İstihkak ve Menfaat ile ilgili Trajikomik Mahkeme Kararının İncelemesi

İlk derece mahkemesi davanın temeli olan kavramı kaçırınca 3 senelik uğraşlarla usulden bozulan ve geri gönderilen istihkak kararı...27 min


85

Karara İlişkin Bkz.

Yargıtay 8. HD: 19009/15830; 21.11.2016 tarihli hükmünde davayı geçerli bir istihkak talebi bulunmamasından ötürü, hukuki menfaat yokluğu sebebiyle reddine hüküm kurulmadığından kabulüne karar verilmesinden dolayı bozmuştur: (https://www.kararara.com/forum/viewtopic.php?t=355162 )

I. KARAR ÖZETİ

Yargıtay 8. HD: 2016/19009 E.; 2016/15830 K.; 21.11.2016 tarihli hükmünde davayı geçerli bir istihkak talebi bulunmamasından ötürü, hukuki menfaat yokluğu sebebiyle reddine hüküm kurulmadığından kabulüne karar verilmesinden dolayı bozmuştur. Şöyle ki:

Davacı alacaklı avukatı, müvekkilinin borçlu ortaklıktan alacaklı bulunduğunun, Isparta İcra Müdürlüğü’nün 2014/340 E. dosyasının kesinleştiğini, akabinde borçlu ortaklığın haczinde bulunan Ali T’nin, malların malikinin Barış B. olduğunu söylemesi nedeniyle, istihkak iddiası olarak addettiğini, ancak Barış B. adına bilgiye rastlanmaması sebebiyle nedenle haksız ve kötü niyetle istihkak iddiası gerçekleştiğini söylemiştir. Davalı 3. şahıs Barış B. vekili, hacze konu olan malların maliki olmadığını hatta borçlu ortaklıkla bağının bulunmamasından ötürü de istihkak iddialarının husul bulmadığını söyleyip davanın reddini istemiştir. Davacı borçlu avukatı ise, menkullerin malikinin müvekkili olduğunu söyleyip istihkak talepleri bulunmadığından davanın reddini istemiştir.

Isparta İcra Hukuk Mahkemesi 2014/154 E; 2014/273 K.; 05/06/2014 tarihli hükmünde davayı kabul edip istihkak iddiasının reddiyle birlikte bütün giderlerin davalılara yükletilmesi hükmünü kurmuştur. İDM tarafından kabule dair verilen hüküm davalının temyizi üzerine yukarıda açıkladığımız üzere dava şartını sağlamadığından dolayı usulden bozulmuştur. Zira çalışmamızda açıklayacağımız nedenlerle istihkak kavramı bu dosya açısından farklı kararların müsebbibidir.

  1. MERCİLERİN ÇÖZÜM TARZI

Hacizdeki Ali T’nin haciz mallarının malikinin Barış B. olduğunu beyan etmesiyle İİK m.99. nedeniyle alacaklıya istihkak davası için süre verilip akabinde açılan davada; mahcuzların istihkak talebinde bulunan 3. Şahıs değil de 4. şahıs yedindeyken yapılan hacizdeki 4. Şahsın 3. Şahıs lehine istihkak iddiasında bulunmasını İİK m.99’a uygun bulup ardından taraf beyanları ile istihkak davasının kabulüne karar vermiştir.

Mevcut takvimde istinaf yargılaması henüz olmadığından temyize gelen dosyada Yargıtay esasa girmeden yaptığı usul incelemesinde her aşamada kendiliğinden gözetilen dava şartlarına bakarak somut olayda ise yapılan istihkak iddiasının geçersiz olması nedeniyle istihkak davasının ana unsuru olan istihkak iddiasının davada olmamasından dolayı hukuki menfaat olmadığını söylemiş ve davayı usulden bozmuştur.

III. UYUŞMAZLIK KONUSUNUN TESPİTİ

Değerlendirme konumuzdaki somut durumda temyiz sebebi olan uyuşmazlık konusu, istihkak iddiasının geçerli olup olmaması ve şayet geçersizse de istihkak davasının ana unsuru olan bu eksikliğin söz konusu dava açısından her aşamada gözetilmesi gereken şartlardan biri olan hukuki yarar yokluğu sebebiyle davanın usulden reddedilip reddedilmemesidir ki ilk derece mahkemesi istihkak talebini İİK hükümleri çerçevesinde geçerli kabul etmişken Yargıtay’ca bozulmuştur.

IV. KONUNUN İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRME

A. İSTİHKAK

İstihkak davası ifadesini değerlendirmeden evvel “istihkak” kelimesine baktığımızda aslında Arapça menşeili olduğunu görürüz. Türkçe çevirisi; “hak istemek”, “hak ediş”[1], “hak talebinde bulunma” “kaybolan hakkını isteme”[2], “hak sahibi olma”[3] gibi birçok manaya varmaktadır. Latincede “Rei vindicatio”[4]  şeklinde kullanılmaktayken eski dilde ise mecelleye baktığımızda mülk davası kavramını görürüz[5]. İstihkak ile istihkak davası dilbilgisi olarak benzer yapıyı ihtiva etse de istihkak davası, yalnız İİK’da bulunan bir ifade olmamıştır. Zira, istihkak davası, benzer biçimde, diğer kanunlarda da regüle edilmiştir[6].

  1. İstihkak Kavramı

Doktrine baktığımızda[7], “borçluya ait olduğu gerekçesiyle haczedilen bir mal üzerinde, 3. bir kişinin belli bir hak iddiasında bulunması halinde, bu kişinin söz konusu malını hacizden kurtarmak amacıyla açacağı davaya, istihkak davası denir.” şeklinde ifade edilmiştir. Ayrıca, istihkak davasının, yalnız haciz durumunda olabileceği düşünüldüğünde, “hacizde istihkak davası” gibi tanımlaması da bulunmaktadır. Bununla birlikte hem iddia evresi hem de dava evresini kapsayacak biçimde “istihkak prosedürü” de kullanıldığı görülmektedir. Nitekim, aşağıda bazen benzer biçimde ifade edilecektir.

Yalnız bu tanıma rağmen, yalnız tek çeşit tanımlama yapmak doğru olmaz. Zira, kanunda açıklanan biçimde mahcuzların kimin yedinde olduğu varyasyonlarına göre istihkak davası farklı biçimlerde olmakta, bunun sonucunda hem tatbik edilecek maddeler hem usulü işleyiş farklı olacak hem de taraf tayini ayrı oluşmaktadır. Borçlu yedinde mahcuz olan malda 3. şahsın bizzat yararına yahut borçlunun 3. şahıs yararına istihkakı isnat edilmesi durumunda 3. şahsın alacaklıya açtığı dava “istihkak davası” (İİK. m.96, m.97/6); yedindeki mahcuzda istihkak iddia edilen 3. şahsa karşı alacaklının, haczin kalkmasını engelleme saikiyle açtığıysa “istihkak iddiasının reddi davası” (İİK. md.99) şeklinde de nitelendirilmektedir[8].

Tüm bu açıklamalar ile kendi tanımımızı yapacak olursak; mahcuzlar üzerinde 3. şahsın, söz konusu haczi kaldırılması niyetiyle bir hak öne sürmesi, bu iddiaya alacaklı ya da borçluca inkâr olunması durumunda yahut 3. şahsın, adı geçen takip açısından hüküm kurulacak biçimde sonuca varması gayesiyle, icra mahkemelerinde açtığı dava, hacizde istihkak davası şeklinde adlandırılır.[9]

a.     İstihkak Davasının Konusu

Türk hukukunda istihkak davasının konuları, yani ne tür hakların hacizde istihkak davasıyla beyan edilebileceği, İİK. m.96-99’da yer alır. Bu maddelere göre 3. şahıslar, yalnız mülkiyet veya rehin hakkına binaen öne sürebilirler. Lafzen göz atıldığında, bu iki hak dışında başkaca haklarda olamayacağı anlaşılsa da gerek doktrinde gerekse uygulamada[10] hüküm farklı yorumlanmış, istihkaka dair konunun yalnızca lafzen yer alan bu iki hakla tahdidi bulunmadığı, diğer haklar ile de açılabileceği öne sürülmüş ve kabul edilmiştir[11].

