Ceza Muhakemesinde Adil Yargılanma Hakkı

Maddi gerçeğin ortaya konmasını amaçlayan ceza muhakemesi süreci hiç şüphesiz adil yargılanma hakkı ile bağlantılıdır.15 min


52

1. Giriş

Bir hukuk devletinin biricik amacı ve vaadi olan “adil bir karar verebilme”, yargılama sürecinin nesnellikle ve yargılamaya ilişkin usul ilkelerine riayet edilerek yürütülmesine bağlıdır. “Adil yargılanma hakkı” ise adil bir karar verilebilmesini güvence altına almaktır; böylelikle adil yargılanma hakkı, kişilere uyuşmazlıklar hakkındaki yargılamalar yönünden usuli güvenceler sağlayan bir norm olarak uygulama alanı bulur. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesi ile adil yargılanma hakkı bir temel hak olarak tesis edilmiş fakat madde metninde açıkça herkesin bu hakka sahip olduğu zikredilmesine rağmen hakkın kapsamına ve unsurlarına yer verilmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi, adil yargılanma hakkını, kişiye iç hukukunda sağlanan bir hakka ilişkin uyuşmazlığın mevcudiyeti halinde yürütülen yargılamayı “medeni hak ve yükümlülükler” ve “cezai alan” olarak iki ayrı bağlamda düzenlemektedir. AİHS m. 6 oldukça kapsamlı ve geniş bir hüküm olup hem birinci kuşak haklara hem de ikinci kuşak haklara ait unsurları ihtiva etmektedir. Adil yargılanma hakkının uygulama alanını belirleyen “medeni hak ve yükümlülükler” ve “cezai alan” kavramları otonom kavramlardır.[1] Bu kavramların otonom olarak anlamlandırılması, AİHS’e taraf olan devletlerin iç hukuklarının bu kavramlara atfettiği anlamın AİHS m.6 bakımından bir anlam ifade etmeyeceğini ortaya koymaktadır. Özerk tanımları ve kavramları ihtiva eden AİHS m.6’nın iki uygulama alanından biri olan cezai alanın, ceza muhakemesi hukukunun işleyişinde doğrudan bir etkisinin olduğu açıktır. Öyle ki, öğretide çoğunlukla AİHS m.6’nın ceza muhakemesi hukukunun merkezini oluşturduğu görüşü paylaşılmaktadır. Bu çalışmada, ceza muhakemesi bağlamında adil yargılanma hakkının önemi üzerinde durulacak ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile düzenlenen kurumlar AİHS m.6 ile bağlantılı olarak değerlendirilerek, özellikle kovuşturma evresi çerçevesinde, bir inceleme yapılacaktır.

2. Adil Yargılanma Hakkının Cezai Alanı 

AİHS m.6’nın özerk ve kapsamlı yapısı dikkate alındığında Sözleşme’deki diğer hakların korunabilmesinde “adil yargılanma hakkının” merkezi bir rolü olduğunun kabulü gerekir.[1] Nitekim, temel amacı maddi gerçeğin araştırılması olan ceza muhakemesi sürecinin insan haklarına uygun bir şekilde yürütülebilmesi AİHS m.6 ile güvence altına alınmıştır. AİHS m.6/1’de adil yargılanma hakkının cezai alanda da uygulanacağı ifade edilmiş olup anılan fıkranın uygulama alanı bulması, bir uyuşmazlığın mevcut olması ve bu uyuşmazlığın ceza hukukuna ilişkin milli hukukça tanınan bir hak, hak iddiası ya da yükümlülükle ilgili olmasına koşullarına bağlıdır.[2] AİHS m.1 ile sağlanan güvenceler üç ayrı unsur olarak ele alınabilir: mahkemeye erişim hakkı, kurumsal güvence, ve hakkaniyete uygun yargılanma. 

