27 Mart Dünya Tiyatro Günü

"Tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır." ~William Shakespeare13 min


39

1. Giriş

Tiyatro sözcüğü, Yunanca ‘’seyirlik yer’’ anlamına gelen “theatron”dan türetilmiş ve dilimize İtalyancadaki “teatro” sözcüğünden geçmiştir. Tiyatro, bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların sergilemesi amacıyla hazırlanmış gösterilere verilen isimdir. Duyguların ve olayların hareket (jest) ve konuşmalarla anlatılmasıdır. Tüm edebi metinler arasındaki en büyük farkı; diğerleri okunmak için yazılırken, tiyatro metinlerinin sahnede canlandırılmak için yazılmış olmasıdır. Tarihin en eski dönemlerinden beri insanlıkla birlikte ilerlemiş, gelişme kaydetmiştir. Çok yönlü bir sanat olan tiyatronun tarihi kimi düşünürlere göre 2500 yıllık bir tarihe dayanırken, kimi düşünürlere göre ise tiyatronun tarihi anlatılması güç ve karanlık dönemlerden on binlerce yıllık bir tarihe dayanmaktadır. Dansta, mağaralarda, maskelerde, büyüde, hayvanlarda, tanrılara tapmakta bile izlerinin bulunduğunu kabul edersek tiyatronun hem en yaygın hem de en eski sanat olduğunu kolayca anlarız. Öyle ki, tiyatronun temeli hayatın her alanında insanla birlikte var olmuştur. Birçok farklı kaynağa göre tiyatroya ilk olarak Mısır, Çin ve Antik Yunan’da rastlandığı bilinmektedir. Ancak yazılı eserlerde öncelik Antik Yunan’da olduğu için, ben bu yazımda başlangıç olarak Antik Yunan Dönemi’ni esas aldım.

2. Tiyatronun Tarihi

2.1. Antik Yunan Dönemi

Yazılı belgelere göre, tiyatroya ilk önce Antik Yunan’da rastlanmaktadır. İlk ilkel şekildeki tiyatro yapılanması, Antik Yunan’da şarap ve bereket tanrısı Dionysos için yapılan şenliklerde, dans edilip söylenen “dithyrambos” şarkıları ile varlığını sürdürmekte iken, koronun söylediği bu şarkılara, yanıt veren bir kişi de eklenerek ilk diyalog yapısı oluşturulmuş, zamanla daha fazla oyuncu ve dekor da eklenerek gerçek tiyatro biçimine ulaşılmıştır. Buna bağlı olarak ilk tiyatro şenliği M.Ö. 534 yılında Atina’da yapılmıştır. Festival niteliğinden dolayı popüler olarak nitelendirilebilecek olan bu tiyatrolar, genellikle amfi tiyatro olarak adlandırılan taştan yapılan sahnelerde sergilenirdi. Antik Yunan’da düşünürlerin belirlediği amaçlar doğrultusunda ahlaklı ve erdem sahibi bireyler hedeflenirken, estetik kaygıya da önem verilmiştir. Tiyatro eserlerinde öncelikli olarak insanların karakterlerinin gelişimi ve ruhları ele alındığından, tiyatronun adeta toplumu eğitme görevi üstlendiğini söylemek mümkündür.

2.2. Roma Dönemi

Roma uygarlığına gelindiğinde ise eğitimden çok, oyunlarda pratik bir yarar amacı taşıdığı görülür. Roma tiyatrosunda, Roma İmparatorluğu’nun da uzun yıllar boyu hayatta kalmasına neden olan, daha çok devlete karşı sorumluluklar ve savaş ruhu işlenmiştir. Tiyatro, insanları aile yaşamına ve topluma uyumlu hale getirmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Halkın devlete karşı olan görevlerini yerine getirmesi sahnede yansıtıldığı için otoriteyi temsil ettiği söylenmektedir. Roma tiyatrolarında genellikle gladyatör dövüşleri ve araba yarışları gibi şiddet, hırs, rekabet odaklı etkinlikler seyredilirken, bu etkinliklerin arasına sıkıştırılan Roma tiyatrosu, eğlence isteyen halkın dikkatini çekebilmek için şiddet öğelerini barındıran bir yapı durumuna gelmiştir.