Uygulamada en fazla mülkiyet hakkında olduğu açıktır. Yani, mahcuzların malikinin alacaklı ve borçlu dışında 3. bir şahıs olduğu öne sürülerek istihkak gerçekleşmektedir. İşbu mülkiyetin kapsamı hem müşterek hem de elbirliği biçiminde bulunabilir[12]. Çalışma konumuzu kapsayan mülkiyet açısından ise T.C. 1982 Anayasası m.35’te mülkiyet hakkını yalnız menkul veya gayrimenkullerle tahdidi değil; marka ve patent, alacak veya fikri mülkiyet gibi maddi olmayan hakları da içeren biçimde açıklamıştır[13]. Keza Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mülkiyet hakkını gelenekselden ayrılarak şahsına münhasır biçimde temellendirmiş olup maddi değer barındıran her türlü değer olarak yorumlamıştır[14].

b.     İstihkak Davasının Hukuki Niteliği

İstihkak davasının hukuki vasfı hem kıta Avrupası hukukunda hem de bizim sistemimizde tartışmalı bulunmakta, birçok teori öne sürülmektedir. İşbu teoriler istihkak davasının maddi hukuk veya takip hukukuyla ilgili olması çakışmasıdır. Maddi hukukla ilgili olanlar eda ve tespit davası görüşleridir.

Bir Eda davası olduğunu savunanlar, 3. şahsın maddi hukukla ilgili aynî hakkının olduğunun tespiti yetersizdir demekte ve eda davasında bu saptamanın yapılacağını iddia etmektedir. Türk doktrininde bu düşünce pek kabul görmemiştir.

Bir Tespit davası olduğunu savunanlar ki, bizim doktrinimizde de birtakım hukukçularca savunulmaktadır, mahcuzlar hakkında yapılan iddianın temelde amacının tespit olduğunu söyler. Bundan dolayı da istihkakın müspet formda tespit olduğunu savunurlar[15].

Usul Hukuku Teorisiyse, istihkakın takip hukuku kaynaklı olmasından ötürü maddi hukuk teorilerini reddeder. Çünkü, çıkacak hükmün amacı temelde takip hukuku problemidir. Yani bu dava ile, alacaklının mahcuzları paraya dönüştürerek amacına ulaşıp ulaşamayacağı hakkında hüküm kurulacaktır. Bundan ötürü de amacına bakarken göreceğimiz şey takip hukukunun baz alınmasıdır[16]. Bizim doktrinimizde çoğunlukla kabule muttali olan görüştür. Yargıtay[17] da anlaşılacağı üzere tespit olduğu konusunda içtihatlarda bulunmuştur.

  1. İstihkak İddiasında ve İstihkak Davasında Usul

Bir hakkın kazanılması ya da kaybedilmesi, birtakım olayların varlığı ile ilgilidir. Dava vasıtasıyla hak elde etmek isteyen kişi görevli ve yetkili mercilere zorundadır[18] ki hukukumuzda istihkak açısından bu merci mahkemedir. İstihkaka gidilebilmesi için pek tabii fiilen geçerli haczin olması zaruridir[19] ve bunun çeşidi önem arz etmez. Yani, bu; kesin haciz, ihtiyati haciz, tamamlama hazcı gibi her türü haciz şeklinde gerçekleşebilir[20].

a.  İstihkak Davasının Türleri

İİK m.96 da anlaşılan üzere vasıflandırmada mahcuzların kimin yedinde bulunduğu esas alınmaktadır. İlkin İİK. m.96’daki borçlu yedinde olmasıyla, İİK. m.99’daki 3. kişi yedinde haczolunması temel ayrımına gidilir bunu yanında hem borçlu hem de 3. kişinin beraber yedinde olması olasılığı vardır. Bizim çalışmamız açısından bu çalışmanın devamında md.99’da düzenlenen malın 3. kişi elinde iken haczedilmesi halinde istihkak davaları incelenecektir. Diğer türler çalışmada yer almayacaktır.

Bu türlerden hangisinin o hacizde geçerli olduğunun kararı bizatihi icra müdürünce alınır. Mahcuzların kimin elinde haczolunmuş sayılacağı çok önemlidir. Keza, eğer İİK m.96’ya uygun bir şekilde olursa, davayı açma yükü ve ispat yükü 3. kişide olmasının yanında karineler alacaklı lehine yürüyecek bunun sonucu takip yalnızca karar ile durabilecek hepsinden öte tazminat durumu oluşacaktır[21]. Bizim çalışmamıza esas olan olaydaki gibi İİK m.99’a uygun bir durum olduğunda, süre verilen taraf şikâyete gidebilir ve şikâyete başvurması durumunda, 7 günlük dava süresinin akıbeti açısından kanımca süre durması hakkaniyetli olur. Takibin durması sonucuna yol açacak durumlardan biri olamasa bu durumda şikâyetin durdurmaması hakkaniyete aykırıdır. Doktrinde iki yola da aynı anda gidilmesinin caiz olacağı savunulmaktadır[22]. Lakin, Yargıtay[23] farklı düşüncededir.

Bizi ilgilendiren tür olan mahcuzların 3. Şahsın Elinde olması durumu İİK 99’da yer almaktadır. Maddenin kenar başlığıysa 3. kişinin zilyetliği şeklinde geçmektedir. Yalnız, İİK. m.96’da ve m.99’da “elinde bulunma”, “birlikte elinde bulundurma” ifadesi geçmektedir. Doktrindeki kanaat odur ki; kanun koyucunun dikkatsizliği. Zira İsviçre Hukukunda bu iki ifade kesin şekilde farklıdır[24]. Kısaca metinde geçen elde bulundurma genel manada zilyetliğin tümü değil sadece maddi unsurunu kapsasa da bu ifadenin biz zilyetliği düzenlediği şeklinde yorumlamaktayız ki doktrinde de uygulama[25] da aksi kanaat yoktur[26].

b.  İstihkak İddiası Kavramı

Üstte de açıkladığımız şekilde, borçlu tüm malvarlığıyla mesuldür ve borcu şahsen kendi yedindeki mahcuzlar olabileceği gibi, 3. şahıslardaki mahcuzların da haczi kabildir[27]. Fakat bu durumda mülkiyet karinesinin temelinde yatan düşünce ile bakıldığında problemler oluşabilmektedir. 3. şahıs mahcuzların maliki olduğunu söylüyorsa istihkak iddiasında bulunması lazım gelir. Gerçekten de mahcuzlar 3. şahıs yedinde olduğundan dolayı mülkiyet karinesi lehine olmaktadır. Bunların dışında, 3. şahsın, öne sürdüğü hakkın, bu durumu haklı sağlayacak bir vasıfta bulunması gereklidir. Mesela kişisel haklar, bu iddiada barınamaz. Hatta bizim olayımızda önem teşkil edecek biçimde, iddiada bulunan 3. şahsın, iddiada bulunma hakkı da olmalıdır[28]. Ayrıca, bizim hukuk sistemimizde iddiasına delil sunma yükümlülüğü yoktur. Fakat, kanunumuzun esasını oluşturan İsviçre ve alman kanunlarında delil sunma zorunluluğu bulunur[29]. Bizde ise, işbu husus giderlerin belirlenmesinde bakılan bir durum olmuştur[30].