Mahkemeye Erişim Hakkı

Suç isnadı altında bulunan bir kişi, uyuşmazlığa ilişkin savunma ve iddialarını mahkeme önünde yapabilme ve mahkemeden uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını talep etme hakkına sahiptir. Suç isnadı altında bulunan kişinin, uyuşmazlığı mahkeme önüne taşımasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal etmektedir.[1] Mahkemeye erişim hakkı, cezai bağlamda, medeni hak ve yükümlükler bağlamında olduğu gibi mutlak bir hak değildir; birtakım sınırlamalara tabi tutulabilir. Nitekim, mahkemeye erişim hakkı mahiyeti itibariyle devletlerin düzenleme yapabilmelerine müsait bir haktır. Yargı bağışıklığı halleri, usul hukuku kurallarına uyulmaksızın yargılama talep edilmesi gibi sebeplerle mahkemeye erişim hakkı sınırlanabilir. Fakat her halde, sınırlama, amacıyla orantılı ve meşru olmalı ve hakkının özüne dokunmamalıdır.

Kurumsal Güvence

Adil yargılanma hakkının suç isnadı altında bulunan kişiye sağladığı kurumsal güvence, kişinin kanunla kurulmuş tarafsız ve bağımsız mahkemelerce yargılanmasıdır. Kovuşturma evresinde, ceza muhakemesi süjelerine karşı tek başına olan sanığın kendisine isnat edilen suçlamayı iyi bir şekilde anlayıp kendini savunabilmesi, şüphesiz, kanuni, tarafsız ve bağımsız bir varlığı haiz olan bir mahkeme önünde mümkün olacaktır. Kanunla kurulmuş bir mahkemenin tarafsızlığı objektif tarafsızlık ve sübjektif tarafsızlık olmak üzere iki yönlüdür. Sübjektif tarafsızlık, yargı yerinin -mahkemenin- kişisel önyargı ve bakış açılarından sıyrılmasını; objektif tarafsızlık ise mahkemenin sübjektif tarafsızlığının zedelenmiş olduğuna dair haklı kuşkuları ortadan kaldıracak yeterli güvencelerin sağlanmış olmasını ifade eder. Mahkemenin bağımsız olması koşulu ise hakimlerin bağımsızlığı ile ilintili olarak ele alınmaktadır. Zira, hakimlerin bağımsızlığının, mahkemelerin bağımsızlığının hem bir önkoşulu hem de doğal bir sonucu olduğu açıktır. AİHM, mahkemelerin bağımsızlığını değerlendirirken yargının yasama ve yürütmeye karşı bağımsız olması, ve hakimlerin herhangi bir kişi veya kurumdan emir almaması kriterlerini kullanmaktadır.[1]

Hakkaniyete Uygun Yargılanma
AİHS m.6/1 ile sağlanan “hakkaniyete uygun yararlanma” güvencesi, yargılamanın aleni olmasını, makul sürede tamamlanmasını, hukuki dinlenilme hakkını ve silahların eşitliği ilkesini hususlarını da ihtiva etmektedir.

3. Ceza Muhakemesi Evrelerinde Adil Yargılanma Hakkının Başlangıcının Tespiti 

AİHS m.6 ile sağlanan güvencelerin ceza muhakemesinin hangi evresinden itibaren uygulanacağı öğretide tartışmalı bir husus olup AİHM içtihatlarına da konu olmuştur. Madde hükmünde “mahkeme” (yargı yeri) ifadesinin yer alması nedeniyle, yargılama sürecinden önceki ve sonraki aşamalarda uygulanabilirliği tartışılmıştır.[1]Özellikle soruşturma evresi bakımından adil yargılanma hakkının uygulanması hususunda görüş ayrılıkları vardır. AİHS m.6/3-a ile, şüpheliye isnadın bildirilmesi ve haklarından haberdar edilmesi düzenlenmiş olup suç isnadı altında bulunan kişiye “en kısa sürede” suçun niteliğinin ve sebebinin bildirilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Mezkûr fıkrada geçen “bildirme” fiilin ceza muhakemesi hukukumuzda iddianamenin tebliğinin karşılığı olduğu kabul edilmektedir.[2] Özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen AİHS m.5/2 hükmü, kamu davasının açılmasından önceki evrede -dolayısıyla iddianamenin tebliğinden önce- yakalama veya tutuklama koruma tedbirlerine tabi olan şüphelinin isnadı öğrenme hakkına ilişkin olarak uygulama alanı bulur. Anayasa m.19/4 hükmü de AİHS m.5/2’ye paraleldir. Elbette, AİHS m.6/3-a uyarınca, şüpheliye suçun sebepleri ve niteliği hakkında yapılacak bilgilendirme, AİHS m.5/2’nin gerektirdiği bilgilendirmeye nazaran daha kapsamlı ve detaylı olacaktır. Nitekim AİHS ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ceza muhakemesi pratiğindeki tezahürü, iddianamede bulunması gerekli hususları düzenleyen CMK m.170 hükmünün şüpheliye suç isnadının ayrıntılı bir biçimde açıklanmasını gerektirmesidir.[3]

