Hukuku Sinemada Görmek*

Işığa hükmeden sinema, etrafımızı saran hukuk düzenini de evrensel bir dille beyaz perdeye yansıtıyor.17 min


37

Giriş

Hukuk, toplumların ve bireylerin gündelik hayatını doğrudan etkileyen bir yapı olduğu için tüm diğer sanatlarda olduğu gibi sinemada da sıklıkla ele alınan bir temadır. Bu çalışmada, hukukun Sümerler’den günümüze dek uzanan[1] serüveninin yaklaşık olarak son yüz yılında var olan sinemada hukukun temsil biçimleri, ele alınan bazı örnek filmler üzerinden incelenmiştir. Film seçiminde öncelikle kült olanlar tercih edilmiştir. Hukuku konu alan filmler incelendiğinde, geniş bir coğrafyaya ve farklı toplumlara yayılmış olduğu görülse de ağırlıklı olarak örnekleri ABD sinemasında bulunmaktadır.

Hukuk, çok eski tarihlerden beri sinemanın konusu haline gelmiştir. Birçok filmin temel hikayesi farklı gibi görünse de içerisinde hukuk bağlamında ele alınabilecek çokça öge bulunmaktadır. Bu açıdan incelendiğinde, toplumun hukuk algısının oluşumu, gelişimi ve değişiminde sinemanın etkisi göz ardı edilemez. Bu etkiyle toplumda gelişen algı, kimi zaman hukukun adaleti sağlamada güçlü ve olumlu yegane araç olduğu, kimi zaman ise yargının tarafsızlığına duyulan şüphe ile adaletin ancak bireyin kendi eliyle sağlanabileceği (ihkak-ı hak)[2] yönündedir. Bu anlamda ele alındığında sinemanın çok kolay ulaşılabilir ve oldukça etkili bir kaynak olması itibariyle toplumun temel taşı olan hukuk sistemini ele alırken özenli olması gerekir.

I. Sinemanın Konusu Olarak Hukuk

“Evrensel dil bulundu!”

Lumiere kardeşlerin ilk film gösterimlerindeki bir izleyici (1896)

Sinemaya sıkça konu olan hukuk hem bir imge olarak insani duyguları yansıtabilirlik açısından hem de insanlar ve toplumlar arasındaki ilişkiyi çok büyük bir kitlesel tüketim alanına taşıması açısından etkilidir. Bir hukuk filmi izleyiciye birçok mesaj iletebilir. Örneğin, Yalancı Yalancı filminde başrolün -savunma avukatı Fletcher Reede- bir avukat olarak sürekli yalan söylemesi ve hatta bunu özel hayatında da çok fazla yapması konu alınır. Bu avukat karakter izleyicide halihazırda toplumda yaygın olan ‘avukatlar hep yalan söyler’ düşüncesini güçlendirmektedir. Bu açıdan sinemanın hukuku her zaman olumlu bir şekilde yansıtmadığı söylenebilir. Dolayısıyla hukuk filmleri, hikayesine ve hukuka dair göndermek istediği olumlu/olumsuz mesajlara göre konusunu belirleyebilir.

Bir hukuk filminde genellikle jüri[3], hakim, savcı, avukat ve hukuk sisteminin diğer ögeleri bulunur. Bunlar elbette hikayeye ve filmin geçtiği ülkeye göre değişebilir. Hukuk uygulamaları, yargı mekanizmaları, jürilik kurumunun varlığı neredeyse bütün ülkelerde farklılık gösterir. Örneğin jüri kurumu Türkiye’de geçen bir hukuk filminde kendine yer bulamaz, ancak ABD’de geçen hukuk filmlerinde sıkça işlenir. Bir başka örnek olarak kimi ülkelerde idam cezası bulunurken kimi ülkelerde bu ceza yürürlükten kaldırılmıştır[4]. Bu durumun sonucu idam cezası olan ve olmayan ülkelerin filmlerinin arasında büyük farklar yaratabilmektedir.

Hukuku konu alan filmlerde bulunan mekanlar ile yaşanan olaylar ve çatışmalar oldukça çeşitlidir. Mekan olarak, seyirciyi hukuk bağlamında düşünmeye zorlamak için çoğunlukla mahkeme salonu, adliye, hukuk bürosu gibi yerler tercih edilir. Hukuku pozitif veya negatif olarak ele almalarının dışında hukuk filmleri, işlediği konu, bağlam, hukuki durum ve taraflar açısından incelenebilir.

A. Mahkeme Salonu Dramaları/Yasal Dramalar

“Mahkeme salonunda en iyi hikayeyi kim anlatırsa o kazanır.”