2.3. Orta Çağ Dönemi

Orta Çağ dönemine gelindiğinde, tiyatronun kilise etkisi altına girdiği görülmektedir. Buna bağlı olarak, sahnelenen oyunlarda dini konuların anlatıldığı ve tiyatroda kilise adamlarının yönlendirmeleri görülmeye başlanır. Kilisenin izin verdiği konular haricindeki oyunlar sahnelenmez ve tiyatroda sansür olgusunun varlığı hissedilir. Din adamları, halka dini öğretileri daha kolay aktarabilmek için, İncil’den bölümleri oyunlaştırarak kendi hazırladığı oyunları kilise bünyesinde sergilemiştir. Orta Çağ’da tiyatro düşüncesi yeni bir görüş üretmemiş, din ve ahlak eğitimi gibi antik dönem kuramcılarının düşüncelerini yinelemiştir. Tiyatro düşüncesinin bu dönemde pek fazla gelişememiş olmasının nedeni, Orta Çağ’da tiyatronun yasaklanması, din adamlarının tiyatronun zararları üzerinde bildiriler yayımlamış olmalarıdır. Daha sonra bu baskıcı kilise etkisi, zamanla Rönesans döneminin getirdiği hava ile yumuşamış ve tiyatroya yapılan bu baskıcı tutum hafiflemiştir.

2.4. Rönesans Dönemi

15 – 16. yüzyıl İtalya’sında başlayan bu akım, tüm dünyaya yayılmış ve her alanda olduğu gibi tiyatroda da etkisini göstermiştir. Buna bağlı olarak yazarlar kilise etkisinden kurtularak daha serbest ve estetik kaygı amacıyla eserlerini yazmaya başlamışlardır. Mimari eserlere de bu açıdan önem verilmiş ve Roma tiyatroları inşa edilmeye başlamıştır. Örneğin, İtalya’da Venedikli mimar Andrea Palladio’nun tasarlayıp 1585’te Vincenzo Scamozzi’nin tamamladığı Olimpico Tiyatrosu, Avrupa’nın günümüze ulaşan en eski kapalı tiyatrosudur. Scamozzi’nin, geri plandaki kemerlerin arkasına, sokak sahnelerini gösteren üç boyutlu perspektif panoları yerleştirdiği bilinmektedir. Bu açıdan, Rönesans tiyatrosunun en özgün yönlerinden birinin de perspektife verdiği önem olduğu görülür. Bu dönemde İtalyan tiyatrosu, edebi bir metne bağlı kalmaktan ziyade doğaçlama oyunculuğunun ön plana çıkarıldığı canlı, dinamik bir sisteme dayanan bir yöntem benimsemiştir. İspanya ise tam tersini yaparak tiyatroyu yeniden edebi hale bağladı ve en önemli edebiyat ürünlerini tiyatro alanında vererek duyguya, lirizme ve tutkulu eylemleri ön plana çıkarmıştır. Rönesans etkisi İngiltere’ye gelindiğinde daha geç ve daha zayıf hissedilmiştir. Her ülkede görüldüğü üzere İngiltere’de de Rönesans etkisine kadar tiyatro, saray sansürüne maruz kalıyordu ve saray tarafından izin verilmeyen oyunlar sahnelenmezdi. Buna rağmen Rönesans akımından oldukça etkilenen İngiliz tiyatrosu, saray tiyatrosunun sınırlarını aşan, toplumun her kesimine seslenebilen bir sanat türü yaratmıştır. 17. yüzyılda Avrupa’nın başka ülkelerinde de ulusal tiyatrolar kurulmuştur. Ama, bunların çoğu, sınırlı bir izleyici kesimine yönelen saray tiyatroları olarak kalacaktır.

2.5. Klasik Dönem

Bu dönemdeki oyunlarda genellikle sanat ve doğa esas alınmıştır. Klasik dönemde, Antik Yunan’da olduğu gibi gerçeğe uygunluk gibi biçim kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalınmış, şiirsel dil kullanılmaya devam edilmiştir.Bu dönemde tiyatro sarayın ve aydınların sanatı olarak yer edinmiştir. Tiyatroyu, kurallarını belirlemek koşuluyla benimseyen saray otoriteleri, tiyatroya yasal düzeni koruma görevi yüklemiştir. Tıpkı Antik Yunan dönemindeki gibi kesin kurallara bağlı kalan ve soylu kesime hizmet eden tiyatro, bu gösterişli haliyle halka hitap etmemektedir ve bu yüzden halk tiyatrodan uzaklaşmıştır.