AİHM içtihatları, kovuşturma evresinden önce meydana gelmiş ve doğrudan veya dolaylı olarak adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmuş olabilecek vakıaların muhakemenin bir bütün olarak değerlendirilmesi yoluyla ele alındığını ortaya koymaktadır. Zira soruşturma evresinde meydana gelen hak ihlalleri, ceza muhakemesinin bütününe etki edecektir. Soruşturma evresinin merkezi süjesi şüphelidir, ve şüphelinin savunma hakkını etkin bir şekilde kullanabilmesi ceza muhakemesi evrelerinin kül olarak selameti için gereklidir. [4] Dolayısıyla, şüphelinin muhatabı olan diğer ceza muhakemesi süjelerinin işlemlerinde de adil yargılanma hakkının korunması lazımdır. Nitekim, ceza muhakemesi hukukunda, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan “silahların eşitliği ilkesi” geçerli olup hâkim, savcı, kolluk karşısında bilgisiz ve tecrübesiz bir konumda yer alan şüpheli/sanığın adil bir şekilde yargılanabilmesi sağlanmalıdır.[5]

4. Adil Yargılanma Hakkının İddianamenin Kabulü Ve İadesi Müesseseleriyle Birlikte Değerlendirilmesi  

Ceza Muhakemesi Kanunu İkinci Kitap İkinci Kısım’da “kamu davasının açılması” düzenlenmektedir. CMK m.170 uyarınca, soruşturma evresi nihayetinde, toplanan deliller suçun işlendiğine ilişkin yeterli suç şüphesi oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı bir iddianame hazırlayıp mahkemeye vermekle görevlidir. İddianame ile şüpheliye isnadın bildirilmesinin AİHS m.6/3-a ile sağlanan, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan isnadı öğrenme hakkı ile paralel olduğu yukarıda belirtilmişti. İddianamenin tebliği yoluyla isnadın bildirilmesinin, “savunma hazırlamak için yeterli zaman ve imkana sahip olma hakkı” unsurunu ihtiva eden AİHS m.6/3-b ile de ilişkili olduğu belirtilmelidir.[1]

Her ne kadar AİHS ile isnadın öğrenilmesinin bağlı olduğu bildirim belirli bir şekil şartına tabi tutulmamışsa da, Türk ceza usul hukukunda sözlü bildirim olanağı bulunmayıp bildirim yazılı şekilde düzenlenen iddianame ile yapılacaktır. Nitekim, AİHS m.6/3-a’nın hükmüyle ve AİHM içtihatlarıyla ortaya koyulan kriterler bildirimin mahiyeti hakkında yol gösterici olup ortaya koyulan kriterleri Türk hukukunda karşılayan müessese “iddianamenin tebliğidir”. Bahsi geçen kriterler; bildirimin, isnadın niteliğini ve sebeplerini ihtiva etmesi, isnadı etraflıca açıklaması, şüphelinin anladığı dilde yapılması, en kısa sürede yapılmasıdır.

