beri de hukukumuzda yer almıyor. Ancak günümüzde hâlâ elli üç ülke idam cezasını uyguluyor. Bunlardan Amerika Birleşik Devletleri’nde 1944 yılında  ırkçılık temelli bir cinayet insanlığın karanlık sayfaları arasında yer alıyor.

21 Ekim 1929’da doğan ve ”20. yüzyılın en genç idam edilen Amerikalısı” unvanına sahip olan George Stinney bir Afro Amerikan’dı. Stinney’in yaşadığı Alcolu kasabası ABD’nin Güney Carolina eyaletinde bulunan ve bir demir yolu ile siyahilerin ve beyazların yaşam alanlarının ayrıldığı bir kasabaydı. George Stinney’in idam cezasına mahkum edilmesinin nedeni 7 yaşındaki Mary Amma Thames’i ve 11 yaşındaki Betty June Binnicker’ı öldürmekle suçlanmasıydı. Peki 14 yaşındaki George Stinney’in iki küçük kızın ölümüyle suçlanması için yeterli kanıt var mıydı?

İki küçük kız Alcolu kasabasının siyahilerin yaşadığı bölgesinde çiçek toplamak için bisikletleriyle dolaşıyordu ve  evlerinin önünde duran George Stinney ile onun küçük kız kardeşi Amie’yi gördüklerinde onlara çiçekleri nerede bulabileceklerini sormak için durdular. Daha sonra yollarına devam eden iki küçük kızdan bir süre haber alınamayınca içinde George Stinney’in babasının da bulunduğu bir arama ekibi harekete geçti. Çok geçmeden kızların cansız bedenleri bir hendekte bulundu. Aynı gün kızlara yapılan otopsi sonucunda kafalarına ”orta boy, yuvarlak başlı bir balyoz” ile vurulduğu tespit edildi. Bunun üzerine harekete geçen polis, kasaba halkını sorgulamaya başladı ve bir görgü tanığının Mary ve Betty’i George Stinney ile konuşurken gördüğünü söylemesi üzerine polis Stinneylerin evine gitti. George Stinney kızların kendilerine bir çiçek türünü sorduklarını ve daha sonra yollarına devam ettiklerini söylediğinde aslında kendi elleriyle ölüm emrini imzalamıştı. Bu ifade polisin bir siyahiyi suçlaması için yeterdi, öyle de oldu ve George Stinney ile abisi kelepçelenerek  Sumter ilçe hapishanesine götürüldü. Abisi yapılan sorgulama sonucu serbest bırakıldı ancak henüz 14 yaşında olmasına rağmen yanında avukatı ve ailesi olmadan George Stinney’in sorgulamasına iki saat boyunca devam edildi. Bu sorgulamadan sonra polisin yaptığı açıklamaya göre George kızlardan birine tecavüz etmek istemiş ancak başarılı olamayınca kızları öldürmüştü. Bugün George Stinney’in böyle bir ifade beyanının olmadığı bilinenler arasında.

Stinney’in duruşması Clarendon ilçe mahkemesinde görüldü, ona mahkeme tarafından atanan beyaz avukat Charles Plowden, Stinney’in masumluğunu kanıtlamak için herhangi bir çaba sarf etmedi ve onun o saatlerde olay yerinde olmadığını kantılayacak hiçbir görgü tanığını çağırmadı. İki saat sonunda tamamı beyazlardan oluşan on iki jüri, kendi aralarındaki on dakikalık bir konuşma sonucunda Stinney’in suçlu olduğuna oy birliğiyle karar verdiler. Böylece Stinney elektrikli sandalye ile idama mahkum edildi. George Stinney infazdan önce ailesini görmeden şehirden uzak bir hücrede seksen bir gün geçirdi. 16 Haziran 1944’te elektrikli sandalyeye aslında işlemediği bir suç yüzünden oturan George Stinney, vücuduna art arda iki kez 2 bin 400 volt elektrik verilerek sekiz dakika içerisinde öldürüldü.

Ancak aile, George Stinney’in suçlu olduğuna hiçbir zaman inanmadı. Aradan geçen yetmiş yıla rağmen adaletin yerini bulması için Katherine Stinney Robinson 79 yaşında yeni bir adil yargılama için Sumter’de mahkemeye ifade verdi. George Stinney’in diğer kız kardeşi Amie Ruffer ise şu ifadeleri kullandı: ”Polis suçlanacak birini arıyordu ve benim kardeşimi günah keçisi olarak kullandı.”