John Quincy Adams, Amistad[5]

Bir mahkeme salonu draması, genellikle hukuk sistemi ve onun uygulamalarına odaklanan bir filmdir. Amerikan Film Enstitüsü (AFI) öykülerinde adalet sisteminin kritik bir öneme sahip olduğu filmler için ‘mahkeme salonu dramı’ tanımını kullanır[6]. Bu türdeki filmlerde, genelde mahkeme salonlarında yaşananlar anlatılsa da yasal işlemlerin herhangi bir aşaması konu edilebilir. Filmlerde avukatın iç dünyasına ve karşılaştığı zorluklara verdiği tepkilere de sıkça değinilir.

Yasal dramalarda, haksız yere mahkum edilen insanlarla ilgili hikayeler sıkça işlenir. Kelebek, Esaretin Bedeli, Bülbülü Öldürmek, Yeşil Yol bunlardan birkaçıdır. Bu filmler izleyiciyi yargının tarafsızlığı, hukuka olan güven gibi konuları sorgulamaya itebilir.

Birçok filmde politikleşmiş sorunlar da işlenir. Örneğin, Rüzgarın Mirası, çoğunlukla mahkeme salonunda geçen Amerikan yapımı bir filmdir. Film, 1925’teki Scopes Monkey Davası’nı[7] konu alır. Bir öğretmen olan John Scopes, bu davada Darwinist teorinin öğretisini yasaklayan bir devlet yasası[8] kapsamında suçlanır. Scopes dönemin yasasının emrettiğinin aksine, son bilimsel çalışmalara, deneysel gözlemlere dayanan bilgileri öğretmek ister. Film, bu olay üzerinden sekülarite, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, mahalle baskısı gibi birçok hukuki ve ahlaki meseleyi ele alır.

Kefernahum, yoksul bir hayatın içinde, kalabalık bir ailede yaşayan 12 yaşındaki Zain’in öyküsünü anlatan bir filmdir. Zain, umudun olmadığı bir ailede, okula gitmek yerine çalışmak zorunda bırakılır. Kız kardeşi Sahar, adet görür görmez, henüz 11 yaşında olmasına rağmen, birkaç tavuk karşılığında evlendirilir. Sahar’ı kurtarmaya çalışan Zain başarılı olamayınca evden kaçar ve iş ararken tanışıp dost olduğu Etiyopyalı göçmen bir kadın olan Rahil ile yaşamaya başlar. Rahil kaçak yaşamaya devam ederken parası yetmediği için sahte kimlik edinemez ve yakalanır. Bir süre Rahil’in bebeği ile birlikte yaşamaya devam eden Zain sonunda bebeği kendisine vaat edilen İsveç’e göç imkanı ve bir miktar para karşılığında kaçakçı bir adama verir. Göç işlemleri için gereken belgeleri almaya evine dönen Zain, evdeki yas havasını hisseder ve Sahar’ın kocası tarafından öldürüldüğünü anlar. Evden bir bıçakla koşarak çıkan Zain, Sahar’ın kocasını bıçaklayınca cezaevine düşer. Cezaevindeyken televizyonda izlediği bir canlı yayına telefonla bağlanan Zain, ailesine dava açmak istediğini söyler. Bu noktadan sonra Zain, mahkemede verdiği mücadele ile beraat eder ve son planda pasaport için fotoğraf çekilirken görülür.

Kefernahum, Lübnan’da sosyal adaletsizliğin kontrolden çıktığına işaret ederken temel hak ve özgürlüklerin önemini vurgular. Sağlık, beslenme, eğitim, sığınma ve çalışma hakları olmayan karakterlerin yaşadığı zorlukları ele alan filmde Zain, telefonla bağlandığı canlı yayında “Çocuk yetiştiremeyecek olan insanlar çocuk yapmasınlar.” diyerek çocuk hak ehliyetinin başlangıcını[9] bir anlamda yeniden tanımlar. Mahkemede hakime anne ve babasının bir daha çocuk yapmalarını istemediğini belirten Zain, hakimin “Bir daha çocuk yapacaklarını sanmıyorum.” sözleri üzerine annesinin karnını işaret ederek “Peki ya karnındaki?” diye sorar. Bu sahne Türk Medeni Kanunu üzerinden değerlendirilecek olursa; velayetin kapsamı ve çocuğun korunması ile ilgili yasalarla[10] bir bağlantı bulunabilir. Kefernahum, her ne kadar Lübnan yapımı da olsa, dünyanın neresinden olursa olsun izleyicilerine temel hak ve özgürlükleri sorgulatmaktadır.