İsnadın etraflıca açıklanması, fiilin sanığa soyut bir şekilde açıklanması anlamına gelmemektedir; sanığın fiili nerede, ne zaman, ne şekilde işlemekle suçlandığının ayrıntılı bir şekilde kendisine açıklanmasıdır. Bu sayede sanığın savunma hakkını etkin bir şekilde kullanabilmesi için savunmasını mevcut suçlamaya göre hazırlaması mümkün olacaktır.[2]

5. İddianamenin İadesi

CMK m. 174’te hüküm altına alınan “iddianamenin iadesi” ile soruşturma evresinin etkin bir şekilde yapılması ve kovuşturma evresine iyi hazırlanmış bir dosya ile giriş yapılmasıyla bu evrenin en kısa sürede sona ermesi sağlamak amaçlanmıştır.[1] Şüphesiz ki, iddianamenin, mümkün olduğunca, en doğru ve eksiksiz hali ile mahkemeye sunulması adil yargılanma hakkını tesis edebilmenin koşullarındandır. Zira, 5271 sayılı CMK ile hukukumuzun bir parçası olan iddianamenin iadesi ve kabulü kurumları, CMUK döneminde bu kurumların eksikliğine bağlı olarak yaşanan adil yargılanma hakkı ihlallerine son vermek saikiyle mevzuatımıza girmiştir.[2]

İddianamenin iadesi ile isnadın somutlaştırılmasının soruşturma evresinin sonunda tamamlanması amaçlanmış, yargılama aşamasına ertelenmemiştir. Böylelikle, kovuşturma evresine geçilmeden önce, şüpheli, iddianamenin kendisine tebliğ edildiği anda hakkında savunma yapacağı isnadı öğrenmiş olacaktır. Bu durum, hem duruşmalarda hâkim ve Cumhuriyet savcısı karşısında aciz bir konumda yer alan sanığın silahların eşitliği ilkesi uyarınca korunmasına hem de savunma hakkının güvence altına alınmasına hizmet eder. [3]

5271 sayılı CMK’nın iddianamenin iadesi kurumu ile amaçladığı yeniliklerden biri de, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan makul sürede yargılanma hakkının tesis edilmesidir. Zira iddianamesinin iade olunması ihtimali olan Cumhuriyet savcısı, delilleri toplarken ve toplatırken daha özenli olacak ve dosyayı yeterli hale getirecektir. İddianame iade edilirse, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini gerektirecek bir hal olmaması kaydıyla, Cumhuriyet savcısı, mahkemenin iade kararında gösterilen eksikleri tamamlayıp hataları düzelttikten sonra yeniden iddianame düzenleyecektir. Bu sayede tek celse esasının gerçekleşmesi amaçlanmıştır.[4]

İddianamenin iadesi sebepleri, CMK m.174’te şekle ilişkin aykırılık (CMK m.170’teki hususları içermemesi), isnat edilen suçun mevcut delillerle ilişkilendirilmemesi, yalnızca şüphelinin aleyhine olan hususların gösterilip lehine olan huşuların gösterilmemiş olması, kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiğinin belirtilmemiş olması, iddianamenin suçun sübutuna doğrudan etki edecek mevcut bir delil toplanmadan düzenlenmesi, soruşturma dosyasından ön ödemeye, seri muhakemeye, uzlaştırmaya tabi olduğu açıkça anlaşılabilen dosyalarda sayılan usuller uygulanmaksızın iddianame düzenlenmesi, soruşturma veya kovuşturma yapılması izne veya talebe bağlı suçlarda izin alınmaksızın veya talep olmaksızın iddianame düzenlenmesi olarak sayılmıştır. CMK m.174/1-d hükmü 2019 değişikliği ile düzenlenmiş olup usul ekonomisi ve makul sürede yargılanma hakkını gözeten bir değişiklik olmuştur.[5] Nitekim, bir yargılamanın izne veya talebe bağlı kılınmasındaki amaç, bu hususların soruşturma evresinde gözetilmiş olunup takip edilmesi ve gereğinin yerine getirilip getirilemeyeceğinin sorgulanmasıdır. Yargılamanın izne veya talebe bağlı olduğu ahvalde izin alınmaz veya talep edilmezse kamu davası açılmamış olunacaktır. Dolayısıyla bu sebebe dayanılarak iddianamenin iade edilmesi, kişiye makul sürede yargılanma hakkını tesis ederek ceza muhakemesinin adil yargılanma hakkı muhafaza edilerek yürütülmesine imkân vermiş olacaktır.

