Nasyonal Sosyalizm ve Nazi Almanyası’nda Hukuk

Avrupa Birliği’nin en güçlü üye devleti ve yüksek yaşam standartları ile bilinen Almanya tarihinin tartışmasız en karanlık dönemi Nazi Almanyası'dır.6 min


59

Nasyonal sosyalizmin çıkış noktası İtalyan faşizmidir. Fakat nasyonal sosyalizm, İtalya’daki faşizme göre çok daha katı uygulamalar içerir. Nasyonal sosyalizme göre asıl olan ırk ve ırk esasına dayanan ulustur. Devlet, ulusa göre ikinci planda kalır. Nasyonal sosyalizmde birey asla bağımsız kişiler olarak düşünülemez. Birey toplumda erir. Özgürlükleri devletin izin verdiği kadardır. Bu bir hak değil lütuftur. Hitler’in en büyük düşü Doğu Avrupa’yı Alman İmparatorluğu haline getirmekti. Yani Hitler’in aklında sadece 5-6 milyon Yahudi yoktu. Fransa, Avusturya, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya, Sovyetler Birliği de dahil olmak üzere 30 milyon insanı katletmeyi planlıyordu. Ancak temel amacı ise “ari ırk” yaratmaktı. Uzun boylu, sarışın, atletik, renkli gözlü, saf bir Alman ırkı… Bu yüzden toplumdaki sakatları, yaşlıları ve başta Yahudiler olmak üzere tüm farklı ırkları yok etmeye yönelik politikalar izledi. Ari ırk planının uygulanabilmesi için elbette bir hukuka ihtiyaç duyuldu. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, 1933 yılında iktidara geldiğinde Weimar Anayasası’nın Alman halkına tanıdığı haklar bir kararname ile ortadan kaldırıldı. Fakat yaptığı uygulamaların hukuka uygun görünmesi gerekti ve böylece Nazi Hukuku doğmuş oldu.

Nazi Almanya’sının diktatörü, holokostun yöneticisi olan Adolf Hitler, 8 Kasım 1923’te 600 kişinin Münih’teki bir siyasi toplantısına dalıp tarihteki sahnesine giriş yapar. Birahane Darbesi olarak da bilinen Putsch Darbesi başarısızlıkla sonuçlandı ve bunun sonucunda Hitler hoşgörülü bir ceza aldı. Hitler’in cezasının hafif olmasının sebebi Alman İmparatorluğu’nun 1918’deki çöküşünden ve Weimar Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da hayli sağlamlaşan muhafazakâr milliyetçi yargı sistemidir.

Bir tiranlık olarak nitelendirilebilecek olan Nazi rejimi korkutma, yıldırma yoluyla icra edilen keyfi iktidardır. Alman olan, olmayan milyonlarca insanın özgürlüklerinden ve mülklerinden mahrum bırakıldığı, geleneksel ve yazılı hale getirilmiş olan hukuk sistemi ve hatta Alman hukukuna dahil olmayan tedbirler nedeniyle de pek çok insanın hayatından olduğu Nazi döneminde Almanya Rechtsstaat (hukuk devleti) olma özelliğini kaybetti. Elbette Hitler bu ırkçı ideoloji tek başına inşa etmedi. 1933 yılında diktatörlüğün uygulamaya geçmesiyle birlikte parlamentonun yasama işlevi anlamsızlaştı ve hukuk doğrudan Hitler ve onun kabinesinin üyelerine geçti. Yeni yasa tasarısının hazırlanması, mevcut yasaların gözden geçirilmesi görevi hukuk eğitimli devlet memurlarındaydı.   Yani adaletin resmi idaresi de Nazi liderliğine bağlıydı. Bu politik müdahaleye yargıçlar, savcılar ve kamu görevlileri de dahildi. Devlet dairesinde bulunan memurlar yasaların amaçlarını, pratikteki uygulamalarını etkileyen kararnamelerin hazırlanmasındaki en etkili araç olarak kullanıldılar. Hukukun uygulanmasındaki mihenk taşları ise savcılardı. Örneğin sınırı aşan Almanlar hakkında savcılar soruşturma açmış ve bunlar yerleşik mahkemelerce yargılanmışlardır. Nazi rejiminin varlık alanı genişledikçe Gestapo yargı sistemini es geçmiş ve insanları “ihtiyati tutuklama” gibi idari tedbirlerle toplama kamplarında esir tutmuşlardır.

Nasyonal sosyalizm, ırkçı bir rejimdir ve hukuk sistemi de buna dayanır. Öncelikle hukuk sistemi Führer’in idaresine bağlıdır (Führerprinzip). 1934’te Nürnberg’de düzenlenen Nazi Partisi mitinginde Hitler’in özel sekreteri tarafından bu açıkça dile getirilir. “Parti Hitler’dir. Bununla birlikte Hitler Almanya’dır, tıpkı Almanya’nın Hitler olduğu gibi.”  Yani III. Reich döneminde devletin tüm gücü, karar verme ve yeni normlar belirleme iktidarı tek bir kişidedir. Kısacası Führerprinzip anayasal bir ilke olmuştu.

Nazi hukukunun en önemli ikinci özelliği ise “kanunsuz suç olmaz ilkesi” Almanya’da geçerli değildir. Bu ilke sonucunda, kişiler işlendiği zaman suç sayılmayan fiillerinden dolayı yargılanabileceklerdi. Yasalardan bazıları açıkça temel haklardan mahrum bırakmayı öngörmüyordu. Bunu daha çok yasanın yorumlanmasında uyguluyorlardı. Yazılı kanunların diline bağlılık isteğe bağlı hale gelmişti. Yasanın yorumu değişebilir. Bu durumda kişilerin eylemlerinin müeyyidelerinin ne olduğunu önceden bilmesi imkânsız hale gelmişti. Yani yasaların amacı bir iyileştirme değil, düşmanların yok edilmesi ve devletin sürdürülmesidir.