12 Öfkeli Adam, hem baştan sona hukuk ve adalet temalı olmasıyla hem de önermeleriyle tamamen evrensel nitelikte bir filmdir. Filme adını veren 12 adam, ABD hukuk sisteminde önemli bir role sahip olan jüri üyelerini ifade etmektedir. Babasını öldürmekle yargılanan 18 yaşındaki Latin Amerikalı bir gencin akıbetini belirlemek üzere karar odasına çekilen jüri üyelerinin neredeyse hepsi gencin suçlu olduğu fikrindedir. Delillere dair şüphe duyan jüri üyesi Davis -8 numaralı jüri üyesi- kararından dönmez ve tüm detayları değerlendirerek gencin suçsuz olduğu yönünde analizler yapar. Geri kalan jüri üyeleri gencin ilk başta suçlu olduğunu düşünseler de, Davis’in tezlerini mantıklı bularak birer birer fikir değiştirirler. Öyle ki gencin suçlu olduğunu en ateşli biçimde savunan jüri üyeleri bile Davis’in mantık yürütmelerine karşı gelemez, her gözden geçirilen delile dair şüphe duyarak sanığın suçsuz olduğu yönünde karar verirler. Film, hukuk sistemi, masumiyet karinesi, idam cezası gibi konuları eleştirel bir şekilde ele alır.

12 Öfkeli Adam, birçok sinema eleştirmeni tarafından gelmiş geçmiş en iyi film olarak değerlendirilmesinin ve IMDB’de en yüksek puanlı ilk 5 film içinde olmasının[11] dışında, hukuk uygulayıcılarının önyargılarını, mantık ve vicdan ölçütlerini yakından inceler. Duruma ırkçı bir perspektifle yaklaşarak önyargılarıyla hareket eden ve delilleri dogmatik değerlendirerek sorgulama ihtiyacı duymayan jüri üyeleri, hukuk sisteminin çok kritik bir ilkesini hiçe saydıklarının farkında değildirler. Makul şüphe standardı, Amerikan ceza muhakemesi usulünde hayati bir rol oynamaktadır[12]. Eldeki deliller sanığın suçu işlememiş olma ihtimalini ortadan kaldırmamıştır. Jüri üyeleri düşünmeden ve sorgulamadan hüküm vermeye çalışarak masumiyet karinesi kuralını unutmuşlardır. Tüm detaylıca değerlendirmeden ve yargılama süreci sonuçlanmadan Latin Amerikalı gencin katil olduğuna bu denli kanaat getirmeleri hatalıdır. “Kişi suçlu olmadan bir suçla suçlanabileceği için, temel bir adalet ilkesi davacıların iddialarını kanıtlamasını ve sanığın suçlama ile yargılama arasındaki ilişkide masum olarak kabul edilmesini gerektirir.”[13]

Saatler süren tartışma boyunca yükselen sesler, yaşanan gerilimler, filmin de tek mekanda geçmesiyle izleyiciyi klostrofobik bir ruh haline soksa da, 8 numaralı jüri üyesinin haklı mücadelesi adil bir hüküm ile sonuçlanır. 12 Öfkeli Adam, sürü psikolojisinin, önyargıların, ırkçılığın ve salt inancın getirebileceği yıkıma karşılık verilen mücadelenin zafere ulaşmasıyla adaletin ‘olan’ değil ‘yapılan’ olduğunu gözler önüne sermektedir.

B. Hapishane/Mahkum Filmleri

Hapishane filmleri, adından da anlaşılabileceği gibi hapishane, mahkumiyet, suç ve ceza üzerine anlatı unsurları içerirler. Filmlerde, en azından büyük oranda, mekan olarak hapishane kullanılır ve mahkumlar, gardiyanlar, hapishane yöneticileri, infaz görevlileri, avukatlar ve benzeri karakterler tasvir edilir.

Esaretin Bedeli, hapishane filmi denilince, çoğu sinema izleyicisinin aklına ilk gelenlerden biridir. Filmdeki ana karakter Andy Dufresne, onu aldatan eşini ve birlikte olduğu adamı tabanca ile öldürmeye karar verir. Ancak son anda bu kararından vazgeçer. Buna rağmen olay yerinde Andy’nin olay yerini terk ederken geride bıraktığı silah ve iki ceset bulununca cinayeti işleyenin Andy olduğuna hüküm getirilir. Shawshank Hapishanesi’ne gönderilen Andy, daha en baştan kötü bir muamele görse de zamanla kendine arkadaşlar edinir. Muhasebeci olmasının kazandırdığı yetenekler sayesinde gardiyanların ve hapishane müdürünün mali sorunlarını çözmesine yardımcı olan Andy, hapishanede çeşitli ayrıcalıklar elde eder. Bu anlamda film izleyicide mahkumların hepsine eşit davranılmadığı yönünde bir izlenim oluşturur. Film, Andy’nin küçük bir çekiçle yıllar boyu hapishane duvarından bir tünel kazarak kaçması ve hapishane müdürü için aslında var olmayan bir kişi üzerine bankaya yatırılan kara parayı da alarak özgürlüğüne kavuşması ile son bulur.