İddianamenin İadesi Kararının Denetimi Çerçevesinde Adil Yargılanma Hakkı

Delillerin duruşma evresine geçilmeden önce toplanmış olması, yargılamanın makul sürede tamamlanması amacına hizmet etmektedir. Buna bağlı olarak, hakimler, önlerine gelen iddianamede, suçun sübutuna doğrudan etki etmeyen delilleri (CMK m. 174/1-b) tespit ederek iddianamenin iadesi kurumunu işlevsel bir şekilde kullanmakla yükümlüdürler.[1]

CMK’da iddianamenin iadesi kararına karşı yalnızca savcının itiraz edebileceği düzenlenmiş olup mağdur ya da vekilinin savcıyı bu hususta harekete geçirmesi mümkündür. İade kararı üzerine C. Savcısının ne şekilde hareket edeceği ise CMK m.174/4’te düzenlenmiştir.

İddianamenin iadesi kurumunun ceza muhakemesinin etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesine olan katkısı ve adil yargılanma hakkının unsurlarını pek çok açıdan karşılaması gün gibi ortada olmasına rağmen adil yargılanma hakkının tesisi için yeterli bir değişiklik değildir. Zira yargılamanın makul sürede tamamlanması, ancak ceza muhakemesi süjelerinin yeterli nitelik ve nicelikte olmasına bağlıdır. Bu anlamda hâkim ve savcıların aldığı eğitimin kalitesi de adil yargılanma hakkının tesisinde önemli bir rol oynamaktadır.[2] Ceza muhakemesinde yer alan süjelerin özen ahlakına riayet eden, nitelikli ve donanımlı olması, soruşturma ve ara muhakeme evrelerinin eksiksiz ve verimli bir şekilde yürütülmesini ve dolayısıyla iddianamenin iadesi kurumunun işlevsel bir şekilde kullanılmasını mümkün kılacaktır.

6. İddianamenin Kabulü Kararlarına Karşı Kanun Yolu Öngörülmemiş Olması 

İddianamenin kabulü ile ara muhakeme evresi sona ermekte ve kovuşturma evresi başlamaktadır. CMK ile düzenlenen iddianamenin iadesi sebeplerinden hiçbiri bulunmuyorsa iddianame kabul edilir ve kamu davası açılmış olur. CMK m.174/5 ile iddianamenin iadesi kararlarına karşı denetim yolu öngörülmüş olmasına rağmen iddianamenin kabulü kararlarına karşı başvurulacak bir yol olmaması adil yargılanma hakkını zedeleyecektir. İddianamenin kabulü kararları kesin olup iddianamenin kabulü ile yapılan aslında geçici bir değerlendirmedir. Muhakemeye doğrudan tesir edecek asıl değerlendirme, kovuşturma evresinde yapılacaktır. Kovuşturma evresi nihayetinde verilecek olan hüküm ise kanun yollarına tabi olacaktır. Fakat, yine de iddianamenin iadesi kararları için bir denetim mekanizmasının eksikliği, ceza muhakemesinin süjeleri arasındaki “silahların eşitliğini” bozacaktır. Silahların eşitliği ilkesinin ihlali sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edileceği, bu hususta tartışılmalıdır.[1]

7. Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararının Yargısal Denetimi Ve Adil Yargılanma Hakkı 

