Klonlama, Kök Hücre Çalışmaları ve Biyotıp Sözleşmesi

Hukukun görevi; sosyal hayatta, bilimde, teknolojide yaşanan gelişmelere ayak uydurup düzeni sağlamaktır. Kök hücre ve klonlama gelişmeleriyle ilgili hukuki çalışmaları irdeledik.6 min


75

Genetik mühendisliğindeki gelişmeler, teknoloji ve bilim ışığında giderek yükselmektedir. Tıp, kimya, gıda, tarım ve hayvancılık alanları gen teknolojisinden en çok yararlanılan alanlardandır. Önceden imkansız diyebileceğimiz birçok çalışma günümüz gen teknolojisiyle mümkün hale gelmiştir. Gen teknolojisinin mümkün kıldığı çalışmalardan birisi de klonlamadır. Ancak insan ya da organ klonlamaları genetik, etik ve hukuksal sorunları da beraberinde getirmiştir.

Eşeysiz üreme yöntemi kullanılarak genetik yapıları aynı canlılar oluşturmaya klonlama denilmektedir. İlk klonlama çalışmaları 80’li yıllarda başlamış ve 1997 yılında erişkin bir koyunun klonlanmasıyla ivme kazanmıştır. Klonlama sonucu dünyaya gelen ilk canlı Dolly adında erişkin bir koyundur. Deneyde 227 yumurta hücresinden 29 tanesi bölünme aşamasını tamamlamış ve çekirdek transferi yöntemiyle diğer koyunların rahmine yerleştirilmiştir. Bunun sonucunda koyunlardan 13 tanesi gebe kalmış fakat yalnızca bir tanesi başarılı doğumu gerçekleştirebilmiştir. Bu çalışma klonlama karşıtlarının tepkisini almış ve çalışmaların önü kesilmeye çalışılmıştır. Engellemelere rağmen 26 Kasım 2001’de Advanced Cell Technology (ACT) ilk kez bir insan embriyosunun klonlandığını duyurmuştur. İnsan klonlamaya çok da yabancı olmamakla birlikte tek yumurta ikizleri birbirlerinin doğal klonlarıdır. Laboratuvar ortamında gerçekleştirilen ise yapay klonlamadır. İnsan klonlama üreme hücreleri kullanılmadan vücut hücreleriyle yapılmaktadır. Klonlamada kalıtımsal özellikler aynen alınırken sonradan edinilen özellikler klona aktarılamaz. Örneğin bir liderin klonu olmuşsa bile klonun liderlik özelliklerine sahip olacağı söylenemez. Klonlama bir organizmanın genetik ikizi oluşturulması haricinde üreme amaçlı, tedavi amaçlı ve rekombinant DNA teknolojisi ya da DNA klonlaması amaçlarıyla da yapılabilmektedir. Klonlama çalışmalarını gerçekleştiren bilim insanları, klonlamanın asıl hedefinin yeni bir birey oluşturmak değil, kök hücre üretip hastalıkların tedavisinde kullanmak olduğuna değinmiştir. Kök hücrelerin bir kısmı organları, bir kısmı saç, tırnak, kan ve deri gibi vücut kısımlarını oluşturmaktadır. Kök hücre üreten bilim insanları, üretilen kök hücrelerin tedavi amaçlı olduğunu hatta organ nakli hususunda yardımcı olacağını söylemektedirler. Buradaki sorun kök hücrelerin nereden üretileceğidir. Kök hücreler insan embriyosundan elde edilir. Bu da demek oluyor ki, bir insanın hayatını kurtarmak için bir insan klonunun hayatına son verilmesi gerekeceğidir.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’ne göre  ‘’İnsan Klonlanması’’  etik olarak kabul edilemez. WHO’a göre üreme hakkındaki temel ilkeler ihlal edilmiş olacaktır. Bunlar, insan onuruna saygı duymayı ve insanın genetik materyalinin güvenliğini korumayı içermektedir. İnsan klonlamanın türlerine göre hukuki değerlendirme yapacak olursak, tedavi amacıyla kullanılacak kök hücre çalışmalarını ‘’yetişkin organizmaların klonlanması’’ ve ‘’embriyonik organizmaların klonlanması’’ şeklinde ikiye ayırabiliriz. Yetişkin organizmaların klonlanması belli şartlar altında ciddi hukuki problemlere yol açmaz. Bu müdahaleler hastanın bilinçlendirilmesi ve rızası, hekim tarafından gerekli müdahalenin yapılması vb. şartların gerçekleşmesiyle hukuka uygun duruma gelmektedir. Embriyonik kök hücreler, yeni embriyoların üretilmesi amacıyla bölünür. Buradaki sorun ileride insan olacak bir  embriyonun iş bitince imha edilecek bir yedek organ deposu olarak görülmesidir. İnsanların araçsallaştırılması gerek insan hakları gerekse insan onuruna aykırı bir durumdur. Bu nedenle, tedavi amacıyla da olsa bu durum etik değildir.