Akademi Ödülleri dahil olmak üzere birçok ödül kazanan film, izleyicinin suçu, yargıyı, adaleti sorgulamasına sebep olur. Film ceza, infaz, bankacılık başta olmak üzere hukukun hemen her alanından birçok farklı durumu inceler. Bu film, ilk hapishane filmi olan Prison Bars’dan[14] 90 yıldan daha fazla bir süre sonra yayınlanırken bu tür film yapımcılığındaki en eski filmlerde bulunan temel unsurların birçoğunu içeriyor: tutuklu bir kahraman, zalim hapishane çalışanları ve mahkumlar, kurumsal şiddet ve kaçış.[15]

C. Kişilerin Kendi Adaletlerini Kendilerinin Sağladığı Filmler

Bu filmlerde karakterler sorunlarını çözmek için hukuk yoluna başvurmaz veya hukuk yoluyla çözüm bulamadıkları sorunlarını yasadışı yollarla kendi başlarına çözmeye ve böylece adaleti sağlamaya çalışırlar. İhkak-ı hak olarak adlandırılan ve genellikle zor kullanılarak gerçekleştirilen kendi adaletini sağlama eylemi, hukuken yasaktır. Filmlerde olaylar genellikle iyilerin kazanıp kötülerin kaybetmesiyle sonuçlandığından, hukukun adaleti sağlamada yetersiz kaldığı algısı hakimdir. Kişilerin kendi adaletini sağladığı filmler, intikam eylemine de odaklanır. Öznel bir değerlendirmenin ürünü olan adaletsizlik inancı, nesnel bir şekilde ele alınmadıkça bir inanç olmaya devam eder. Diğer bir deyişle, intikamın doğması için birilerinin belirli bir durumda gerçekten adaletsizlik yapmış olması gerekmez, onların adaletsizlik yaptığına inanılması yeterlidir.[16]

Zincirsiz, ABD iç savaşının öncesinde, köleliğin henüz sürdüğü 1858-59 yıllarında[17] siyahi kölelerin hayatlarını ve özellikle Django isimli siyahi kölenin özgürleşerek karısını kurtarmasını konu alır. Hayatı boyunca köle olarak yaşamış Django, karısından ayrı düşmüş bir şekilde hayatını köle olarak sürdürmeye devam etmektedir. Doktor Schultz, üzerlerine para ödülü konmuş ve ‘ölü ya da diri’ olarak aranan suçluları öldürüp adaleti sağlarken para kazanan bir adamdır. Django’nun eski sahiplerinin üzerine konan ödül sebebiyle, onları bulabilmesi için Django’yu kurtarır ve yanına alır. Yol boyunca birçok suçluyu ‘avlayarak’ ilerleyen Doktor ve Django arasında bir samimiyet oluşur. Django’nun hikayesinden etkilenen Doktor, ona yardım etmeye karar verir. Doktorun desteğiyle silah kullanmayı ve kendini daha iyi ifade etmeyi öğrenen Django, Doktor ile birlikte karısının yaşadığı çiftliğe gider. Burada Django’nun karısını köle olarak satın almaya çalışsalar da gerçek niyetleri anlaşılır, çıkan çatışmada Doktor ölür. Bu çatışmanın ardından Django tutuklansa da buradan da zekasıyla kurtularak kalan düşmanlarını yener ve karısını kurtarır.

Doktor film boyunca kelle avcılığı yapar, mevcut yasal düzen içinde hareket eder. Doktorun bir adalet insanı olduğu söylenebilir. Filmin sonunda Django’nun karısını kurtarmak için de yasal bir plan yapsalar da, hukuk işe yaramaz, adalet sağlanamaz ve kaos doğar. Bu kaostan lehine düzen çıkaran Django olur. Bu ve benzeri filmlerin genel önermesi ‘mevcut hukuk sistemi içinde tatmin edilemeyen adalet istenci, ancak sistemin yıkılıp yerine adaleti karşılayacak olanın getirilmesiyle tatmine ulaşır.’ şeklindedir. Django da hukuk dahilinde adaleti sağlamak için yola çıksa da başaramaz, ancak kendi hukukunu uygulayınca kendisinin ve karısının zincirlerini kırar.