CMK m.172’de Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebileceği düzenlenmiştir. Soruşturma evresinin nihayetinde, yeterli şüpheye ulaşılamazsa veya kovuşturma olanağı bulunmuyorsa bu karar verilebilir. Kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi, etkin soruşturma yapma yükümlülüğü ile bütünlük içinde değerlendirilmelidir. Kovuşturma olanağının bulunmaması durumu ise dava şartlarının bulunmaması olarak anlaşılmalıdır. [1] Kovuşturmaya yer olmadığı kararının gerekçesi bertaraf edilmediği müddetçe tekrar soruşturma başlatılamaz. Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının denetimi için CMK m.173’te -CMUK’ta olduğu gibi- “itiraz” deyimi kullanılmış olup bu yol uygulamada çoğunlukla “kovuşturma davası” olarak anılmaktadır.[2] Kovuşturmaya yer olmadığı kararının denetimi için öngörülen yol esasında bir yargısal denetim olduğu için madde başlığındaki “itiraz” deyiminin yerinde olmadığı doktrinde ifade edilmektedir.[3]

Bilindiği üzere, ceza hukukunda şahsi hak davalarının yeri olmayıp yalnızca Cumhuriyet savcısının açmaya yetkili olduğu kamu davaları söz konusudur. Kamu davası açma yetkisinin Cumhuriyet savcısında olması, bu yetkiyi tekelleştirme olarak yorumlanmamalı; asıl gayenin, ceza muhakemesinin etkin ve pürüzsüz bir şekilde yürümesinden ehil bir süjeyi sorumlu tutmak olduğu anlaşılmalıdır. Nitekim, Cumhuriyet savcısının, kamu davasının açılmasındaki yetkisi “otomatik” değildir. Cumhuriyet savcısı, kendisine ulaşan bir olayın asılsız olup olmadığını belirlemek için muhakeme aşamalarını yürütmekle ve araştırma yapmakla yükümlüdür.[4] Dolayısıyla, ceza muhakemesinin yürüyüşünde ve kamu davasının açılmasında bu denli söz sahibi olan Cumhuriyet savcısının kararlarına karşı bir denetim yolu öngörülmüş olması adil yargılanma hakkının gereğidir. “Kovuşturma davası” ile amaçlanan, kamu davası açma mecburiyeti ilkesinin denetimini sağlamaktır. Kanun’da kovuşturma davasını ancak “suçtan zarar görenin” açabileceği düzenlenmiş olsa da, doktrinde bu deyimin geniş yorumlanması gerektiği savunulmaktadır. Zira “suçtan zarar gören” kişinin talebi, yargılamada üçüncü kişi konumunda bulunan “failin” cezalandırılması iken AİHS m.6 ile adil yargılanma hakkı korunan kişi ise “suç isnadı altında bulunan” kişidir. Bu durumda, suçtan zarar görenin suç isnadı altında bulunmadığı için AİHS m.6’nın sağladığı korumadan yararlanamayacağı gibi bir sonuca varılmaktadır. Fakat, AİHS “suç isnadı” kavramını otonom bir kavram olarak kullanmakta olup iç hukuktaki tanımlamalarla bağlı kalmayacaktır. Dolayısıyla, CMK’nın kullandığı “suçtan zarar gören” deyimi geniş yorumlanarak AİHS’in korumasına uygun hale getirilmelidir.[5]

8. Duruşma Hazırlığı Ve Duruşma Devrelerinde Adil Yargılanma Hakkı 

Duruşma hazırlığı devresi, tarafların fiziksel olarak bir araya gelmediği, fakat iddianamenin kabulü ile başlayıp mahkeme başkanınca duruşmayı hazırlamak için biçimsel işlemlerin yapıldığı evredir. Bu evrede, duruşmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve genel olarak ceza muhakemesinin salahiyeti amaçlanmaktadır.[1] Duruşma günü mahkemece belirlendikten sonra, duruşma gününü ve saatini belirten çağrı kâğıdı, iddianame ile birlikte sanığa (ve müdafine) tebliğ olunur. CMK m.176 ile düzenlenen bu husus ile “isnadı öğrenebilme hakkı” güvence altına alınmaktadır. Sanığın savunmasını hazırlayabilmesi için çağrı kağıdının tebliği ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre olması gerektiği düzenlenmiştir. Bu husus da savunma hakkının güvence altına alınmasının bir gereği olup savunma hakkının kısıtlanması mutlak bozma sebebidir. CMK m.190/2 ile, çağrı kâğıdı kendisine duruşma gününden bir haftadan az süre önce tebliğ edilmiş sanığa, duruşmaya ara verilmesini talep etme hakkı tanınmıştır. Sanığa bu hakkının hatırlatılmaması ise AİHS m.6/3-b’nin ihlaline sebebiyet verecektir.[2]