Yeniden yapılan değerlendirmeler sonucu 2014 yılının Aralık ayında çıkan sonuç ise Amie’nin dediklerini doğrular nitelikteydi. Stinney mevcut hukuk düzeni ile yargılandığında ”adil yargılanma hakkı” ve ”şüpheden sanık yararlanır” ilkeleri kapsamında, Yargıç Carmen T. Mullen’in verdiği kararla üzerine atılan suçtan beraat etti. Mullen, Stinney davası ile ilgili sanığın haklarının ihlal edildiğini ve sürecin kusurlu olduğunu belirtti. George Stinney’in bu acıklı hikayesi Green Mile, 83 Days adlı yapımlara  konu oldu.

Irkçılık geçmişten bugüne dünyanın her yerinde karşılaşabileceğimiz kanayan bir yara adeta. Özellikle ABD’de siyahilere karşı yapılan ırkçılığın temeli çok eskilere dayanmakta. 1865’te Lincol’un köleliği resmen kaldırmasının ardından birtakım yasa değişiklikleriyle siyahilerin durumunu düzeltmek adına birçok adım atıldı. 14. Anayasa değişikliği ile mahkemede siyahilerin tanıklık yapabilmesi gibi birtakım haklar tanındı. Ancak bu değişiklikler tam anlamıyla eşitlikçi ve özgürlükçü değildi. Çünkü siyahileri ve beyazları sosyal hayatta birbirinden ayıran, siyahilere ”ikinci sınıf insan” muamelesi yapan bu değişiklikler ayrı yerleşim yeri, ayrı okul gibi durumları şart koşmaktaydı. 1875’te yapılan ”Jim Crows Yasaları” olarak da adlandırılan Sivil Haklar Yasası ile siyahiler hukuken herkesin eşit olması hakkına da kavuşmuş olacaktı ancak yasa her ne kadar siyahilerin sosyal ve ekonomik hayata entegrasyonunu sağlamayı amaçlasa da sosyal hayattaki siyah-beyaz temasını bir yandan da azaltmaya çalışıyordu. Şöyle söyleyebiliriz ki düzenlemelerde mevcut olan eşitlik aslında gerçek hayatta uygulanan ile birbirinden farklıydı ve siyahiler beyazlara göre daha kalitesiz bir hayata ve hatta bazı durumlarda insanlık dışı muamelelere mahkum edilmişti. Bu yasaların değişmesi 1950’li ve 60’lı yılların ana temasını oluşturacaktı.

İşte George Stinney, ABD’de ırkçılığın tavan yaptığı dönemlerde, böyle bir hava içerisinde yargılanmıştı.

Bir devletin demokratik olarak nitelendirilmesi önemli bir ölçüde onun ceza ve ceza muhakemesi kanunlarını nasıl uyguladığına bağlıdır. Ceza muhakemesinin amaçlarından biri toplumun ve kişinin çıkarlarını koruyarak ve aynı zamanda insan haklarını ihlal etmeden gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bu anlamda deliller aracılığıyla, geçmişte yaşanan bir olayın ortaya konulmuş haline ”maddi gerçek” denmektedir. Genel olarak ”ispat”, failin o suçu işleyip işlemediğine muhakeme makamının karar vermesini sağlayacak bilgi ve bulgulardır.

Geçmişten günümüze devletlerin hukuk sistemleri, toplumun ihtiyaçlarına ve değişen dünya şartlarına göre birtakım değişikliklerle kendilerini güncellemişlerdir. Ancak bu güncellemelerde değişmeyen nokta adaleti sağlamak ve toplumun huzurunu korumaktır. Bunun için de ceza adaleti sistemi adaletin sağlanması konusunda çok önemlidir. Kişi devletin cezalandırma salahiyeti karşısında adil yargılanma hakkına sahiptir. Bu anlamda birbirinden farklı etik ve geleneksel değerlere sahip olan toplumlarda; politik, toplumsal ve hatta dinsel yapıları gereği, aynı zamanda da ceza muhakemesine yüklenen görev ve amaç kapsamında ispat sistemleri de birtakım değişiklikler gösterir. İtham, tahkik ve iş birliği olmak üzere üç farklı sistem vardır. 