Bizim çalışmamızda yukarıda da açıkladığımız üzere inceleyeceğimiz tür olan malın yalnız 3. kişinin elinde haczedilmesi durumunda, izlenecek usuller diğerlerine göre çok sade şekildedir[31] çünkü, m.99’da açıklanan şekilde icra müdürünün süre vermek dışında olaylara dahiliyeti yoktur. Bunun yanında, -m.96’dan ayrılan yönüyle- mahkemece takibin taliki hükmüne gereksizdir; çünkü, m.99’da direkt olarak takip durur[32]. Mahkeme, icra müdürü gibi ne zaman tanıyabilir ne istihkak iddiasının kabulüne[33] ne de haczin kaldırılmasına[34] hükmeder. Bizim çalışmamızda kilit nokta olan durum gibi; mahcuzlar 4. bir şahsın yedindeyken haczi halinde adı geçen 4. Şahıs, mahcuzları 3. Şahıs hesabına yedi eminliği isterse mahcuzlar 3. şahıs yedinde kabul edilip m.99’a uygun olur. Ancak mahcuzları borçlu hesabına yedinde tuttuğunu beyan ederse İİK. m.97’ye gidilmelidir.[35].

c.  İstihkak Davasının Açılması

Yukarıda değindiğimiz üzere alacaklı 7 günlük süre içinde icra mahkemesinde istihkak davası açabilir. Bu durumda her ne kadar dava açma yükü alacaklıya düşmekteyse de bu durum 3. şahsın da istihkak açmasına mâni bulunmamaktadır[36]. Hatta Yargıtay’ca da bu durumda dava menfaat eksikliğiyle reddedilemez[37]. Keza bu yedi günde alacaklı değil de 3. şahsın dava açması durumunda, ‘konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına’ kararının hukuka uygun olduğunu söylemiştir[38] ki bu karar bizim çalışmamıza esas dosya açısından da çok önemlidir. Mesela; istihkak davası açmanın ön şartı, geçerli haczin olması olduğundan[39], böyle bu durumun eksikliği halinde istihkak davasının reddedilmemesi hukuka aykırı düşer. Yargıtay bu tip davalarda bazen “hukuki yarar yokluğu”[40] bazen “dava önkoşulu bulunmaması”[41] sebebiyle bozmuştur.

İstihkaka ilişkin dilekçeler bakımından, çalışmamızda geçerli kanun olan HMUK’ta m.179’e mütenasip şekilde olması lazımsa da, Yargıtay; dilekçesinin usule aykırı olamaması açısından itirazın ‘ilk itiraz’ niteliğini haiz bulunduğunu, “bu nedenle süresinde ileri sürülmemiş olması halinde, icra mahkemesince doğrudan doğruya gözetilemeyeceğini[42] ve “dava olgularını nitelemek ve uygulanacak yasa hükmünü arayıp bulmak, hukuki nitelemeyi gerçekleştirmenin hakimin görevi olduğunu[43] söyleyerek dilekçenin içinden, konunun “istihkak davası” olduğunun fark edilebileceği olguda da kabul edilmesini vurgulamıştır.

aa    Dava Açma Süresi

Kanunda yazdığı üzere çalışmamızdaki istihkak davasının, 7 günlük süresi olduğu açıktır ki bu süre hak düşürücü vasıftadır. Bu sebeple hâkim resen bakmalıdır[44]. Müdürlüğün artırma veya azaltma gibi bir yetkisi bulunmamaktadır. Yüksek mahkeme, “…mahcuzların değerinin saptaması amaçlı bilirkişiye dosyanın ibrazı sebepli, sürenin başlama tarihinin ertelenmesi…” nin bozmayı gerektirdiğine hüküm kurmuştur[45]. Buradan çıkarılacağı üzere, süre verilirken süre içinde dava açılmaması halinde istihkak iddiasının kabulünün şamil olduğunu da belirtmelidir. İşbu 2 koşulun yerine getirilmemesi durumunda süresi içinde açılmış sayılır[46]. Lakin, süre, öğrenmeden itibaren değil tefhim ya da tebliğ ile başlar. Sürenin haciz zaptına yazılması kâfi olmamakta bilakis, alacaklıya bildirmesi, şarttır.

Bunun dışında birden çok alacaklı olması halinde, hepsine ayrıca süre başlatması lazımdır ki bu şekilde, sadece süresi içindekilerin hakları kapsamdadır. Bundan dolayıdır ki, süreye uymayan başvurular için, 3. şahsın iddiasını kabulü sonucu doğar[47].

ab    Görev ve Yetki

Görev tanım olarak, “herhangi bir mahkemenin işin mahiyet veya değer ya da miktar açısından dosyaya bakma nüfuzudur”[48] ve kanun yoluyla düzenlenir. İstihkak davası da mahcuzun durumu önem arz etmeksizin, icra mahkemesinin alanındadır yani genel görevli mahkemeler görevsizdir ve her aşamada kendiliğinden takdire şayandır. İcra mahkemesi bulunmadığı hallerde, icra mahkemesi sıfatıyla dosyanın kabul edildiğinin bütün zaptlarda belirtilmesi şarttır[49]. İstihkakın genel mahkemelerde açılması durumunda, görevsizlik hükmüne binaen HMK m. 20/1 in uygulanması durumu tartışmalıdır. UYAR, ASLAN ve PEKCANITEZ kıyasen tatbikini savunur zira iyiniyetli olmayanlarca davaların gereksiz sürdürülmesi mümkün olabilir[50]. Diğer görüş taraftarı olan ÜSTÜNDAĞ ise kanunda açıkça olan atfın olamaması durumunda uygulanmaması gerektiğini söyler[51].  Yargıtay ise ilk görüşü zaman içinde benimsemiştir.

Yetki bakımından ise 2 aşamada incelenmelidir. Zira 01.10.2011 tarihinden evvel HUMK geçerli olmasından ve İİK’da belirtilmediği için HMUK. m. 512’ gereği, haczin konulduğu ve malın olduğu yerde dava açılabilmekteydi. HMK’nın usul kanunu olduğu 1.10.2011’in ardındaki davalardaysa m.6 gereği alacaklının ikamet adresi icra mahkemeleri yetkiyi haizdir[52]. Yüksek mahkemeye göre[53] de böyledir. Davalı birden çoksa, tekinin ikametinde açılabilecektir. HMK’da, HUMK. m.512’yle aynı doğrultuda kural bulunmadığından bahsi geçen tarihten sonra haczin konulduğu ve malın olduğu yerde dava açılamamaktadır. Bu bilgiler sadece menkuller açısından geçerlidir. Gayrimenkuller açısından HMK m.12 yoluyla taşınmazın olduğu yerlerde açılabilir. Bu durum ayrıca kesin yetkidir[54]. Ayrıca Haciz istinabeyle olmuş olsa dahi menkule ait istihkak davasında yetkili yer takibin olduğu icra mahkemesidir ancak, gayrimenkule ilişkinse, gayrimenkulün olduğu yer yetki sahasına girer[55].

ac    Davanın Tarafları

Mahcuzların yed’i olan kişinin akıbeti tarafların saptanmasında elzemdir. Bizim çalışmamız açısından olduğu gibi mal 3. şahsın yedindeyse dava, alacaklı tarafından istihkak iddiasında bulunana açılacaktır. Kısaca davacı konumunda olan alacaklı, davalıysa 3. şahıstır.

Davanın, borçluya da açılabilirliği Türk doktrininde net değildir. ÖZKAN ve ÖZCENGİZ, istihkak davasının 3. şahısla beraber borçluya da açması lazım olduğunu savunsa da KURU, borçlu davada taraf değildir der[56]. Aslında bu husus temelde borçlunun hareketine bağlı olmakta yani 3. şahsın istihkak iddiasına itiraz etmezse, borçlu da davalı gösterilir ki bu kesin kural değildir[57]. Bu hususta yüksek mahkemenin ayrı ayrı şekilde düşündüğü içtihatları olsa da Yargıtay HGK ise[58], zorunluluk bulunmadığını hükme bağlamıştır.

  1. İstihkak Davasının Hüküm ve Sonuçları

İstihkak davası, usuli sebeplerle reddedilmesi dışında, 2 formatta, yani, icra mahkemesinin davayı esastan kabulü yahut reddi şeklinde sonuçlanabilir[59].