Bu kısımda, “duruşma devresi” geniş anlamıyla ele alınıp delillerin ortaya konulup son kararın verilmesine kadar süren devre olarak kabul edilecektir. Kovuşturma safhasının en önemli devresi duruşmadır. Nitekim, duruşma delillerin ikame edildiği ve maddi gerçeğe ulaşılması konusunda ceza muhakemesi süjelerinin aktif olarak rol aldıkları devredir. Ceza adaleti bu devrede sağlanmaktadır çünkü tüm bu yürütülen ceza muhakemesi faaliyetleri duruşmada meşruiyet kazanacaktır. Savunma makamının en etkin şekilde rol alabildiği ceza muhakemesi devresi olan duruşma, adil yargılanma hakkının sağlanması açısından özel bir önemi haizdir.[1]Nitekim, suç isnadı altında bulunan kimsenin mahkemede hazır bulunarak hakkındaki iddialara cevap verebilmesi, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.

AİHS m.6/3 Çerçevesinde Sanığın Duruşmada Hazır Bulunma Hakkı

Suç isnadı altında buluna kişinin, kendisi ile ilgili yürütülen duruşmaya katılabilmesi, sanığın duruşmada hazır bulunma hakkıdır. Bu hak AİHS m.6/1’de açıkça sayılmamış fakat AİHS m.6/3’te “suç isnadı altında bulunan kişinin” haklarını düzenlerken hakkaniyete uygun yargılanmanın gereği olarak düzenlenmiştir. Sanığın duruşmada hazır bulunma hakkı, kendini savunma hakkının yanı sıra, kendisi aleyhine beyanda bulunan tanıklara soru sorma hakkını da içermektedir.[1] Ayrıca, sanığın duruşmada hazır bulunma hakkının, AİHS m.6/1 ile sağlanan ve ceza muhakemesine hâkim ilkelerden olan “aleniyet ilkesinin” de bir sonucu olduğu belirtilmelidir.

Sanığın duruşmada hazır bulunması, kural olarak, zorunlu olup “hazır bulunma” bir yönüyle hak, bir yönüyle de yükümlülüktür. Zira sanık etkin bir savunma yaparak hakkındaki iddiaları çürütebilmeli ve aynı zamanda duruşmada bulunarak ahvali hakkında bilgi vermiş olmalıdır. Çünkü Türk Ceza Kanunu ile hakimlere cezaların tayininde geniş bir takdir yetkisi tanınmış olunup hâkimin, duruşmada hazır bulunan sanığın hali hakkında öngörü sahibi olması önemlidir.

Sanığın Kaçak Ve Gaip Olması

CMK m.247/3 ile kaçak sanık hakkında kovuşturma yapılabileceği; daha önce sorgusu yapılmamış olduğu takdirde hakkında mahkûmiyet kararı verilebileceği düzenlenmiştir. Görülüyor ki, CMK sanığın yokluğu halinde duruşma yapılmasına imkân vermektedir. CMK m.247/4’te ise duruşma yapıldığı takdirde kaçak sanığın müdafii yoksa, mahkemenin barodan bir avukat görevlendirilmesini isteyebileceği düzenlenmiştir. Bu iki fıkra beraber yorumlandığında, kaçak sanığın yokluğunda duruşmanın -sorgu hariç- baştan sona icra edilebileceği ve sanık tekrar geldiğinde sorgusunun yapılması suretiyle hakkında hüküm kurulabileceği gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Fakat, hal böyle olduğunda sanığın delilleri tartışma, suç isnadını çürütebilme ve tanıklara soru sorma hakları ihlal edilmiş olacaktır. Sanığın yokluğunda duruşmanın kül halinde icra edilebilmesinin meşruiyeti ancak sanığın duruşmada bulunmaktan bilinçli olarak feragat ettiği durumlarda söz konusu olabilir. Sanığın duruşmada bulunmaktan bilinçli olarak feragat edip etmediği ise tebligatın usulüne uygun olarak yapılmış olmasına bağlıdır.[1]