2.6. Romantik Dönem

Romantik dönemde, klasik dönemden farklı olarak, düşünürler insana yönelmiş ve tiyatro yazarları da bu gelişmelerden etkilenerek tiyatronun, seyircisini duygusal olarak etkilemesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Romantik dönemde ticaretin gelişmesiyle orta sınıf güçlenmiş, soylu ve aydın kesime hitap eden tiyatro sahnelerinde, artık güçlenen orta sınıfa hitap eden günlük olaylara ve sıradan kişilere de yer verilmeye başlanmıştır. Oyunlarda günlük konuşma dili kullanılmaya başlanmıştır. Seyirci artık yüce kahraman hikayeleri yerine kendine daha yakın bulduğu ve hayatın içinden olan sıradan kişilerin hikayelerini izlemeyi tercih etmektedir.Tiyatro bu dönemde de toplumu eğitme amacını taşımakla birlikte, klasik dönemden farklı olarak bunu seyirciyi duygulandırma yoluyla yapmayı hedeflemiştir.Ancak bu tür oyunlar pek fazla seyirci çekmediği için, 19. yüzyılda Fransa, Almanya ve İngiltere’de, gişe hasılatını gözetmeyen bir “bağımsız tiyatro” hareketi doğmuştur. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, doğru bilgiye ancak deney yoluyla ulaşılabileceğini iddia eden gerçekçilere karşı, düş gücünün de önemli bir yaratıcı gücü olduğunu savunan, fütürizm, sürrealizm, sembolizm ve estetizm gibi yeni akımlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak bu akımlar kısa ömürlü olmuş ve tiyatro alanında yer edinememişlerdir.

2.7. Çağdaş Dönem

İçinde bulunduğumuz yeni çağda, teknolojinin önlenemez yükselişiyle birlikte, istediği her bilgiye anında ulaşabilen insanlık bu yeni çağın gerektirdiği gibi tüketim sürecine alışmıştır. Buna bağlı olarak tiyatro da bu durumdan etkilenerek “var etmek için var olma” işlevini yitirmiştir. 20. yüzyıl tiyatrosunda dünyanın farklı bölgelerinde, deneysel çalışmaların olduğu görülür. Hepsi farklı amaçlar ve yöntemlerle de olsa, sanatın gerçeği yansıttığı düşüncesine karşı çıkarak, sanatın doğal değil yapılmış bir şey olduğunu savunmuşlardır. Ancak geliştirdikleri deneysel teknikler, tiyatroyu bir vakit geçirme ve eğlenme aracı olmaktan çıkardığı için de çoğu zaman seyirci çekememiş ve zaman zaman halkın tiyatrodan uzaklaşmasına yol açmıştır. O dönemlerde ön plana çıkan bir başka önemli tiyatro konusu ise insanla dünya arasındaki uyumsuzluğu anlatmaya çalışan uyumsuzluk tiyatrosuydu. Uyumsuzluk tiyatrosu, sahnedeki bütün görsel ve duyusal öğeleri en aza indirmeyi hedeflemekteydi. Bu ve buna benzer deneysel çalışmalar değişen toplum yapısına bağlı olarak daha sonralarda da sahnelerde yer edinmeye devam etmiştir. Halen gelişim sürecinde olan çağdaş tiyatro, evrensel olmanın yollarını aramaktadır.

3. Tiyatro Türleri

3.1. Trajedi (Tragedya)

Konusunu efsanelerden veya tarihsel olaylardan alan, acıklı bir şekilde sonuçlanan tiyatro eserlerine trajedi ismi verilir. Adını, Yunancada “keçi türküsü” anlamına gelen “tragedya” kelimesinden alan bu türün ilk örnekleri Antik Yunan’da görülmüştür. Dünya edebiyatında çok eski bir tür olan trajedi alanında; Aiskhylos’un “Zincire Vurulmuş Prometheus”, Sophokles’in “Antigone”, Corneille’in “Attila” ve Racine’in “Andromaque” adlı eserleri bu türün önemli örnekleri arasında yer alır. Türk edebiyatında ise Ali Haydar, Abdülhak Hamid ile Orhan Asena trajedi türünde eserler vermiştir.