Mahkeme, üzerinde hak tesis edilen mahcuzların aslında 3. Şahsın mülkiyetinde olmadığına, hüküm kurarsa, davanın kabulüne ve iddianın da reddine karar verir. Kararlarda ismi geçen şekilde; “3. kişinin muarazasının önlenmesi”, “istihkak iddiasının reddi ve men’i muaraza” denmektedir[60]. İşte bu kararın en temel sonucu ise haczin kesin haciz olmasıdır[61]. Diğer bir önemli sonucu da artık satış aşamasına geçilebilecek olmasıdır. Yalnız bu durumda 3. Şahsa yükletilecek tazminatın olabileceği hususunda doktrinde birlik yoktur, İİK. m.99’a bakıldığında bir sonuca varılamamaktadır. KURU ASLAN YILMAZ[62] İİK. d. 97’nin kıyas ile uygulanamayacağından dolayı tazminatın olmayacağını düşünürken, TEKİNAY ise İİK. m.97’nin tatbik edilip tazminatın olması gerektiğini iddia eder. Yüksek mahkemenin ısrarla verdiği kararlarında m.97 kıyasen tatbik edilmek suretiyle tazminat hükmü uygulanabilir.[63]

Davanın öteki sonucu olan reddindeyse mahkeme, davalı taraf olan 3. şahsın iddiasını doğru bulursa, alacaklının açtığı istihkak davasının reddine hüküm kurar ve mahcuzlardaki haczin kaldırılması sonucu ortaya çıkar[64]. Doktrinde[65] mahkeme istihkakın reddine hüküm kurarsa bunun yanında tazminat yükü yüklenemeyeceği iddia edilse de yüksek mahkeme farklı düşüncededir: 21. HD,[66]icra mahkemesince ‘takibin ertelenmesine’ ya da ‘ihtiyati tedbir yoluyla icranın durdurulmasına’ hüküm kurulmadıkça, alacaklının İİK m.99. yoluyla açtığı istihkak davasının kabulü durumunda, alacaklı lehine yüzde kırk tazminata karar verilemeyeceği” -bence de yanlış olarak- belirtmiştir. Tabi ki eğer 3. Şahıs lehine sonuçlanan istihkak davasında haksız yere hacizden ötürü genel mahkemelerde uğranan zararların giderme amaçlı tazminat davası pek tabii açmasında engel yoktur.

  1. İstihkak Davalarına Verilen Kararlara Karşı Kanun Yolları

Kanun yolu geniz anlam ve dar anamda olarak ayrıca olağan ve olağanüstü olarak ayrı ayrı 2’ye ayrılmaktadır. Geniş anlamda olan, hüküm kurulan her türlü kararın tekrar incelenmesi düzeltilebilmesine olanak açan hukuki çaredir[67]. Dar anlamda ise, mahkemenin davadan el çekmesi sonucunu doğuran son kararların hakikiliğinin tahkiki için tekrar incelenmesi düzeltilebilmesine olanak açan durumdur. Bunların dışında olağan kanun yolları, son hükmün artık kesin olmasına engel bulunan yollar şeklinde tanımlanırken, örnek olarak istinaf, temyiz ve karar düzeltme[68] verilebilir. Nitekim yüksek mahkeme istihkaka verdiği ilk kararlarında dahi (12.HD)[69]icra mahkemelerinin verdiği hükümlerden kesin hüküm oluşturan ‘istihkak davaları’ ve ‘ihalenin feshi isteği’ kararlarına karşı” da temyize gidilebileceğini salık vermiştir.

01.10.2011’de yürürlüğe giren HMK, istinaf kanun yolunu da regüle etmiştir. BAM’ların göreve başlangıç zamanı olan 20.06.2016’dan evvel İDM tarafından kurulan hükümlere binaen temyiz, sonrasındaysa istinaf ve ardından temyiz kanun yoluna gidebilir[70]. Bizim çalışmamız açısından ise istinaf yer almamasından dolayı değinilmeyecektir. İstinaf BAM’ların 20.07.2016 itibarıyla göreve girmesiyle uygulanmaya geçilmiş olup yukarıda değindiğimiz şekilde, HMK’nın geçici m.3[71] ile 20.07.2016’den evvel hükme bağlanmamış olma şartı getirilerek, bu hükümlere HUMK ile kanun yolları incelemesi yapılacağı düzenlenmiştir. HUMK m.433/2 (çalışmamız açısından geçerli hüküm) mahkeme, temtizin diğer şartı olarak da mahcuzların değerinin belirtilen sınırı aşmasıdır[72].

Yüksek mahkemede temyizin duruşmalı olabilmesi hususunda ise İİK’da bir düzenleme olmadığından, usul kanunu uygulanacaktır. -HUMK. md.438- (çalışmamız açısından geçerli hüküm) buradaki şartların uygun bulunması halinde duruşmalı olabilecektir ki İstihkak genel hükümler kapsamlı olduğu için, duruşmalı yapılması muhtemel olabilmektedir[73].

Yargıtay temyiz nedenlerinde haklılık bulursa, İDM hükmünü bozacaktır. Yüksek mahkeme yalnızca bozulabilecektir ve bunun gerekçesini de kararında yazacaktır[74]. Bu karar ile dosya, ilk hükmü kuran İDM’ye yollanır. Mahkeme de karara uyarsa, bun gerekçeler ile tekrardan hüküm kuracaktır. Lakin uymak zorunda olmayıp direnebilir. Bu durumda kararı nihai bir olup, böyke bir durumda artık İDM davadan avam tabirle çekilecek ve tahkikatı Yargıtay HGK bitirecektir[75].

Şayet yüksek mahkeme, İDM kararını hukuka uygun görürse, onama şeklinde hüküm kuracaktır. Bunun dışında hükmün değiştirilerek onanması ihtimali de çalışmamızda geçerli kanun olan HUMK m.438’de hususi şekilde düzenlenmiştir. Kısaca Yargıtay, kendi başına sıfırdan tahkikat yapmak suretiyle tekrar bir hüküm kuramaz. Lakin birtakım durumlarda, yukarıda değindiğimiz gibi düzeltip onaması da olasıdır.

Salt biçimde istihkak açısından konuya baktığımızda verilen bir kararda temyize gidebilecekken, takibin devamına yönelik hükümler açısından temyize gidemez[76]. Kısaca BAM’dan evvel hükme bağlananlar açısından, doğrudan temyiz söz konusu olacaktır. Yargıtay’ca, istihkak davasında verilen kararın hukuka aykırı olmaması durumunda onama, aksi durumdaysa bozma hükmü konularak dosya İDM’ye yollanacaktır.

  1. İstihkak Açısından Değerlendirme

Otorite, icra organları vasıtasıyla borçluyla alacaklı için menfaat dengesini sağlamaya uğraşındadır. Uygulamada ise borçlu mülkiyetinde bulunmayıp o zamanda yedinde olan ve 3. Şahısların mülkiyetindeki mahcuzların da borçlunun addolunarak haczedilmesi uygulamada pek tabii görülmektedir. Kural, her ne kadar ilk aşamada ihtilaf bulunmayanların haczedilmesi, şayet bu mahcuzların değeri çıkarmaması durumunda çekişmeli olanların haczedilmesi gerekse de bazen de hileli ve muvazaalı işlemler yoluyla alacaklının alacağını elde etmesi engellenmeye çalışılır. İşte İcra ve İflas Hukukunda düzenlenen istihkak iddiası ve davası vasıtasıyla bu problemlerin giderilmesi amaçlanmaktadır. Bizim çalışma konumuz açsısından da böyle bir durum bulunmaktadır. Zira bir kişi istihkak iddiasında bulunmuştur. Lakin yukarıda açıkladığımız üzere istihkak iddiası esnasında mahcuzların kimin yedinde bulunduğu önelidir. Bizim olayımızda 3. Kişi elinde olduğundan 99. maddeyi açıkladık. Buna müteakip usullerini hüküm ve sonuçlarını değerlendirdik. Somun olayda ise İDM açıkladığımız biçimlerde iddiayı kabul etmiştir.