Alıntılar

[1]Taner, s. 310; Şeker, Hilmi (2017), “Duruşmaya Katılma Hakkı”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı 2017/1, s.227.

[1]Kolcu, s. 259.

[1]Taner, s.293.

[1]Öztürk, s. 421.

[2]Taner, s. 289.

[1]Özbek, Doğan, Bacaksız, s.517. 

[2]Öztürk, s. 163.

[3]Taner, Fahri Gökçen (2018), “Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararına Karşı Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru: Dar, Sarp ve Kısmen Açık Bir Yol”, TBB Dergisi, Sayı 135, s. 189.

[4]Uğur, Hüsamettin (2007), “Ceza Muhakemesinde Kovuşturma Mecburiyeti İlkesinden Maslahata Uygunluk İlkesine”, TBB Dergisi, Sayı 73, s.283.

[5]Taner, “Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararına Karşı Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru: Dar, Sarp ve Kısmen Açık Bir Yol”, s.195.

[1]Öztürk, s. 419; 

[1]Yıldırım, Erkan (2020), “Son Düzenlemeler Özelinde İddianamenin İadesi Kurumu”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Sayı 42, s. 180.

[2]Baştürk, İhsan (2013), “Adil Yargılanma Hakkının Korunmasında Hâkim ve Savcı Eğitiminin Rolü”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı 4, s. 58.

[1]Özbek/Doğan/ Bacaksız, s. 508-510.

[2]Tanrıkulu, s. 79. 

[3]Karakehya, Hakan (2007), “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 6. Maddesi Işığında Ceza Muhakemesinde Duruşma” (Doktora), Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.76.

[4]Karakehya, s. 150; Özbek /Doğan/ Bacaksız, s.506.

[5]Özbek /Doğan/ Bacaksız, s.495.

[1]Feyzioğlu, Metin (2004), “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 6/3-aUyarınca İsnadın Bildirilmesi ve Türk Hukuku”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı 55, s. 104.

[2]Feyzioğlu, s. 107; Öztürk, s. 

[1]Tanrıkulu, Sezgin (2006), “Adil Yargılanma Hakkı ve İddianamenin Kabulü, Tebliği, İadesi”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı 64, s.73.

[2]Taner, Fahri Gökçen (2019) Ceza Muhakemesi Hukukunda Adil Yargılanma Hakkı Bağlamında Çelişme ve Silahların Eşitliği, 1. Baskı, Ankara, Seçkin, s. 162.

[3]Öztürk, s.411 

[4]Taner, s.159; Öztürk, s. 392

[5]Özbek, Veli Özer/ Doğan, Koray/ Bacaksız, Pınar (2020) Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Baskı, Ankara, Seçkin, s. 189.

[1]Çelik, s.54.

[1]Çelik, Abdullah (2014) Adil Yargılanma Hakkı Rehberi,1. Baskı, Ankara, Anayasa Mahkemesi Yayınları, s.31.

[1]Kolcu, Selahattin (2018), “Adil Yargılanma Hakkı Çerçevesinde Sanığın Duruşmada Bulunma Hakkı ve Segbis Sistemi”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 92, Sayı 43, s. 249.

[2]Atalı, Murat/ Ermenek, İbrahim/ Erdoğan, Ersin (2019) Medeni Usul Hukuku, 2. Baskı, Ankara, Yetkin, s. 106; Öztürk, Bahri (2020) Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Ankara, Seçkin, s.78.

[1]Sırma, Özge (2008), “Ceza Muhakemesinde Adil Yargılanma Hakkı”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, s.95.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

52

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.