Türk pozitif hukuku açısından bakacak olursak, klonlamanın ceza hukuku ve tazminat hukuku bakımından bir sorun teşkil etmediği görülmektedir. Çünkü Türk Hukukunda embriyonik kök hücre çalışmaları, bu aşamada Anayasa ve Ceza Kanunu bakımından herhangi bir hakkın süjesi olamamaktadır. Temel bir insan hakkı olan yaşama hakkı embriyonlar için söz konusu değildir. Embriyonlar ancak çocuk düşürme konusunda, ceninin yaşam hakkı kapsamında incelenebilir ve korunabilirler. Fakat Türk Hukuku açısından bu korunmanın sağlanması için de bazı şartlar gereklidir;

  •  Öncelikle böyle bir korunma için embriyonun ana rahminde olması gerekmektedir. Aksi halde hukukumuzda ana rahmi dışındaki embriyonun korunmasına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır.
  •  İkincisi, gebelik süresi 10 haftayı doldurmalı ve gebelik süresince anne yaşamını tehlikeye sokacak bir durum yaşanmaması gerekmektedir. Aksi halde ceninin yaşamına hukuken son verilebilir. Bu koşullar dahilinde  kök hücre çalışmalarına konu olan embriyo, bir ceninin yaşam hakkı çerçevesinde korunabilecektir.

Bu durumda yasalarca hastalıkların tedavisi ve başka amaçlarla embriyoların kullanılmasında sakınca görülmemektedir. İnsan hakları bakımından etik olmayan bu olay insanın araçsallaştırılması, daha açık bir ifadeyle tedavide kullanıldıktan sonra parçalanması bir insan adayının yaşama şansının elinden alınmasından başka bir şey değildir. Öyle ki, insanların kendi kopyalarını üretmek istemesi hastalandıklarında klonlarını yedek organ deposu olarak görmeleri organ ticareti sahasının oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

İnsan hakları ve onurunun tıptaki ve genetik mühendisliğindeki gelişmeler karşısında kendini korumasına insanın varlık olarak üstünlüğü ilkesinden yola çıkarak imkan veren ilk uluslararası sözleşme İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’dir. 4 Nisan 1997 tarihinde kabul edilen sözleşmenin tam adı ‘’Avrupa Konseyi Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’’dir. Türkiye bu sözleşmeyi 3 Aralık 2003 tarihinde kabul etmiş ve dolayısıyla sözleşme iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir. Sözleşmesi’nin ‘’Ticari Kazanç Yasağı’’ başlıklı 21. Maddesinde ‘’İnsan vücudu ve onun parçaları, bu nitelikleri dolayısıyla ticari kazanç sağlanmasına konu olmayacaktır.‘’ Bu husus, insan vücudunun klonlama, bilimsel araştırma, tedavi vb. amaçları dışında yanlış ticari amaçlar için kullanılamayacağı, organ mafyalarına imkan verilmeyeceği net bir şekilde belirtilmiştir. Öte yandan sözleşmenin 13. Maddesinde ; ‘’İnsan genomunu değiştirmeye yönelik bir girişim; yalnızca önleme, tanı koyma ve tedavi amaçlarıyla yapılır. Amaç herhangi bir altsoyun genetik yapısında değişiklik yapılması olamaz.’’ Denilerek tedavi amacı ve koruyucu teşhis haricinde insan genomuyla çalışma yapılamayacağı belirtilmiştir. Konuya ilişkin madde 18/1’ de ‘’Hukukun embriyon üzerinde tüpte araştırmaya izin verilmesi halinde, embriyon için uygun koruma sağlanacaktır.’’ 18/2 ‘de ise ; ‘’Yalnız araştırma amaçlarıyla insan embriyonlarının yaratılması yasaktır.’’ Hükmüne yer verilerek  embriyonik kök hücre çalışmalarının bu madde kapsamında olmadığı belirtilse de bu madde ile insan embriyosu üzerinde deney yapılması yasaklanmıştır.