Bununla birlikte çalışmamızda HUMK ve HMK arasındaki dönemde konu olan davalarda nasıl bir usul izleneceğini belirttik nitekim bizim davamız da o zamana tekabül etmektedir bu nedenle istinafa gitmemiştir ayrıca kanun yolları açısından uygulanacak hükümler de HMK değil HUMK olmuştur. Burada yüksek mahkemenin onama veya bozma kararı verebileceğinden bahsettik lakin bizim çalışma konumuz olan davada yüksek mahkeme esasa dahi girmemiştir bu yüzden de aşağıda konumuzu ilgilendiren dava şartları ve biri olan hukuki menfaate değinilecektir.

B. DAVA ŞARTI OLARAK MENFAAT

Dosyada esasa ilişkin incelemeye geçebilmek için bulunması gereken yahut bulunmaması gereken; yargıcın eğer davanın tarafları belirtmiş olmasa dahi yargılamanın her evresinde re ‘sen bakması lazım olan durumlara dava şartları denmektedir[77]. PEKCANITEZ tanımlarken “davanın görülebilirlik koşulları[78] şeklinde yazmıştır. İlga olan HUMK ta düzenlenmemesine karşın yeni HMK m.114’te nelerin kabul edildiği, m.115’teyse nasıl gözetileceği yer almaktadır. Ayrıca ilk olarak KURU[79] dava şartlarını ikiye ayırmış, esasa girilebilmesi açısından olmazı elzem koşullara olumlu dava şartları; bulunmadığı durumlardaki şartlara da olumsuz dava şartları olarak nitelendirmiştir.

  1. Dava Şartı Kavramı

Yukarıda belirttiğimiz üzere yeni HMK 114’te açıkça tek tek yazılanlar dışında bazı özel dava şartları da hem usul kanunu hem de çeşitli kanunlarda düzenlenmektedir[80]. Çalışmamız açısından genel dava şartı olan hukuki menfaat önem teşkil etmektedir bu nedenle diğer genel ve özel dava şartlarına yer verilmeyecektir.

Belirtmek gerekir ki bu koşullar, davanın mahkemede açılabilmesi esnasında değil, mahkemenin o dosyada esas incelemesine geçebilmesi için lazım bulunan koşullardır. Doktrinde davanın meşmu olması koşulları da yazabilmektedir[81]. Yargılamada taraflar bir dava şartının hatasında anlaşmış olup muvafakat etseler dahi hâkim gerekeni yapmakla mükelleftir[82]. Derdestlik açısından incelersek kabul gören görüşe göre dava şartı eksikliği olsa dahi açılmış olan dava gerçekten de var sayılır kısaca derdesttir. Lakin mahkeme, ne yolla olursa olsun tespit edince, reddetmek zorunda bulunmaktadır.

Kısaca dava şartları kapsam olarak bu şekildedir. Bizim çalışmamızda uygulanan kanun açısından HMK m.114 olmasa dahi dava şartı kavramının mazisi çok derin olup Türk doktrininde 20.YY sonlarında yazılmış olan eserlerde[83] dahi açıkça olmasa da yazılmıştır. Nitekim Yargıtay da her ne kadar bu dönemde HMK m.114 gereği demese de bunu belirtmeksizin dava şartı noksanlığı sebebiyle bozduğu birçok karar[84] vardır.

  1. Hukuki Menfaat

Kavramsal olarak hukuki yarar, mahkemeden bir davanın yürütülmesi amacıyla hukuksal gözetim istemekte bir menfaatinin bulunması lazım olduğuyla ilgili ilke şeklinde tanımlanabilir ve otoritenin de bu korumada yararı bulunanların tamamına vermesi zorunlu başlıca bir ilkedir[85]. işbu kural kapsamında bütün davalar, davacının bir hukuki korumanın sağlanabilmesi saikiyle açılır ve bunun sonucunda, hukuki koruma ihtiyacında bulunmayan ve bundan ötürü de başvurmakta yararı bulunmayan şahıs, doğal olarak devletin sağlamakla yükümlü olduğu himayesinden yoksul kalmak zorundadır[86] Kısaca yukarıda açıkladığımız dava şartlarından biri de belki de en temellerinden biri[87] hukuki menfaattir ve Yargıtay’ın da vurguladığı üzere “Mahkemenin hukuki menfaati dava şartlarından saymayıp re ‘sen incelememesi bozmayı…” [88].

a.  Genel Olarak

Türk doktrini daha eski dönemlerde dahi yukarıda açıkladığımız kavramsal durumu daha da ileri taşımış, hukuki yararın niteliğinin, bir dava şartı olmasından müteşekkil olmadığı, mahkemeye atfedilen tüm tehalükler açısından istenen bir kabule şayanlık koşulu şeklinde olduğunu vurgulamıştır[89]. Ayrıca doktrin, tarafların menfaat noksanlığı hususundaki itirazlarının mahkemenin işlevini sağlaması açısından tahrik olduğunu belirtmişler ve tüm bunların yanı sıra bahsettiğimiz menfaatin hukuki olması gerekmektedir, yani, ideal, bilimsel, akademik yahut ekonomik menfaat olması kifayetsizdir. Bu nedenle de kuramsal bir problemin çaresi amaçlı da dava açılması kabul edilemez[90].

Bizim hukukumuzdaki ana ilkelerden olan taraflarca getirilme ilkesinin istisnaları bulunduğu açıktır ve bunun da temel gerekçesi kamu düzenidir[91]. Hukuki yararın, bütün dava koşullarında olduğu gibi kamu düzenine temelli olması hususunda karşı görüş yoktur. Gerçekten de bu koşulun olmasının sebebi, kamu düzenin sağlanmasıdır. Bu çerçevede, daha önce söylendiği gibi, “menfaat yoksa dava yoktur” prensibi kamu hukuku temelli bir prensiptir[92]. Bunun bir neticesi de açıkladığımız üzere dava şartı olmasıdır.

Gerek Türk gerek yabancı hukuklardaki doktrinsel görüşe göre bu koşullar ve pek tabii çalışmamız açısından da hukuki yararın varlığı, henüz en başta takaddümle irdelenir[93]. İşbu husus usul ekonomisinin de gereği olmaktadır. Böyle olmaksızın tahkikat sırasında yahut çalışmamızda olduğu gibi üst mercilerde tespiti halinde tüm bakılan esas incelemeleriyle zaman harcanmış, masraf yapılmış olması muhtemeldir[94]. Kural bu olsa da bunun anlamı sadece o zamanda bakılacağı anlamı doğurmaz keza her aşamada olanak sağlanmıştır[95]. Yukarıda da açıklana üzere, hukuk sistemimizde hukuki yarar, yargılama hukukunun varlık koşulu olmamakta usuli durumun meriyet koşulu, esasa ilişkin hüküm kurma koşulu olmaktadır[96].

b. Hukuki Menfaatin Hüküm ve Sonuçları

Kesin kanı şudur ki hukuki yarar noksanlığı halinde alınacak karar usulden rettir. Nitekim Türk hukukunda, dava şartlarının bulunması hususu dilekçenin verildiği ana göre belirlenecektir. Bunun sonucu da işbu koşulların, davanın açıldığı zaman bulunması gerekliliğidir ki, ardından esasa bakılsın[97]. Bu çerçevede, hâkim, söz konusu dava şartı noksanlığını süre vermek suretiyle önleyemiyor ise[98], davayı kabule şayan bulunmadığından dolayı usulden ret kararı almakla mükelleftir. Sonuç olarak, bir dosyada aynı zamanda hukuki menfaat eksikliği ile beraber esas bakılarak reddedilmesi olanaksızdır[99] ki böyle bir durum oluşmuş ise buna rağmen karar verilmesi mutlak bozma nedenini ihtiva eder. Hâkim, ilk başta fark etmemiş ve esasa girmiş ilerleyen zamanda bu noksanlığın farkına varmış ise yine değişen bir şey olmaz davayı usulden reddetmesi doğru olacaktır meğer ki, dava şartındaki noksanlık giderilmemiş olsun.