3.2. Komedi (Komedya)

İnsan, olay ve durumların gülünç yönlerini ele alıp işleyen oyunlara komedi adı verilir. Komediler pek çok tiyatro türü gibi Antik Yunan’daki çeşitli törenlerde oynanan oyunlardan çıkmıştır. Komedi türünün ilk temsilcisi, Eski Yunan edebiyatı sanatçısı Aristophanes’tir. Fransız sanatçı Moliere’in “Cimri” ile “Kibarlık Budalası”, Rus yazar Gogol’un “Müfettiş” adlı eseri bu türün en önemli eserleri arasında yer alır. Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk tiyatro eseri olan Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”, Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” ile “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”, Turgut Özakman’ın “Ah Şu Gençler” gibi eserleri bu türün bilinen örnekleri arasında yer alır.

3.3. Dram

Hayatın bütün gerçeklerini yansıtmayı amaçlayan ve her sınıftan insana yer veren oyunlar dram olarak adlandırılır. Dramlarda, trajedi ve komedi türlerinin özellikleri bir arada yer alır. Dram türündeki eserlerde hayatın iyi veya çirkin bütün yönleri sahnelenir ve gerçeklik esas alınır. Dram türünde İngiliz yazar Shakespeare ve Fransız sanatçı Victor Hugo’nun eserleri bu türün önemli örnekleri arasında yer alır. Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” adlı eseri ile Abdülhak Hamit Tarhan’ın bazı eserleri bu türün örnekleri arasında yer alır. Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi’nde giren tiyatro türünde; Şinasi, Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer, Haldun Taner, Turan Oflazoğlu, Recep Bilginer ve Orhan Asena gibi isimler, önemli eserler yazmışlardır.

4. Türk Tiyatrosu

Türk tiyatrosu; Anadolu uygarlığını oluşturan farklı toplumların, Anadolu’ya göç eden Türklerin ataları ve İslamiyet’in kabulü ile de ortak bir kültürel birikime dayanan hem Doğu hem de Batı kaynaklı sentez bir seyirlik geleneği çatısı altında gelişmiştir. Eski Türk toplumlarında bir kişi öldüğünde herkesin katıldığı bir törenle gömülür, yas tutulur ve onun anısına şiirler söylenirdi. Bu törenlerdeki dans, şiir ve müzik öğelerinin yer almasıyla birlikte aslında ilkel bir tiyatro olayı gerçekleşmiş olurdu. Tiyatronun Türklerin hayatında ilk olarak bu şekildeki ölüm gibi insan hayatında önemli yere sahip olayların etkisi altında çıktığı bilinmektedir. Türklerin Batı tiyatrosu ile tanışması ise Tanzimat döneminde oluşmuştur. Batı modeli tiyatronun benimsenmesiyle Türk tiyatrosu yeni bir yöneliş içine girmiştir. Her şeyden önce tiyatro da yazılı metne geçilmiş, yabancı yazarlardan yapılan çeviri ve uyarlamalar yanında Türk yazarlar da oyun yazmaya başlamışlardır. Böylece Batıya oranla çok geç de olsa modern anlamda bir tiyatro geleneği başlamıştır. Batı modelinde tiyatronun ülkeye gelmesi sonucunda yeni tiyatro yapıları kurulmuş, topluluklar bu tiyatrolarda düzenli olarak oyun sergilemeye başlamışlardır. Cumhuriyet’in ilanında sonra yeni devlet, Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir toplum kimliği oluşturmada tiyatronun etkin gücünden yararlanmak istemiş ve buna bağlı olarak ülkede tiyatro yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. 1940’lı yıllara gelindiğinde ise, Devlet Konservatuvarları ilk mezunlarını vermiş; şehir tiyatroları gelişmiş, özel tiyatrolar yurt çapında turnelere çıkmış ve çocuk tiyatroları kurulmuştur.

4.1. Türk Tiyatrosu Türleri 

4.1.1. Köy Seyirlik Oyunları

Seyirlik oyunlar, kırsal bölgelerde görülen, kökleri tarih öncesi dini ritüellere uzanan bir tiyatro geleneğidir. Geçmişte Anadolu insanı tarafından kendi yaşamı daha verimli olsun diye gerçekleştirilen ritüeller, zamanla oyuna dönüşerek yaşatılmıştır. Ekim ve hasat zamanı, yılbaşı, düğün, bayram gibi köylü için özel gün ve gecelerde oynanır. Günümüzde eğlence amacıyla oynanan bu oyunlar, Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri inanç kalıntılarının ve Anadolu’da yaşamış milletlerin kültürlerinin etkilerini barındırır. Eğlendirmenin yanı sıra sosyal düzeni koruma, kuşaklararası kültür aktarımını sağlama gibi işlevleri vardır. Geleneksel konuların dışında karı-koca geçimsizliği, gelin-kaynana anlaşmazlığı, kız kaçırma, köyden kente göç gibi köylünün yaşadığı sıkıntılara, güncel sorunlara değinen oyunlar meydana gelmiştir.

