Osmanlı Devleti’nin İnsan Haklarına İlişkin Adımları

5 min


71

Ülkemizde insan hakları daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde ,19.yüzyılın başlarında, hukuki belgelerle yer almaya başlamış, bu yöneliş Cumhuriyet döneminde de git gide güçlenerek sürmüştür.

SENED- İTTİFAK

Osmanlı İmparatorluğu’nda hak ve özgürlüklerden söz eden ilk belge 1808 yılında dönemin Padişahı 2. Mahmut ile ayanlar(feodal beyler) arasında imzalanmış olan Sened-i İttifak’tır. Sened-i İttifak Osmanlı merkezi otoritesinin zayıflaması sonucu aşırı güçlenen ayanların devletin egemenliğini denetim altına almayı hedefledikleri siyasi bir belge olma özelliğine sahiptir. Bu belgeyle birlikte padişah ve ayanlar birbirlerinin yetki ve haklarına saygı göstermeyi yazılı olarak taahhüt etmişlerdir. Osmanlı egemenlik anlayışı ilk defa yazılı olarak sınırlandırılmıştır fakat taahhüdün ihlal edilmeyeceği sadece yemin ile garanti edilmiştir. Sened-i İttifak, birtakım mahalli otoritelerin katılımıyla hazırlandığı için devlet otoritesinin kuramsal anlamda sınırlanması yönünde bir gelişme olup, anayasal devlete gidiş yönünde bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Fakat söz konusu belge aynı zamanda yerel otoritelerin özerk bir yapı elde etmeleri ve etki alanlarında yaşayan halk üzerinde zulme varan bir otorite tesisi anlamına gelmekteydi. Ayanların talebi, görünenin aksine, toplumu temsilen devlet karşısında özgürlük talebi değil, kendilerinin fiilen elde ettikleri ayrıcalıklara devletin dokunmamasıydı. Kısacası ayanlar, elde ettikleri bu güç ile (çoğu dokunulmazlık olmak üzere) yerli halklara daha rahat zulmetme serbestisini elde etmişlerdi. Tüm bunların neticesinde, ayanlar bir sınıfsal güce sahip olamadıkları için hukuken devlet otoritesinin sınırlanması anlamına gelen bu Belge kalıcı olmamış ve kağıt üstünde kalmıştır. Sened-i İttifak yalnızca yerel halkların talebi ve ayan sınıfının baskısı üzerine imzalandığı için, insan hakları bakımından Osmanlı Devleti vatandaşlarının büyük bir bölümünün taleplerini ifade etmemekteydi. Bütün bunlara rağmen Sened-i İttifak, siyasi tarihimizde egemenliğin yazılı olarak sınırlandığı ilk belge olarak tarihte yerini almıştır.

TANZİMAT FERMANI

Tanzimat Fermanı,  3 Kasım 1839 yılında ilan edilmiştir. Dönemin padişahı olan Sultan Abdülmecid fermanı imzalamış, Hariciye nazırı Koca Mustafa Reşit Paşa ise Topkapı Sarayı’nın, Gülhane parkında fermanı ilan etmiştir. Tanzimat fermanı okunduğu esnada Gülhane parkında yerli halk dışında Avrupa devlet adamlarından bir çok kişi bulunmuştur. Osmanlı tarihinin ilk demokratik anayasal süreci niteliğinde olduğu için Tanzimat fermanı çok büyük ilgi görmüştür. Tanzimat fermanının iki farklı ismi daha bulunmaktadır. Gülhane parkında okunması sebebiyle Gülhane Hatt-ı Şerif-i (Padişah yazısı) ve Tanzimat-ı Hayriye (Hayırlı düzenlemeler) isimleri verilmiştir. Tanzimat kelimesi “düzenleme” anlamına gelmektedir.  Fermanın amacı Osmanlı Devleti’ni vatandaşlık hakları bakımından ileri noktalara taşımaktır. Tanzimat fermanı, Osmanlı Devleti’nin bir çok alanda Avrupa devletlerinin tepkisini çekmeye başladığı bir dönemde vuku bulmuştur. Hatta Osmanlı devleti bu dönemde Avrupa devletleri arasında “hasta adam” olarak nitelendirilmiştir. Bu durum Osmanlı hükümetini fazlasıyla rahatsız etmiş ve çözüm arayışlarına yönlendirmiştir. Ferman, Fransız Devriminin “İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi” örnek alınarak hazırlanmıştır. Osmanlı devletinde ilk defa vatandaşlık hakları bu fermanla belirtilmiştir. Tanzimat fermanının bir diğer özelliği ise halkın değil padişahın iradesiyle hazırlanıp ilan edilmesidir.

Tanzimat Fermanı’nda yer alan hak ve özgürlükler özet olarak şunlardır:

  • Kişi dokunulmazlığı ve kişi güvenliği
  • Suçta kanunilik ilkesi-yasa dışı nedenlerle suçlanamama veya cezalandırılamama)
  • Adil ve açık yargılanma
  • Şeref, haysiyet ve ırzın korunması
  • İltizam ve angaryanın kaldırılması
  • Mal güvenliği ve müsadere yasağı
  • Adil ve eşit  vergi
  • Adil ve eşit askerlik

ISLAHAT FERMANI

Kırım Savaşı’nın kazanılmasının ardından 1856 Paris Antlaşması imzalanmış ve Osmanlı Devleti bu antlaşma ile savaştan önceki sınırlarına yeniden kavuşmuştu. Bununla birlikte Osmanlı Devleti, Avrupa devletler hukukundan yararlanmaya başlamış, bir başka deyişle resmen Avrupa sistemine girmesi kabul edilmişti. Osmanlı devlet yönetiminin, Avrupa devleti olarak kabul edilmesinden beklentisi tamamen kendi topraklarını ve sınırlarını korumaktı. Artık Avrupa devleti sayılan ve Avrupa hukuk sisteminde yer alan Osmanlı Devleti’nin bu yeniliğe ayak uydurması, aynı zamanda çıkarcı-emperyalist Avrupa devletlerine karşı toprak bütünlüğünü koruması gerekiyordu. Bu amaçla Osmanlı Devleti, 1856′ da Islahat Fermanı’nı yayımlamıştır. Islahat Fermanı, özellikle gayrimüslimler açısından önemli bir yere sahipti.