Davanın hukuki yarar noksanlığından ötürü usulden reddedilmesi halinde, yargılama harç, giderleri ve doğal olarak vekalet ücretinden de davacı sorumlu olacaktır. Hatta, davacının hukuki yarar olmadığını bilmesine karşın açtığı davada dürüstlük kuralına uymadığından söz edilebilir ki, kanuni giderlerin ötesinde davalının avukatıyla anlaştığı miktarın tümü açısından ödenmesine karar verilebilir (m.421)[100]. Hal böyleyken son olarak değinmemiz icap eden diğer elzem nokta ise davanın hukuki yarar noksanlığı sebebiyle sonuçlanması durumunda, bu karar, o dava için kesin hüküm teşkil etse de hukuki yararın davanın karara bağlanmasının akabinde tekrardan bulunması durumunda usul sebepli reddedilen bu dava tekrar mahkemeye sunularak esas yönünden bakılması mümkündür[101].

  1. Hukuki Menfaat Açısından Değerlendirme

Hukuki menfaat kavramı Türk doktrininde çok öncelerden beri kabul edilmiş bir kavram olmasına karşın kanuni formuna yeni HMK ile kavuşmuştur. Zira çalışmamızda bahsettiğimiz şekilde hukuki yarar bir dava şartıdır. Ve dava şartları HMUK’ta düzenlenmemektedir. Buna rağmen her ne kadar kanunda genel dava şartları düzenlenmemiş olsa da doktrinde bu tür kavramın var olduğuna hiçbir zaman kuşku olmamıştır ki yukarıda bu duruma hem yargı kararları hem de yazarların bakış açısıyla değindik. Yeni HMK’nın yürürlüğünden önceki zamanlarda menfaatin hukuki durumu ile yürürlükten sonraki durumu arasında temelde hiçbir fark olmayıp kanunun 114. maddesindeki düzenlemeler doktrine uygun inşa edilmiştir bunun sonucu olarak da dava şartları dolayısıyla hukuki yarar açısından karar ahengi korunmuştur.

Dava şartları belirttiğimiz üzere esasa ilişkin incelemeye geçebilmek için bulunması gereken yahut bulunmaması gereken hukuki niteliğin varlık koşullarıdır ki bunlarda noksanlık olması halinde aslında o dava her ne kadar derdest olsa da varlığını tamamlamamıştır. Bundan dolayıdır ki kamu düzenini ilgilendirir. Her aşamada kendiliğinden gözetilen bu şartların arasında bizim konumuzu ilgilendiren menfaat de bulunmaktadır ki doktrinde mahkemeden bir davanın yürütülmesi amacıyla hukuksal gözetim istemekte bir menfaatinin bulunması lazım olduğuyla ilgili ilke şeklinde tanımlanmaktadır.

C.  SONUÇ

Öncelikle söz konusu uyuşmazlık temelde istihkak prosedürüne ilişkindir. İstihkak prosedürü yukarıda açıkladığımız üzere haciz esnasında istihkak iddiasının ileri sürülmesi ile başlar. Bu iddianın ileri sürülmesinde ise kanunda belli birtakım durumların oluşması gerekmektedir. Bizim çalışmamızda önem arz eden husus olan haczin, mahcuzların 3. kişi elindeyken gerçekleşmesi olduğundan HMK m.99 hükümleri uygulanmakta olup bu iddianın yetkili kişilerce yapılması gerekir. Şayet bu prosedür yerinde gerçekleşmiş ise de alacaklı tarafa müdürlükçe verilen süre ve esaslara uygun olarak bahsettiğimiz istihkak davası görevli mahkeme olan icra mahkemesine açılmalıdır. Fakat kanunda yazılan koşullarda noksanlık olması durumunda genel hükümler ve icra hükümleri uygulanır ki bizim çalışmamızda şikâyet hükümleri uygulanması doğru olmaktayken davacı taraf doğrudan istihkak davası açmıştır. Tüm bu duruma rağmen İDM somut olaydaki istihkak iddiasının 3. şahıs dışında 4. şahıs yedindeyken, 4. şahsın (Ali T.) mahcuzları 3. şahıs (Barış B.) namına yedinde olduğunu bildirdiğini tespit ettiği halde İİK m.99’a gidip yargılamanın esasına geçtiği görülmüştür. Ve davanın da doğal olarak kabulüne karar vermiştir.

Fakat, açıkladığımız tespitin sonucunda çıkarılması gereken sonuç yüksek mahkemenin de kararında belirttiği üzere geçerli bir istihkak iddiası bulunmamasından ötürü, dosyada -açıkladığımız biçimde- bir dava şartı olan hukuki menfaat yokluğu sebebi ile reddedilmesidir. Keza dava şartları, esasa ilişkin incelemeye geçebilmek için bulunması gereken; yargıcın eğer davanın tarafları belirtmiş olmasa dahi yargılamanın her evresinde re ‘sen bakması lazım olan kamu düzenini oluşturan koşullardır. Hukuki menfaat de mahkemeden bir davanın yürütülmesi amacıyla hukuksal gözetim istemekte bir menfaatinin bulunması lazım olduğuyla ilgili ilke olduğundan bir dava şartı olduğu açıktır. Nitekim Yargıtay da bu şekilde belirterek, olayda geçerli bir istihkak iddiası bulunmadığını hükme bağlamış ve davayı hukuki menfaat dolayısıyla dava şartı yokluğundan reddetmiştir. Kanımca da Yargıtay’ın kararı hukuka uygun ve olması gereken hükümdür.

V. ATIFLAR

[1] Aslan, Kudret (2005) “Hacizde İstihkak Davası” (Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.13.

[2] Yılmaz, Ejder (2002) “Hukuk Sözlüğü”, 7. Baskı, Ankara: Yetkin, s.580.

[3] Adalet Bakanlığı “Hukuk Sözlüğü”, http://www.sozluk.adalet.gov.tr E:04.05.2020

[4] Karakocalı, Ahmet (2006) “Roma hukukunda istihkak davası: “Rei vindicatio” (Doktora Tezi), Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.45

[5] Küçükhasanoğlu Çağrı (2018) “İcra Hukukunda İstihkak Davaları” (Yüksek Lisan Tezi), Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.49-50

[6] “TMK m. 683’tei “istihkak davası” ve yine 637’de “miras sebebiyle istihkak davası” keza Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun m.66’da “istihkak davası” kavramları vardır.” Aslan, s.9.

[7] Kuru, Baki (1990) “İcra ve İflas Hukuku”, C:2, İstanbul: Demir Demir Müşavirlik, s.1094;

[8] Muşul, Timuçin (2017) “İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları”, B:2, İstanbul: Adalet, s.3

[9] Güneren, Ali (2004) “İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları”, 3.Baskı, Ankara: Yetkin, s.73.

[10] Bkz. 8. HD. 13.02.2014, 1614/2233.; 17.HD. 10.05.2012, 1420/6019; 21. HD. 24.02.2004, 679/1466.

[11] Aslan, s.117vd.

[12] Kuru, İcra-İflas, s.1094.

[13] Şeref, Ertaş (2006) “Mülkiyet Hakkının Yeni Boyutu ve Bu Hakka Getirilen Daraltılan Anayasa ve İnsan Haklarına Uygunluğu, Türk Medenî Kanununun Yürürlüğe Girişinin 80. Yılı Münasebetiyle Düzenlenen Sempozyum, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara, s. 137.