4.1.2. Kukla

Kukla, tek bir sanatçının kişileri temsil eden bebekleri oynattığı konuşmalarını ve ses taklitlerini yaptığı bir oyundur. Anadolu’ya Orta Asya Türklerince getirilmiş, 19. yüzyılın sonundan başlayarak önemini yitirmiştir. Konularını halk hikâyeleri, aşk öyküleri, orta oyunu ve Karagöz oyunlarından alır.

4.1.3. Karagöz ve Hacivat

Karagöz ve Hacivat, taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanan, iki boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılan gölge oyunudur. Çin, Moğol, Hint ve Antik Mısır kültürlerinde var olan ve Türkler tarafından da benimsenen gölge oyunu, kahvehanelerin popülerliğinin arttığı bir dönem olan 16. yüzyılın sonlarına doğru Karagöz oyununa dönüşmüş ve sevilen sanat türlerinden biri olmuştur. Bir “tek kişi” oyunu olan Karagöz, deve veya manda derisinden yapılan insan, hayvan veya eşya tasvirlerinin çubuklar yardımıyla oynatılarak ve arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerine yansıtılarak canlandırılması esasına dayanır. Temel tipleri cahil ve kaba, oldukça patavatsız biri olan Karagöz ile yüzeysel bilgisine rağmen her konuda bilgiç bir tavır takınan Hacivat’tır.

4.1.4. Meddahlık

Meddahlık, Orta Asya Türklerinin şaman törenlerinden, Arap hikâye anlatıcılarının ve Anadolu’daki hikâye anlatıcılarının geleneğinden etkilenerek özellikle kentlerde ortaya çıkmış tek kişinin hikâye anlatmasına dayanan bir tiyatro sanatıdır. Konularını büyük şehirlerin günlük hayatından olduğu kadar masal ve halk hikâyelerinden de alan meddahlar yeni ve farklı konularda da hikâyeler anlatabilir, anlatılan olaya ve kahramanlarına göre taklitler, jest ve mimikler yapar.

4.1.5. Orta Oyunu

Orta oyunu, müzik, dans, taklit gibi unsurlardan da yararlanarak seyircinin ortasında oynana doğaçlama oyunlardır. Kimi zaman açık havada kimi zaman kapalı, seyirciyle çevrili bir alanda oynanır. Oyun musiki ile açılır, dramatik temsilden önce köçekler eşliğinde iki başkarakter Kavuklu ve Pişekar olmak üzere tüm oyuncuların katıldığı bir dans gösterisi, sonrasında asıl oyun başlar.