Anti-semitizmin (Yahudi karşıtlığı) ilk adımları ise 1933’te atıldı. Berlin’deki yerel makamlar, Yahudi avukatlar ve noterlerin şehri yasal olarak temsil edemeyeceği bir kararnameyle açıklandı. Aynı yıl başka bir kararname ile aryan olmayanların yargıç ve jüri üyesi olarak atanamayacakları emredildi. Hatta 1936’da Adalet Bakanlığı tarafından yayımlanan başka bir kararnamede yargıçlık sınavına hazırlanan adayların, sınavdan önce Yahudilerden sınava hazırlanırken yardım almadıklarını açıkça belirtmeleri istendi. Yahudilerin isimlerinin değiştirilmesi, hayvanların Yahudi geleneklerine göre kesilmemesi gibi kararnameler yayınlanmaya devam etti. Nazi mevzuatının en tanınmış örneği 15 Eylül 1935’te yürürlüğe girmiş olan Nürnberg Yasaları (Nürnberg Gesetze)’nın ilki olan “Alman Kanını ve Onurunu Koruma Yasası”dır. Yasaya göre “Yahudilerle Almanların evlenmesi yasaktır. Buna aykırı yapılan evlilikler kanundan kaçmak amacıyla yurtdışında yapılmış olsa bile hükümsüzdür. Yahudilerle Alman vatandaşları arasında evlilik dışı cinsel ilişki yasaktır.” gibi maddeler içeriyordu. Bu maddelere uyumaması hapis ve para cezalarına çarptırılacakları açıklandı. Hitler sadece bunlarla kalmadı gaz odaları, toplama kampları, krematoryumlar gibi kitlesel imha yöntemlerini devreye soktu.

1945 Mart’ında, savaşın sonuna doğru, işlenen suçların üstü kapatılmaya başlandı. Savaşın sonuna yaklaştıkça, Almanya’nın askeri gücü çökmeye başladı. Sovyetler doğudan; İngiliz, Fransız ve Amerikalılar batıdan yaklaşıyordu. Toplama kamplarının komutanlarına emir verildi ve esirlerden kurtulun dendi. Komutanlar yakın cephelerdeki toplama kamplarından mahkumları Almanya’daki kamplara götürüyorlardı. Mahkumlar aç, susuz, dondurucu soğukta ince kıyafetlerle kilometrelerce yürütülüyordu. Geride kalanlar ise vurularak öldürülüyordu.

1945’te Sovyet güçlerinin Berlin’e gelmesiyle Almanya’nın yenilgisi kesinleşti. Hitler, eşi Eva Braun ile yeraltı sığınağında intihar etti ve yargılanamadı. 1945 yılında Hitler diktatörlüğünün sona ermesiyle Fransa, Sovyetler Birliği, İngiltere ve ABD Nazi temsilcilerine dava açtı. Böylece dünyada ilk kez bir devletin önde gelen temsilcileri savaş suçları nedeniyle uluslararası bir mahkeme önünde (Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi) yargılandı. Nazi Devleti’nin 24 üst düzey temsilcisi dünya barışına karşı komplo, bir saldırı harbi planlamak ve yürütmek, savaş hukukunun ihlali ve insanlığa karşı suçlardan dolayı yargılandı. 216 oturum süren yargılama sonucunda Hjalmar Schacht, Franz von Papen ve Hans Fritzsche mahkeme tarafından suçsuz bulundu. Aralarında Hermann Goering, Wilhelm Keitel, Joachim von Ribbentrop, ve Ernst Kaltenbrunner’in de bulunduğu 12 sanık idam cezasına çarptırıldı. Diğerlerine süresi on yıldan başlayan ve müebbete kadar giden hapis cezaları verildi.

Tam 12 yıl süren Hitler yönetimi sona erdiğinde Nazi etkisi Almanların iliklerine kadar işlemişti. Aradan yıllar geçse de Naziler yüzlerce filme, kitaba konu olmaya devam ettiler. Yıllar içinde Almanlar tarihleriyle yüzleşti. Almanya, savaş sonrasında izledikleri politikalarla Avrupa Birliği’nin en güçlü devletlerinden biri konumuna yükseldi. 1945 yılında Birleşmiş Milletler, dünya barışını korumak amacıyla kurulmuştu. Tartışmasız, Hitler’in insan karşıtı eylemleri, ırkçı tavrı ve ortalama 6 milyon insanı yok etmesi de Birleşmiş Milletler’in kurulmasının temel sebeplerindendi. Çünkü insanlık Hitler gibi başka bir diktatörle karşılaşmak istemiyordu. Naziler geçmişe dönük yasaları ve gizli yasaları ile yaptıkları her şeyi hukuka uygun hale getirmişlerdi. Öyle ki, savaş sonrası mahkemede sorgulanan Naziler yaptıklarının hukuka uygun emirler olduğunu söylemiş ve suçlamaları kabul etmemişlerdi. Ancak günümüz hukuk anlayışının temelinde insanların temel hak ve özgürlükleri vardır ve bütün yasalar hakkaniyet ilkesini gözetir. Ayrıca bir kişinin eylemlerinin hukuki sonuçlarının ne olduğunu önceden bilmemesi ya da tespit edilememesi, adalete ve doğal olarak adil yargılanmaya aykırıdır. Adil yargılanmanın olmadığı ve insanların temel hak ve özgürlüklerinin gözetilmediği bir hukuk düzeni düşünülemez.

Kaynakça

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

59

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.