[14] Beşler, Muhammed (2018) “Miras sebebiyle istihkak davası” (Doktora Tezi), İstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.9

[15] Kuru, İcra-İflas, s.992; Muşul Timuçin (2013) “İcra ve İflas Hukuku”, C: I, 6. Baskı, Ankara: Adalet Yayınevi s.562. (İcra-İflas)

[16] Taşpınar, Sema (2004) “İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’nda Yapılan Değişikliklere Genel Bir Bakış” (75. Yaş Günü İçin Prof. Dr. Baki Kuru Armağanı), Ankara: TBB Yayınları, s.629.

[17] Bkz. HGK. 07.03.2007, /21-111/109.

[18] Arslan, Aziz Serkan (2013) “6100 Sayılı HMK Madde 401 Hükmüne Göre Delil Tespitinde Görevli ve Yetkili Mahkeme” SÜHF Dergisi, 21(2), s.244

[19] Aslan, s.227

[20] Uyar, Talih, (2015) “3. Kişinin Elinde Haczedilen Mallar Hakkında Açılan İstihkak Davalarında İspat Yükü ve Kanıtlar”, İBD, C.89, S.3, s.71 (ispat yükü)

[21] Uyar, Talih/ Uyar, Alper/ Uyar, Cüneyt/ (2018) “İcra Hukukunda İstihkak Davaları”, 2.Baskı, İzmir: Bilge Yayınevi, s.162

[22] Uyar / Uyar / Uyar, s.331

[23] Bkz. 21. HD. 4.10.2001, 6291/6442; 15. HD. 15.2.1995, 393/802 Uyar, Talih (2007) “Haczedilen Malın 3. Kişi Elinde Bulunması Halinde Açılacak İstihkak Davası” ABD, Y: 65, S: 1, s.67.) (Haczedilen mal)

[24] Aslan, s.253.

[25] Bkz: 12. HD. 19.2.1993 T. 14124/3129 Uyar, Haczedilen mal, s.63

[26] Küçükhasanoğlu s.72

[27] Er, Gökçe (2009) “Borçlunun 3. Kişilerdeki Mal ve Alacaklarının Haczi” (Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.103.

[28] “…İİK m.96 ve 97 ile, 3. kişi malların maliki bulunduğu yönünde istihkak iddiasında bulunabilir, 3. şahsa ait olması açısından istihkak iddiası dinlenmez…” 15. HD 11.4.1991, 909/1932.

[29] Aslan, s.266

[30] Güneren, s.76vd.

[31]Fakat bu duruma karşın uygulamada İİK m.99’un fazla işlerliği bulunmadığından, m.97’nin uygulandığı uygulamada görülmektedir ve işlerlik kazandırılması iş yükü açısında yarar sağlayacaktır”. Arslan, Ramazan (1991) “Alacakların Tahsili Hususunda Cebri İcra ve Yargılama Alanında Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Yolları” Vakıfbank, Abant 5-7.07.1991, s.19vd.

[32] Muşul, İcra-İflas, s.35vd.

[33]İcra dairesince İİK m.99 gereğince yargılama olması gerekirken, uygulama yeri olmayan 96 ve 97. maddeler gereğince mercice karar verilmesi yerinde değildir…” 12. HD 2.11.1981, 6394/7943.

[34] “Memurlukça 99. madde gereğince muamele yapılması gerektiğine” dair kararı yerinde ancak “haczin kaldırılmasına” karar verilmesi hatalıdır.” 12. HD 16.2.1981, 451/1862

[35] Bkz. 12. HD. 09.04.2001, 5030/5983.

[36] Pekcanıtez, Hakan/Sungurtekin-Özkan, Meral/Özekes, Muhammet/Atalay, Oğuz (2018) “İcra İflas Hukuku Ders Kitabı”, 5. Baskı, İstanbul: Vedat, s.191

[37] Bkz. 15. HD. 16.12.1992 T. 6037/6044; 18.4.1990 T. 698/1903. Uyar, (Hazczedilen Mal), s.65

[38] Bkz. 21. HD. 31.10.2000, 7225/7448.

[39] Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder/Hanağası, Sema/ Taşpınar-Ayvaz, Sema (2018) “İcra ve İflas Hukuku” 4. Baskı, Ankara: Yetkin, s.293vd.

[40] Bkz. 21. HD, 4.5.2004 T. 3472/4474; 19.1.2004 T. 9334/81; 19.3.2002 T. 1013/2133. Uyar/Uyar/Uyar, s.404

[41] Bkz. 21. HD, 29.4.2004 T. 2996/4293; 14.9.2004 T. 5700/6959; 31.3.2003 T. 1483/ 2743. Uyar/Uyar/Uyar, s.415

[42] Bkz. 15. HD, 3.5.1988 T. 998/1767

[43] Bkz. 12. HD, 14.4.2005 T. 4785/8002; 13.1.2005 T. 22906/444; 2.11.2004 T. 18459/ 22942

[44] Arslan/Yılmaz/Hanağası/ Taşpınar-Ayvaz, s.297vd.

[45] Bkz. 8. HD. 20.6.2016, 2014/22012, 2016/10891 K.

[46] Bkz. 8. HD. 10.3.2016, 2016/2338, 2016/4348. Muşul, Timuçin, İstihkak, s.490

[47] Pekcanıtez/Sungurtekin-Özkan/Özekes/Atalay, s.185.

[48] Pekcanıtez, Hakan/Özekes, Muhammet/Atalay, Oğuz (2017) “Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı”, 5. Baskı, İstanbul: Oniki Levha Yayıncılık, s.60vd.

[49] Aslan, s.311.

[50] Uyar, Uyar, Uyar, s.67.

[51] Aslan, s.488.

[52] Kuru, s.556

[53] Bkz. 8. HD. 26.3.2013, 5652/9845.

[54] Uyar, Uyar, Uyar, s.73.

[55] Uyar, Uyar, Uyar, s.262.

[56] Kuru, İcra-İflas, s.1129.

[57] Uyar, Uyar, Uyar, s.1050

[58] Bkz. HGK. 06.02.1952, 8-16/1. (Aslan, s.501).

[59] Muşul, İcra-İflas, s.655.

[60] Pekcanıtez/Sungurtekin-Özkan/Özekes/Atalay, s.183.

[61] Arslan, Ramazan (2016) “Borçlunun 3. kişide bulunan alacağının haczi, haczin 3. Kişiye bildirilmesi ve sonuçları” AÜHF Dergisi, 65(4), s.3231

[62] Kuru, İcra-İflas, s.581; Arslan/Yılmaz/Hanağası/ Taşpınar-Ayvaz, s.293.

[63] Bkz. 17. HD. 30.03.2010, 8299/2892.

[64] Kuru, İcra-İflas, s.1079

[65] Arslan/Yılmaz/Hanağası/ Taşpınar-Ayvaz, s.301vd

[66] 21. HD. 5.7.2004, 4352/6556; 31.5.2004, 2763/5227; 27.3.2001, 2222/2293; 19.3.2001, 1838/2023; 2.10.2000, 6502/6311 Uyar, (Haczedilen Mal), 295-296.

[67] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s.464

[68] Yeni HMK ile kaldırılmıştır.

[69] 12. HD, 3.11.1977 T. 9195/9125, Uyar, Uyar, Uyar, s.1088.

[70] Pekcanıtez, Hakan/Erişir, Evrim (2016) “Medeni Yargıda İstinaf ile İlgili Hükümlerin Zaman İtibarıyla Uygulanması”, AÜFHD, C.65, S.4, s.3638

[71]Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454’üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez

[72] Uyar, Uyar, Uyar, s.1086;

[73] Muşul, İcra-İflas, s.722.

[74] Kuru, s.1141

[75] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s.531.

[76] Muşul, İstihkak, s.559.

[77] Kuru, Baki (2017) “İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 1. Baskı, Ankara: Yetkin Yayınları. s.136-137. (usul)

[78] Pekcanıtez, Hakan/Özekes, Muhammet/Atalay, Oğuz, s.206vd.