Bunlardan itham; ABD, Kanada ve Avustralya’nın ceza yargılama sistemi olup sanığın suçlu olup olmadığına jürinin karar verdiği sistemdir. İddia ve müdafaa makamları delilleri toplamak ve ileri sürmekle yükümlüdür. ”Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi bu sistemde geçerliliğe sahiptir, dolayısıyla ortaya konulan delillerin, iddia makamı tarafından maddi gerçeği ”makul şüphenin ötesinde”  ortaya koyması gerekir. Aksi takdirde sanık suçsuz sayılır. Sunulan delillerin şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanması iki noktaya dayanır. Bunlardan ilki matematiksel kesinliktir ki bu şekilde ortaya konulan delillerin kesinliğinde şüpheye düşülmez. Ancak matematiksel olarak doğruluğu kesin olmayan dellilerde iş jüriye düşmektedir. Çünkü jüri sahip olduğu hayat tecrübesiyle akıl yürüterek bilgi ve bulguların doğruluğunu değerlendirecektir. Burada mutlak kesinlik yoktur.

Diğer sistem tahkik sistemidir ki bu sisteme göre tarafsız bir yargıcın önüne getirilen deliller ışığında ve bu delilleri aynı zamanda araştırarak sonuca ulaşmasını gerektirir.

Son olarak iş birliği sistemi Türk öğretisinde her ikisinin bazı özelliklerini alarak oluşan “karma sistem” olarak adlandırılır. Bu sisteme göre sanık masumiyet karinesi kapsamında kesin hükme kadar suçlu sayılmaz. Dolayısıyla sanık üzerindeki şüpheler aydınlatılmadığı sürece “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereği hakkında mahkumiyet kararı verilemez. Delillerin kesinlik taşımadığı durumlarda aklın ve bilimin ışığında değerlendirmeler yapılacaktır.

Bu bilgiler ışığında, eğer George Stinney adil bir biçimde yargılanmış olsaydı ondan yaklaşık 19,7 kg daha ağır olan cinayet silahını kullanabilecek kadar güçlü olmadığı da göz önünde bulundurularak muhtemelen böyle bir karar verilmeyecekti. Ancak ten renginin siyah olması onun suçlu olarak nitelendirilmesi için yeterli görülmüş ve hayatı elinden alınmıştı. Stinney’in idamının ardından 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kabul edilmiş ve madde 3 de herkesin yaşama hakkına sahip olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda madde 7, 9 ve 11 herkesin yasa önünde eşit olduğunu, kimsenin keyfi olarak tutuklanamayacağını ve kendilerini savunmaları için gerekli şartların sağlanmasını düzenler. 2 Eylül 1990’da yürürlüğe giren Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 37. maddesi de on sekiz yaşından küçük çocuklara işledikleri suçlar neticesinde idam cezası verilemeyeceğinden bahseder.Bu açıdan George Stinney davası uluslararası anlamda da bir insanlık suçudur.

Fikrimce idam cezası ilkel ve insanlık dışı bir eylemdir. Çünkü mahkemeler her zaman yanılgıya düşebilir. O zaman hayatı elinden alınan insan için hiçbir geri dönüş yolu yoktur. Aynı zamanda idam cezası devlet eliyle işlenen bir cinayettir ve amaç öç almaktır. Oysaki intikam almak bireyseldir ve devlet bunun üzerinde yer alır. Bir diğer neden ise idam cezasının ülkedeki siyasal gel-gitlere hizmet edebilecek nitelikte olmasıdır.  Bunun yanı sıra 1953 yılında Royal Commision On Capital Punishment tarafından dünyanın her yerinden toplanan istatistiklerin uzmanlarca dört yıl değerlendirilmesinin ardından varılan sonuç ”Ölüm cezasının kaldırılması, ilgili suç oranını arttırmakta, ölüm cezasının yeniden konulması da suç oranını azaltmamaktadır.”

Özetle bunu gibi istatistik bulguları ışığında idam cezasının bir çözüm yolu olmadığını, caydırıcı ve önleyici etkilerinin bulunmadığını; toplumlardaki suç oranının azaltılmasının en etkili ve kalıcı yolunun daha iyi eğitim, daha iyi iktisadi şartların sağlanması ve işsizliğin önlenmesi gibi toplumsal sornların çözümünden geçtiğini söyleyebiliriz. Yazımı Faruk Erem’in Bir Ceza Avukatının Anıları adlı kitabındaki şu sözleriyle bitirmek istiyorum ”…adalet yanıldığını anlayınca geri veremeyeceğini baştan almamalı.”

Kaynakça

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

48

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.