İçimdeki Deniz, geçirdiği kaza sonucu genç yaşında felç geçiren ve yalnızca boynundan yukarısını hareket ettirebilen Ramon Sampedro’nun ötanazi yoluyla hayatını sonlandırmak için yıllar boyunca verdiği hukuki mücadeleyi anlatmaktadır. Filmin hem senaristi hem de yönetmeni olan Alejandro Amenabar bir röportajında “Ramon’un hikayesi anlatılmayı hak etmiyorsa, bu benim için film yapımının sonu demektir.” sözleriyle senaryonun dayandığı yaşanmış olayın kendisini ne kadar etkilediğini ifade etmiştir.[18] Henüz 26 yaşında bir denizciyken sahilden suya atlayış yaptığı sırada suların çekilmiş olduğunu fark etmeyen Ramon, boynunun üzerine çakılır ve tetrapleji geçirir. Tetrapleji, tıpta bedenin belirli bir kısmının veya tümünün bir yaralanma ya da hastalanma sonucu kullanılamaz hale gelerek felç olması durumudur.[19]

Gerçekte Ramon Sampedro’nun ölümü 1998 yılına tekabül eder. Bu tarih bizim için önemlidir zira ötanaziye ilişkin tartışmalar bu tarihlerde, başka bir deyişle yirminci yüzyılın ikinci yarısında yükselişe geçmiştir. Bu yükselişin nedenlerine yönelmiş çalışmalar iki temel neden üzerinde durmaktadır. Bunların ilki, tıbbi, teknolojik bir süreç olarak ölümün savaşılması gereken bir kötülük haline gelmesi, ikincisi ise tekil yaşamların değerli oluşu ve insanların bu değerli yaşam hakkında karar verebileceğine dair bakış açısı temelinde bireycilik ve otonominin yükselişi ve bu kavramların yaşam hakkının diğer bütün hakların önünde bir hak olduğu savı ile yarışmasıdır.[20]

Ramon, felç olduktan sonra sürekli hayatına son vermek istese de, bunu kendi başına yapması mümkün değildir. İspanya yasaları, iyileşme ihtimali olmayan ve acı çeken hastaların intiharına yardım edenler için hapis cezası öngörmektedir.[21] Geçtiğimiz nisan ayında 30 yıldır MS hastası olan ve terminal seviyesine ulaşan hasta eşinin intiharına yardım eden kocası tutuklanmıştır.[22] İspanya parlamentosu, 2018 yılında ötanazi yasası ile ilgili tasarıyı kabul etmiş ve mevzuatın parlamentodan geçmesi durumunda 2020 yılından itibaren terminal hastalar hayatlarını sonlandırmak için sağlık hizmetlerinden yardım talep edebilecektirler.[23]

Ramon’un davası 1997 yılı sonunda İspanya Anayasa Mahkemesi önüne gelir, ancak oradan da Ramon’un talebine olumsuz bir yanıt çıkacağı kesin gibidir. Bunun üzerine Ramon kiraladığı apartman dairesinde intihar planını dostlarının her birine suç oluşturmayacak kadar küçük görevler vererek gerçekleştirir. Film burada bitse de, gerçekte olaylar Ramon’un ölümünden sonrasında sürmüştür. Süreç boyunca Ramon’a destek olan Ramona, en büyük şüpheli olarak görülür. Ölümünden sonra vasiyeti İspanyol basınında yayınlanınca, binlerce kişi Ramon’un yakınları tarafından imzaya açılan “Ramon Sampedro’nun ölümüne yardım ettim.” şeklindeki metni imzalayınca Ramona suçlanabilecek kişi olmaktan çıkar.

Ötanazi hakkı için mücadelesi boyunca Ramon’a destek olan Saygın Ölme Hakkı Derneği[24], Ramon’a davalarında avukat desteği sunmuştur. Anayasa Mahkemesi’nde gerçekleşen duruşmada dernek avukatı mahkemenin Ramon’un talebini ahlaki ve dini kurallara dayanarak reddetmesi üzerine laik İspanya Devleti’nin anayasası ile çelişki içinde olduğunu söyler.

İçimdeki Deniz, yaşam hakkı kadar ölüm hakkının da bireyin kendisinin tasarrufunda olması gerektiği önermesini ele almaktadır. Film bireyin yaşadığı çelişkileri; fiziksel ve psikolojik acıları; dini otoritelerden Anayasa Mahkemesi’ne toplumun çeşitli odaklarının tepkilerini sunmaktadır. Hem film hem de filme kaynaklık eden gerçek olayın detayları yaşam ve ölüm hakkı üzerine önemli bir inceleme alanı sunmaktadır.