[79] Kuru, usul, s.138

[80] İş Mahkemeleri Kanununda düzenlenen zorunlu arabuluculuk, MÖHUK’ta yer alan teminat zorunluluğu, Medeni kanunda yer alan boşanmada ihtar zorunluluğu gibi.

[81] Kuru, usul, s.138

[82] Atalı, Murat/Ermenek, İbrahim/Erdoğan, Ersin (2018) “Medenî Usul Hukuku Ders Kitabı” 1.Baskı, Ankara: Yetkin Yayınevi, s.324.

[83] Ansay, Sabri Şakir (1960) “Hukuk Yargılama Usuleri” 7. Baskı, Ankara: AÜHF Yayınları, s.202.

[84] Bkz. 1. H.D, 17.3.1999, 2552/2686.

[85] Hanağası, Emel (2009) “Davada Menfaat” (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.18vd.

[86] Pekcanıtez/Atalay/Özekes s. 222.

[87] Hanağası, s.138.

[88] Bkz. HGK 10.1.1968,8/1083-3 (ABD 1968/1 s. 81, 1968/2 s. 304)

[89] Kuru, Baki (1964) “Dava Şartları” Ord. Prof. Dr. Sabri Şakir Ansay’ın Hatırasına Armağan, AÜHF Yayınları S. 194, s.111.

[90] Hanağası, s.138-139.

[91] Pekcanıtez/Atalay/Özekes s. 223.

[92] İyilikli, Ahmet Cahit (2013) “Hukuk Yargılamasında Dava Sebebi Üzerine Bir İnceleme” İÜHF Dergisi, 3(2), s.107.

[93] Kuru, Armağan, s.130.

[94] Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 224.

[95] Atalı/Ermenek/Erdoğan, s.324.

[96] Kuru, usul, s.140.

[97] Atalı/Ermenek/Erdoğan, s.332.

[98]Eksik olan bir dava sartı belirli bir süre verilerek giderilebiliyorsa, mahkeme önce bu süreyi vermeli ve bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmezse, zaman dava şartı noksanlığından davayı reddetmelidir.” Kuru, Armağan, s.140.

[99] Kuru, Armağan s. 146.

[100]Dava kişisel bir hakkı ihlal edildiği kanısına varan kişinin yargı yerinden koruma istemesi seklinde tanımlanmaktadır…dava açmakta hukuki bir menfaati bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle davanın reddine, davalı tarafın haksız davranışlarıyla dava açmasına neden olmadığı dikkate alınarak yargılama giderlerinin de davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesi gerekirken…” 7. HD 22.1.2004, 3249/84.

[101] Pekcanıtez/Atalay/Özekes s. 208.

VI.  BİBLİYOGRAFYA

Adalet Bakanlığı “Hukuk Sözlüğü”, http://www.sozluk.adalet.gov.tr T:04.05.2020

Ansay, Sabri Şakir (1960) “Hukuk Yargılama Usuleri” 7. Baskı, Ankara: AÜHF Yayınları.

Arslan, Aziz Serkan (2013) “6100 Sayılı HMK Madde 401 Hükmüne Göre Delil Tespitinde Görevli ve Yetkili Mahkeme” SÜHF Dergisi, 21(2), 241-254.

Arslan, Ramazan (1991) “Alacakların Tahsili Hususunda Cebri İcra ve Yargılama Alanında Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Yolları” (Vakıfbank, Abant 5-7.07.1991, s.7-24)

Arslan, Ramazan (2016) “Borçlunun 3. kişide bulunan alacağının haczi, haczin 3. Kişiye bildirilmesi ve sonuçları” AÜHF Dergisi, 65(4), 3217-3242.

Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder/ Hanağası, Sema/ Taşpınar-Ayvaz, Sema (2018) “İcra ve İflas Hukuku” 4. Baskı, Ankara: Yetkin.

Aslan, Kudret (2005) “Hacizde İstihkak Davası” (Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Atalı, Murat/ Ermenek, İbrahim/ Erdoğan, Ersin (2018) “Medenî Usul Hukuku Ders Kitabı” 1.Baskı, Ankara: Yetkin Yayınevi.

Beşler, Muhammed (2018) “Miras sebebiyle istihkak davası” (Doktora Tezi), İstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Er, Gökçe (2009) “Borçlunun 3. Kişilerdeki Mal ve Alacaklarının Haczi” (Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Güneren, Ali (2004) “İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları”, B:3, Ankara: Yetkin.

Hanağası, Emel (2009) “Davada Menfaat” (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

İyilikli, Ahmet Cahit (2013) “Hukuk Yargılamasında Dava Sebebi Üzerine Bir İnceleme” İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 3(2), 83-157.

Karakocalı, Ahmet (2006) “Roma hukukunda istihkak davası: “Rei vindicatio” (Doktora Tezi), Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Kuru, Baki (1964) “Dava Şartları” Ord. Prof. Dr. Sabri Şakir Ansay’ın Hatırasına Armağan, AÜHF Yayınları S. 194, (s. 109-147). (Hatıra)

Kuru, Baki (1990) “İcra ve İflas Hukuku”, C:2, İstanbul: Demir Demir Müşavirlik, (İcra-İflas)

Kuru, Baki (2017) “İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 1. Baskı, Ankara: Yetkin Yayınları, (Usul)

Küçükhasanoğlu Çağrı (2018) “İcra Hukukunda İstihkak Davaları” (Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Muşul Timuçin (2013) “İcra ve İflas Hukuku”, C: I, 6. Baskı, Ankara: Adalet Yayınevi, (İcra-İflas)

Muşul, Timuçin (2017) “İcra ve İflas Hukukunda İstihkak Davaları”, B:2, İstanbul: Adalet. (İstihkak)

Pekcanıtez, Hakan/ Sungurtekin-Özkan, Meral/ Özekes, Muhammet/ Atalay, Oğuz (2018) “İcra İflas Hukuku Ders Kitabı”, 5. Baskı, İstanbul: Vedat.

Pekcanıtez, Hakan/Erişir, Evrim (2016) “Medeni Yargıda İstinaf ile İlgili Hükümlerin Zaman İtibarıyla Uygulanması”, AÜFH Dergisi, C.65, S.4, s.3617-3654.

Pekcanıtez, Hakan/ Özekes, Muhammet/ Atalay, Oğuz (2017) “Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı”, 5. Baskı, İstanbul: On İki Levha Yayıncılık.

Şeref, Ertaş (2006) “Mülkiyet Hakkının Yeni Boyutu ve Bu Hakka Getirilen Daraltılan Anayasa ve İnsan Haklarına Uygunluğu, Türk Medenî Kanununun Yürürlüğe Girişinin 80. Yılı Münasebetiyle Düzenlenen Sempozyum, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara.

Taşpınar, Sema (2004) “İsviçre Federal İcra ve İflas Kanunu’nda Yapılan Değişikliklere Genel Bir Bakış” (75. Yaş Günü İçin Prof. Dr. Baki Kuru Armağanı, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, s.599-670.

Uyar, Talih (2007) “Haczedilen Malın 3. Kişi Elinde Bulunması Halinde Açılacak İstihkak Davası” Ankara Barosu Dergisi, Y: 65, S: 1, 62-77. (Haczedilen mal)

Uyar, Talih / Uyar, Alper / Uyar, Cüneyt (2018) “İcra Hukukunda İstihkak Davaları”, B:2, İzmir: Bilge Yayınevi.

Uyar, Talih, (2015) “3. Kişinin Elinde Haczedilen Mallar Hakkında Açılan İstihkak Davalarında İspat Yükü ve Kanıtlar”, İstanbul Barosu Dergisi, C.89, S.3, s.63-97. (ispat yükü)

Yılmaz, Ejder (2002) “Hukuk Sözlüğü”, 7. Baskı, Ankara: Yetkin.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

85

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.