Bazı görüşlere göre yapılacak klonlama çalışmaları sonucu arkeolojik kazılarda elde edilen DNA örneklerinin eski zamanlarda var olmuş bazı canlıların üretilebileceği ve bunların insanların aleyhine kullanılabileceği, gen teknolojisinin savaşlarda biyolojik silah olarak kullanılabileceği üstün insan olma çabasını beraberinde getirecektir. En önemlisi gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerde ayrımcılığa hükmedecek klonlama ve kök hücre çalışmaları, bilimi emperyalizmin hizmetine sokacaktır. Türk Hukukunda konuya ilişkin düzenleme ‘’Üremeye Yardımcı Tedavi(ÜYTE) Merkezleri Yönetmeliği’’ dir. Yönetmeliğin 17. Maddesinde ‘’Kendilerine ÜYTE uygulanacak adaylardan alınan yumurta ve spermler ile elde edilen embriyoların bir başka maksatla veya başka adaylarda, aday olmayanlardan alınanların da adaylarda kullanılması ve uygulanması ve bu yönetmelikte belirtilenlerin dışında her ne maksatla olursa olsun bulundurulması, kullanılması, nakledilmesi, satılması yasaktır. ‘’ denilmiştir. Bu maddeden anlaşılacağı üzere embriyonik kök hücre çalışmalarının yasaklandığını söyleyemeyiz. Fakat iç hukukumuzun bir parçası haline getirdiğimiz kısa adıyla İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesinin 18/2 maddesi ‘’yalnız araştırma amaçlarıyla insan embriyolarının üretilmesi yasaktır.’’ Diyerek insan embriyonlarının sadece araştırma amaçlı üretilmesini yasaklamıştır., ‘’İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’’ temel hak ve özgürlükleri içeren uluslararası bir sözleşme olduğu için 1982 Anayasası m/90 gereği , iç hukuk normuyla çatışması durumunda sözleşme hükümlerinin öncelikli uygulanmasını gerektirmektedir.

Sağlık Bakanlığının Eylül 2005 ve Mayıs 2006 tarihli genelgelerinde; embriyonik kök hücre araştırmaları ve klinik amaçlı embriyonik olmayan kök hücre çalışmaları ele alınmıştır. Genelgeler klinik yani tedavi amaçlı çalışmaları düzenlemektedir. Bu genelgeler İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin 28/2 maddesiyle çatışmamaktadır. Sağlık Bakanlığı, embriyonik kök hücre çalışmalarının AB mevzuatına uyum kapsamında hukuki, kültürel ve etik yönden uyum sağlanmıştır. Birçok ülkede klonlama ve embriyonik kök hücre çalışmalarının koruma tedbirlerini ve konuya ilişkin düzenlemeleri kanunlar çerçevesinde ele alırken Türk pozitif hukukunda ise bunun hiyerarşide daha altta bulunan genelgelerle yapıldığını görmekteyiz. Bu düzenlemelerin ise konuya ilişkin her detayı içermediği kanısındayız. Sonuç olarak gen teknolojisindeki ilerlemelerle beraber klonlama ve kök hücre çalışmalarındaki gelişmeleri geri plana atarak çözüm bulunamayacağı, ancak ayrıntılı ve tutarlı kuralların koyulmasına ihtiyaç duyulduğu açıkça görülmektedir.

Kaynakça

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

75

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.