5. Tiyatronun Hukuki Etkileri ve Sansür

İnsanlığın en eski tarihlerinden beri var olan tiyatro, her zaman insanlığın en büyük sorunlarını, sahne üzerinde, ele almıştır. Savaşlar, politik olaylar, toplumsal değişimler, devrimler ve buna benzer toplumu önemli ölçüde etkileyecek tüm olaylar sahneye konmuş ve bu sayede tiyatro, hem döneminin gerçekliğine ışık tutmuş hem de her zamanki eğitici rolüyle insanları bilgilendirmeyi başarmıştır. Augusto Boal bunu “Dramatik eylem gerçek eyleme ışık tutar’’ şeklinde ifade etmiştir. Tiyatronun tüm bunların yanı sıra yaşanan olayları sorgulamak ve insanlara yol göstermek gibi nitelikleri de bulunmaktadır. AİHS m. 10 kapsamında; ‘’Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.’’ şeklinde sadece ifade özgürlüğünü değil, sanatsal ifadeleri de güvence altına almıştır. Ancak buna rağmen dünyada ve ülkemizde farklı örnekleri mevcut olan, baskıcı politikalar sonucunda gerçekleşen yasaklı oyun kavramı meydana gelmiştir. Öyle ki; Ariel Dorfman’ın “Ölüm ve Kız” adlı oyununda toplumsal ve siyasal değişimlerle geçmiş suçların devlet eliyle şimdiki zamanda sorgulanışı, Dario Fo’nun “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” adlı oyununda devlet tarafından işlenen suçlara nasıl kaza süsü verildiği, “Bir Anne” adlı oyununda, bir annenin gözünden terörist olarak nitelendirilen oğlunun tanımlanışı ve sistemin sorgulanması aktarılmaktadır. Ancak bu oyunlarda anlatılan hak ihlalleri yüzünden bu oyunlar, farklı dönemlerde farklı ülkelerdeki iktidarların çeşitli gerekçeleriyle yasak engeline takılmışlardır. Aslında tiyatronun buradaki amacı, dönemindeki olaylara farklı pencerelerden bakarak toplumu da istemsizce bu şekilde bakmaya itip geniş çapta bir etki bırakmak isteğinden fazlası değildir. Bu kapsamda tiyatronun, “hayatı sadece tanımlamayıp, değişmesine de yardım ettiğini” söyleyebiliriz. Paul Rae’nin, “Tiyatro, bazı seslerin uygunsuz şekilde bastırıldığı, bazı bakış açılarının görmezden gelindiği dönemlerde, tüm bunların açık sözlü bir şekilde konuşulabileceği bir alandır” şeklindeki yorumuyla, bu değişmenin tiyatro sayesinde kaçınılmaz olduğunun altını çizmiştir. Türk tiyatro sahnelerinde bilinen ilk sansür ise Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” isimli oyunudur. Öyle ki Namık Kemal sürgüne gönderilir ve devamında oyunun yasaklanmasını öngören bir yasa çıkartılır. Bir başka örnek olarak Şemsettin Sami’nin “Besa yahut Ahde Vefa”sı, Cevdet Kudret’in “Tersine Akan Nehir”i, Nâzım Hikmet’in “Taranta Babu”su, Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”ı ve daha niceleri… Bunlara benzer birçok oyununun yasaklanmasının temel nedeni ülkemizde de 1950 ve 1960’lı yıllarda oldukça ön plana çıkan politik tiyatronun sert eleştirilerini sahne aracılığıyla halka iletmesi ve buna bağlı olarak halkın verdiği tepkilerdir. Politik tiyatro olarak da bilinen türde dünyada ve ülkemizde birçok örnek mevcuttur. Bu türde bir yandan dönemin toplumsal sorunları, ekonomisi, siyaseti ve sosyolojik yapısı incelenirken bir yandan da mevcut olan düzen eleştirilmektedir. Unutulmaması gereken tek şey ise tiyatro metinlerinin, gerçeklerin kurgusal bir düzenle keşfedilmesine hizmet ederken; gerçek dünyanın reddettiği “öteki” şeklinde nitelendirileni var ettikleri, hak ihlallerini ve halihazırda olması gereken hakları ortaya koyarak insan haklarının gelişimine katkı sağlayabileceğidir.

Sonuç

Özetleyecek olursak tiyatro; insanların tüm sorunlarına ortak bir cevap arayan, bazen cevapları bulabilip bazen bulamadığımız, ama en azından o soruları sorma cesareti gösterdiğimiz ve bunu yaparken hem bizi güldürüp hem de düşündürebilen bir sanat dalıdır. İnsanlığın varoluşundan bu yana gelen, en eski tarihlerden beri toplumun gelenekleri çerçevesinde şekillenip, zaman zaman eğitici bir rol üstlenen tiyatronun yazılı kaynaklarca ilk rastlandığı yer Antik Yunan’dır. Antik Yunan ile başlayıp Roma uygarlığı tarafından çeşitli amaçlar edinen tiyatro, Orta Çağ dönemine gelindiğinde kilise ve din adamlarının baskısına uğramış ancak buna rağmen tüm dünyaya yayılarak etkisini göstermeye devam etmiştir. Farklı akımlarla şekillenen ve hemen her kültürden etkilenen tiyatro günümüzde halen eğitici-öğretici rolüne devam etmektedir. Ülkemizde de birçok farklı türüne rastladığımız, Osmanlı’dan bu yana gelen anlayışlarıyla birlikte her geçen gün gelişen tiyatro, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiğinde farklı dönemlerde sansür engeline takılsa da aynı zamanda toplumun sıkıntılarını ve sorunlarını temel almış, insana yol gösteren ve hayatta nasıl yolunu bulacağını öğreten bir sanat haline gelmiştir. 

Hukuk fakültesi öğrencileri olarak tiyatro ile ilgilenenler Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Antalya ve Eskişehir Barosu’nun tiyatro çalışmalarına bakabilirler.

Kaynakça

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

39

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.