II. Hukuku Sinemada Yargılamak: Pozitif ve Negatif Temsil

Hukuk temalı, hukuki bir süreci konu alan veya senaryosunda hukuk ve adalet üzerine anlatı unsuru içeren çok fazla film bulunmaktadır. Öyle ki, IMDB’de bir kullanıcının paylaştığı “Hukukla İlgili Filmlerin Çok Uzun Listesi” başlıklı liste yüz yıldan uzun bir zamana yayılan 494 filmden oluşmaktadır.[25] Elbette hukuk filmleri diye tanımlanan filmlerin tümü hukuku; yasama, yürütme ve yargı uygulamalarından bir veya birkaçını; konu edinilen hukuk sistemindeki çeşitli noktalar üzerine çeşitli görüş ve önermeler içermektedir. Bunların içinde hukuku olumlayan görüşler ve önermeler olduğu gibi olumsuz anlamda eleştirel yaklaşanlar da mevcuttur.

A. Hukukun Sinemada Pozitif Temsili

Sinemada hukukun pozitif temsiliyle, hukukun varlığını ve işlerliğini göstermek amaçlanır. Bu temsiller iyiyi ve gerçeği temsil eden hukuk öznelerini, yasaları ve diğer mekanizmaları olumlarken kötüyü ve yasadışı olanı olumsuzlar.

Hukukun pozitif temsilinin bir örneği olarak 12 Öfkeli Adam verilebilir. Filmin ilk sahnelerinde adliyenin içinden rastgele görüntülerle izleyicide bir boşluk duygusu oluşturulur. Ardından hakimin karar alması için jüriye talimat verdiği sahnenin sakin fakat hızlı geçişi görülür. Bu geçiş esnasında kamera sanığın yüzüne odaklanır ve dissolve efekti[26] ile jüri odası belirirken yitip giden yüz, izleyiciye sanığın kaderinin belirsizleşerek artık film boyunca izleyeceğimiz jürinin elinde olduğunu; dolayısıyla jürinin gücünü ifade eder.

Film boyunca tüm delillere şüpheyle yaklaşarak sanığın suçluluğunun kesin olmadığını ve suçsuz olabileceğini savunan 8 numaralı jüri üyesi, beyaz giyinen tek karakterdir. Sanığın suçsuzluğuna en son ikna olan 3 numaralı jüri üyesi ise en koyu takım elbiseyi giyinmiştir. Beyaz renk 8 numaralı jüri üyesi ile özdeşleşerek tarafsızlığı ve masumiyeti simgelerken; 3 numaralı jürinin siyah renkli takım elbisesi ise önyargıyı ve dogmatizmi temsil eder. Böylece film genel algıda iyi ve kötü olarak çağrışan beyaz ve siyah renkleri ilgili karakterler ile eşleştirerek tarafsız ve gerçekçi işleyen hukuki sürecin adaleti sağlayacağı yönünde güçlü bir önermede bulunmaktadır.

“Film her ne kadar bir yönüyle jüri sisteminin tirani boyutlarını, karar alma sürecinin öznelliğini sorunsallaştırsa, eleştirse de; adalet sarayının, yani hukukun somutluğunun adaletle ilişkisini anlatması açısından önemlidir. Film, asıl amaç olarak izleyiciye hukukun hakikatini sunar. Gerçek adaletin devasa kolonlu adalet saraylarında tecelli edeceğini öğretir.”[27]

B. Hukukun Sinemada Negatif Temsili

Sinemada negatif temsil, hukuk söz konusu olduğunda oldukça yaygındır. Özellikle avukat karakterlerin nasıl ele alındığını inceleyen bir çalışmada 225 filmin 85 tanesinde negatif bir karakterizasyon, 25 tanesinde ise negatif ve pozitif karakterizasyonun karışık bir şekilde olduğu yönünde bir değerlendirme yapılmıştır.[28] Negatif temsilin bu denli yaygın olmasının temel sebeplerinden birisi insanların avukatlara genelde zor, mutsuz, iflas etmiş, suç işlemiş ve benzeri durumlarda gitmesidir. İnsanların öncelikle temas ettiği hukuk öznesi olan avukatlar, hukuk denilince akla gelen ilk figür olma özelliğini taşır. Bu nedenle hukuk filmlerinde sıkça gördüğümüz avukatlar mutsuzluğu, kötülüğü ve çatışmayı sıkça temsil ederler.