KANUN-U ESASİ

1876 yılında ise tarihimizin ilk yazılı anayasası olan Kanun-u Esasi (KE) ilan edilmiştir. Bu anayasa, her ne kadar Padişahın tek taraflı bir işlemiyle yürürlüğe konmuş olsa da, yapılmasında başını Mithat Paşa’nın çektiği yenilikçi Genç Osmanlılar hareketi önemli rol oynamıştır. Kanun-i Esasi’de yer alan hak ve özgürlükler şöyle sıralanabilir:

  • eşitlik
  • zoralım, angarya ve işkence yasağı
  • din özgürlüğü
  • herkesin din ve mezhep gözetmeden Osmanlı sayılacağı
  • basın özgürlüğü
  • eğitim özgürlüğü
  • mülkiyet hakkı
  • konut dokunulmazlığı
  • kişi dokunulmazlığı
  • vergilerin yasallığı
  • kamu hizmetine girme hakkı ve dilekçe hakkı
  • yargı bağımsızlığı
  • yargıç güvencesi ve doğal yargıç ilkesi alanında düzenlemeler
  • Ticaret ve sanat alanında ortaklılar oluşturabilme
  • kimsenin malının parasının ödenmedikçe elinden alınamayacağı
  • vergilerin yasa ile konulabileceği ve herkesten maddi güçlerine göre uygulanacağı

Aynı zamanda 1876 yılında kabul edilmiş bu kanunda, yukarıdaki maddeleri de içerisinde barındıran ”Tebaa-i Devleti Osmaniye’nin Hukuku Umumiyesi” başlığı altında hak ve özgürlüklere yer verilmiştir.

Fakat Kanun-u Esasi’de düşünce özgürlüğüne yer verilmemiştir. Sadece ”basın kanun dairesinde serbesttir” biçiminde her yana çekilebilir bir hükme yer verilmiştir. Ayrıca dokuzuncu madde ile de ”bütün Osmanlılar hürriyet-i şahsiyelerine maliktir” denilerek kölelik kaldırılmıştır. Bu haklara devletin dokunması yasaklanmıştır.

Ne yazık ki Kanun-i Esasi, iki yılı bile bulmayan kısa bir uygulamadan sonra Padişah II. Abdülhamit tarafından rafa kaldırılmış, bir bölüm üyeleri seçimle göreve gelen Meclis  dağıtılmıştır.

II. Abdülhamit’in baskı rejimine direnç gösteren, kendilerinden ”Jön Türkler” olarak da bahsettiren, Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet, Adalet sloganıyla  devrimci-yenilikçi bir örgüt olarak kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarının verdiği mücadele 1908 yılında başarıya ulaşmış ve Padişah Kanun-u Esasi’yi yeniden yürürlüğe sokmak ve Meclis’i yeniden açmak zorunda kalmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti etkisi altındaki yeni Meclis 1909 yılında Kanun-i Esasi’de önemli değişiklikler yapmıştır. Bu değişikliklerin hak ve özgürlüklere ilişkin olanları şunlardır: Öncelikle Padişaha sürgün yetkisi tanıyan 113. madde kaldırılmıştır. Yalnızca cezalandırmaya değil, tutuklamaya da kanunilik güvencesi getirilmiştir. Düşünce özgürlüğüne yine yer verilmemiş, ama buna karşılık basın özgürlüğü, sansür yasağı getirilerek güçlendirilmiştir. Haklar listesine toplantı ve dernek kurma hakları eklenmiştir. Postaneye verilen mektup ve evrakın gizliliğine ancak hakim kararı ile dokunulabileceği güvencesi getirilmiştir.

Kanun-u Esasi’nin insan haklarının tanınması ve korunmasında çağdaşlarından geri kalmadığı rahatlıkla söylenebilir. Bunun yanında yargısal güvenceler getirmesi açısından da son derece ilericidir: Doğal hakim ilkesi (m.23,84,85 ve 89), savunma hakkına(m.83) ve aleni yargılamaya(m.82) ilişkin hükümler dikkat çekmektedir.

Anayasanın Üstünlüğü Açısından;

Kanun-u Esasi’nin 113. maddesi, padişaha bir kimsenin siyasi suçlu olduğuna re’sen karar verme ve sürgüne gönderme yetkisi tanımaktaydı. Bu yetki, tahmin edileceği üzere kötü şekilde kullanılarak dönemin aydınları İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Kanun-u Esasi’nin 9.  ve 10. maddelerinde her ne kadar Osmanlıların kişi özgürlüğüne, kişi dokunulmazlığına sahip oldukları, yasanın gösterdiği yollar dışında cezalandırılmayacakları dile getirilmişse de, 113.madde kişi güvenliğine sağlanan güvenceyi ortadan kaldırmaktaydı. Bu durum, 1909 değişikliğine kadar devam etmiş, bu değişiklik ile yasaya uygunluk koşulları getirilerek 113.madde anayasa metninden çıkarılmıştır.


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

71

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.