Bu temsile sahip filmler arasında Şeytanın Avukatı, çok izlenmiş ve kültleşmiş bir yapımdır. Filmde hukuk, adaleti sağlamaktan ziyade güçlü olmak için kullanılan bir araç olarak ele alınmaktadır. Hiç dava kaybetmemiş genç bir avukat olan Kevin Lomax, New York’taki büyük bir hukuk bürosunda işe alınır. Üstün avukatlık yetenekleriyle bütün davaları kazanmaya devam eden Lomax, yeni işinde de başarısını sürdürür. Filmin sonlarına doğru beliren Lomax’ın başarısının kaynağı olarak şeytanın oğlu olması durumu, izleyiciye avukatların doğasının kötü olduğunu ifade eder. Film, yalnızca doğasında kötülük barındıran avukatların başarılı olduğunu hissettirir. Hatta Alexander Cohen davasında Lomax jüriye müvekkili olan Cohen’i sevmediğini ve hoş bir insan olmadığını, hem mesleki hem de özel hayatında kötü bir insan olduğunu söyleyerek savunmasına başlar. Bu sahneyle Şeytanın Avukatı, avukatların ruhsuz ve sosyopat kişilikler olduklarına dair bir göndermede bulunur. Avukatlar her türlü kötülüğün farkındadır ve kötülüğü savunarak, her türlü hileye başvurarak onu kurtarırlar. ‘Şeytanın avukatlığını yapmak’ deyimi de tam olarak bunu ifade etmektedir.

“Filmde güçlü bir avukatlık firmasının sahibi olan Şeytan’ın adı özellikle ilgi çekicidir: John Milton. Bu John Milton karakteri İngiliz şair ve romancı John Milton’dan bir başkası değildir. Metne iyice bakıldığında Paradise Lost’tan alıntılar olduğu kolayca göze çarpar. Milton Paradise Lost’ta Tanrı’nın karşısına Şeytan’ı koyarak, ona verilen cezanın çok da adil olmadığını anlatır; düşmüş bir melek olarak Şeytan en az diğer melekler kadar hak etmiştir cennette kalmayı aslında. Bu yüzden Tanrı’nın cezası her zaman adil olmayabilir; yani, Tanrı da adaletsiz olabilir. Şeytan bu adaletsizliği cehennemdeki bütün iblisleri yanına toplayarak gidermek ister ve insan üzerinden Tanrı’dan hesap sorar. Kitaptaki bu anlatımı filmde de buluruz. Bir metafor olarak Şeytan hukukun ta kendisidir. Kevin de hem onun oğlu hem de avukatı olarak hukukun temsilcisidir. Filmin en etkileyici sahnesinde yönetmen, Milton (Al Pacino)’un ağzından, “cennete yükselecek pis kokular hukuktan geçer ve bunu da yapacak olan sensin Kevin” diyerek hukukçuların günahlarını teslim eder.”[29]

Sonuç

Hukuk, sıklıkla işlenen bir tema olarak toplumların ve bireylerin hayatını doğrudan etkileyen bir yapıdır ve sinemada birçok farklı temsil biçimiyle yer alabilir. Bu çalışmada sinemada ele alınan hukuk konu ve pozitif/negatif temsil bakımından değerlendirilmiştir.

Işığa hükmeden sinema, dünyayı fiziksel olarak olmasa da düşünsel olarak daha ulaşılabilir hale getirmiştir. Akademi ve Altın Palmiye ödüllü yönetmen Federico Fellini sinemanın yaşamın sonsuz tutkusunu barındırdığını söyler.[30] İnsanlık, yaklaşık 120 yıldır yaşam ve onu oluşturan elementler başta olmak üzere neredeyse yaşadığı ya da düşlediği her şeyi filme almaktadır. Kameraya kaydedilenler ise yalnızca sanat değil, aynı zamanda insanların ve toplumların birbirleriyle yaşadığı ilişkilerin de ayrılmaz bir parçası olduğu devasa bir bellektir. Bu belleğin neredeyse her köşesinde hukukun izleri bulunmakla birlikte, yeniden ve yeniden üretilmeyi, insanlığa ışık tutmayı beklemektedir.

Dipnotlar

*Kolektif, Hukuku Sinemada Görmek, 2. Baskı, İstanbul: Tekin Yayınevi, 2017.

[1] Kürşat Koçak, Koloni Çağında Hukuk, Nevşehir Barosu Dergisi, Sayı: 1, Mart 2014, s. 168.

[2] “Eski devirlerde, Devlet teşkilatının henüz çekirdek halinde bulunduğu dönemlerde herkes kendi hakkını kendisi korur ve elde ederdi (ihkak-ı hak). Bu o devir için bir zaruretten kaynaklanmakta idi.” N. Kağan Kocaoğlu, Roma Hukukunda Adli Teşkilatlanma, Ankara Barosu Dergisi, Sayı: 1, 2013, s. 189.

[3] Jüri: Adaletin uygulanmasına katılan yurttaşlar topluluğu.

[4] en.w1kipedia.org/wiki/Capital_punishment#Contemporary_use, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.

[5] Clark D. Cunningham, But What Is Their Story, Emory Law Journal, Sayı: 52, 2003, s. 1151.

[6] www.afi.com/afis-10-top-10/, çevrimiçi, 9 Ekim 2019.

[7] en.w1kipedia.org/wiki/Scopes_Trial, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.

[8] Butler Yasası: (Bölüm 1) Tennessee Eyaleti Genel Kurulu tarafından onaylanarak; devlet tarafından devlet okulu fonlarından tamamen ya da kısmen desteklenen üniversite ya da liselerdeki veya diğer bütün devlet okullarındaki herhangi bir öğretmenin İncil’de öğretildiği gibi insanın İlahi Yaratılış hikayesini inkar eden herhangi bir teoriyi ve İlahi Yaratılış yerine insanın daha düşük bir hayvan düzeninden geldiğini öğretmek yasadışıdır. (1922’de yürürlüğe giren yasa 1967 yılında yürürlükten kaldırılmıştır.)

[9] “Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.” TMK m. 28/2.

[10] “Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar.” TMK m. 339/1.

“Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır.” TMK m. 346.

(Velâyetin kaldırılması halinde çocukların bakım ve eğitim giderleri) “Ana ve baba ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu giderler Devletçe karşılanır.” TMK m. 350/2.

[11] www.imdb.com/chart/top?ref_=nv_wl_img_3, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.

[12] Yasal süreç, kişiye isnat edilen suçun maddi kanıtları makul şüphenin ötesine geçmedikçe suçlanan kişiyi korur. Bkz. ABD Yüksek Mahkemesi, In Re Winship, 1970, 397 U.S. 358.

[13] François Quintard-Morenas, The Presumption of Innocence in the French and Anglo-American Legal Traditions, The American Journal of Comperative Law, Sayı: 58, Kış 2010, s. 110.

[14] www.imdb.com/title/tt0152075/, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.

[15] Dawn K. Cecil, Prisons in Popular Culture, Oxford University Press, Mart 2017, s. 4.

[16] Yavuz Adugit, İntikam: Adaletin Estetiği, Sanat ve Tasarım Dergisi, Gazi Üniversitesi, Cilt: 1, Sayı: 1, 2008, s. 17.

[17] Kölelik, 13. Değişiklik onaylanıncaya kadar ABD’de yasaklanmamıştı. (en.w1kipedia.org/wiki/Slave_codes, çevrimiçi, 19 Ekim 2019).

[18] http://www.bbc.co.uk/films/2005/02/01/alejandro_amenabar_the_sea_inside_interview.shtml, çevrimiçi, 16 Ekim 2019.

[19] www.merriam-webster.com/medical/quadriplegia, çevrimiçi, 16 Ekim 2019.

[20] İrem Burcu Özkan, İçimdeki Deniz: Yükümlülük Olarak Yaşam – Hak Olarak Ölüm, Hukuku Sinemada Görmek, Tekin Yayınevi, 2. Baskı, 2017, s. 84.

[21] Özkan, s. 85.

[22] https://english.elpais.com/elpais/2019/04/05/inenglish/1554457430_857997.html, çevrimiçi, 17 Ekim 2019.

[23] https://english.elpais.com/elpais/2018/06/27/inenglish/1530085050_067473.html, çevrimiçi, 17 Ekim 2019.

[24] orj. DMD: Derecho a Morir Dignamente, https://derechoamorir.org/, çevrimiçi, 19 Ekim 2019.

[25] www.imdb.com/list/ls052213020/, çevrimiçi, 18 Ekim 2019.

[26] Bir planın sonunu öbür planın başlangıcı ile üstüste bindiren, böylece birinci plan eriyerek kaybolurken ikinci planın belirdiği optik etki.

[27] Abdurrahman Saygılı, Sinema ve Hukuk: Bir Tür Olarak Hukuk Filmleri, 2014, s. 72-73.

[28] Michael Asimow, Bad Lawyers in Movies, Nova Law Review, Sayı: 24, s. 584-591.

[29] Saygılı, s. 74.

[30] https://tr.wikiquote.org/wiki/Sinema, çevrimiçi, 18 Ekim 2019


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

37

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.