Türkiye’deki Dinî Bayramların Anayasal Çerçevede Değerlendirilmesi

6 min


85

1. Türkiye’deki Dinlerin Nüfusa Oranı ve Dini Bayramların Anayasa Bakımından İncelenmesi

Ülkemizde nüfusun bir dine mensup olup olmadığı; bir dine mensuplarsa da bunun hangi din olduğu yönündeki verileri elde etmek amacıyla yıllardır pek çok anket yapılmaktadır. Bu anketlerden Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2014 yılında yapılan “Türkiye’de Dinî Hayat Araştırması” nüfusun %99,2’sinin İslam dinine mensup olduğunu gösterirken[1] 5 yıl sonra, 2019’da Optimar tarafından yapılan din-inanç anketi ise ülkedeki Müslüman sayısının düşerek %89,5’e gerilediğini ve bu gerilemenin sebebinin ise dinsiz insan sayısının artarak nüfus içindeki oranının %8.9’a çıktığını göstermektedir[2]. Diğer dinlere mensup insanların sayısı ise nüfusun %1,6’sını oluşturmakta ve bu dinler başlıca Hristiyanlık, Musevilik, Bahâîlik, Yezîdîlik ve dahası olmak üzere çeşitlenmektedir[3].

2429 Sayılı “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun”, 2. maddesinin B bendinde resmî tatil sayılan dinî bayramları açıklamakta ve içerisine yalnızca ülkedeki Müslümanların dinî bayramlarını (Ramazan ve Kurban Bayramı) alıp diğer dinlerin bayramlarını kapsamamaktadır. Bu da açık bir ifadeyle Müslüman kesimin dinî bayramlarını tatil yaparak, ibadetlerini yerine getirerek geçirmeleri ancak azınlık kesimin ise dinî bayramları tatil olmadığı için bayramlarını kutlayamamaları ve gerekli dinî ritüellerini gerçekleştirememeleri anlamına gelmektedir.

Laiklik; devlet yönetiminde herhangi dinin referans alınmaması, devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan bir prensip ve Türkiye Cumhuriyeti de kendi anayasasının 2. maddesinde belirttiği üzere laik bir ülke olduğuna göre Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’un bu tatilleri belirlemede dinsel bir referans benimsediği tartışmasızdır. Yani bir kanun normlar hiyerarşisine aykırı olarak anayasanın düzenlediği bir kuralı (md.2) çiğnemektedir.

Ayrıca anayasanın Başlangıç kısmında ve 24. maddesinde laikliğin açık bir tanımı yapılmamakla birlikte, laiklikten anlaşılması gerekenin ‘devlet düzeninde kısmen de olsa, din kurallarının belirleyici olmaması’ yönünde belirlemeler bulunmaktadır[4]. Ancak yine aynı kanuna bakıldığında anlaşılıyor ki devlet düzeni kurulurken bir din baz alınarak hareket edilmiş ve anayasal bir kural bir kez daha çiğnenmiştir.

Dini referans alan bu kanun aynı zamanda anayasanın “Kanun önünde eşitlik” esasının açıklandığı 10. maddeye de, tatil edilen dinî bayramların ülkedeki belli bir kesimin ayrıcalıklı tutularak belirlenmiş olması bakımından aykırılık yaratmaktadır.

Bu aykırı durumların, çiğnenen anayasal kuralların ve yok sayılan kanunların genelliği ilkesi boşluğunun oluşturduğu manzara Türkiye’nin yalnızca laiklik çizgisinden değil, hukuk devleti ilkesinden de oldukça uzaklaştığını göstermektedir.

2. Laikliğe ve Hukuka Aykırılığa İlişkin Bu Durumun Çözülebilirliği Meselesi ve Sosyal Politikaya Dair Boyutları

Anayasayı ve hukuk devletini doğrudan bağlayan bu aykırılık hâlinin ne derece çözülebilir olduğu, çalışma doğrultusunda çeşitli önerilerin geliştirilmesi ve bunlara karşılık sosyal politikadan toplum bilimine yayılan geniş bir yelpaze üzerinde üretilen antitezlerin sunulması yoluyla ilerleyecek; konuyla bağlantılı bir AİHM davası ile açıklığa kavuşturulacaktır.

2.1. Çözüm 1: Türkiye’de Bulunan Her Din Grubuna Ait Bayramın Resmi Tatil İlan Edilmesi

Bu çözümün hayata geçirilmesi hâlinde din bakımından bir ayrımcılık gözetilmeyeceği yani anayasanın ‘Kanun önünde eşitlik’ esasının açıklandığı 10. maddeye uygun hareket edileceği aşikârdır. Fakat, bu önerinin bütünüyle laikliğin temeline, devlet yönetiminde dini referans almama prensibine aykırı olması gerçeği de bulunmaktadır. Bütün din gruplarının bayramlarını resmî tatil ilan etmenin yani devlet düzeninde dinsel bir dayanağa göre hareket edilmesinin laiklik ilkesini tam anlamıyla uygulama yolunda bir engel olması yanı sıra resmi tatil sayısının artması ülke ekonomisi adına ağır bir külfeti de beraberinde getirecektir. Sonuç olarak ilk çözüm önerisi uygulanma konusunda cevapsız kalmaktadır.

2.2. Çözüm 2: Her Vatandaşın Yalnızca Kendi Dini Bayramında Tatil Yapması

Böylesi istisnai bir durum ilk bakışta adil bir temel üzerine oturtulmuş ve anayasanın 10. maddesine uygun konumlanmış gibi dursa da din denilen olgunun maddî değil, vicdani bir boyuta sahip olmasından ve tatil kavramının topluma daha cazip görünmesinden kaynaklı olarak tatil hakkı daha fazla olan dinlere doğru beklenmedik bir yığılmanın olması toplumdaki din kavramını yok edeceği gibi laiklik ilkesinin koyduğu sınırın da dışına taşmaktadır.

2.3. Çözüm 3: Mevcut Dini Bayramların Resmi Tatiller Arasından Çıkarılarak Devlet Düzeninde Hiçbir Dayanağın Kalmaması

Kuşkusuz ki bu yöntem önceki çözüm önerilerinin de uygun hareket ettiği anayasanın 10. maddesine paralel ilerlemekle beraber önceki önerilerin yok saydığı laiklik ilkesine de uymaktadır. Yani daha önce hiç olmadığı kadar hukuka ve laikliğe uygun bir karardır. Ancak bu önerinin antitez noktasında karşımıza çıkacak sonuç Türkiye için planlanmış sosyal politika stratejilerinin tam anlamıyla alt üst olmasıdır çünkü çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede yıllardır tatil ilan edilmiş bir zamanı kaldırmak demek Müslüman olsun olmasın çalışan herkesin yıllardır onlara verilen tatil haklarını ellerinden almak demektir ve günümüz Türkiye’sinde bu durumu onayan bir iktidarın gelecek seçimlerde kaybetmesi kaçınılmazdır.

3. Laiklik İlkesinin Sınırlarına Dair Çözüme Işık Tutacak Bir AİHM Davası: Lautsi v. İtalya

2011 yılında karara bağlanan davanın konusu, kendisini seküler biri olarak tanımlayan Soile Lautsi’nin kamu okulunda okuyan bir öğrencinin velisi olarak sınıftaki haç sembolünün kendisi için benimsemediği bir dine sürekli olarak maruz kalma hali oluşturduğuna ve bunun da AİHS 9. maddede korunan inanç özgürlüğünün yanı sıra Birinci Ek Protokol’ün 2. maddesinde korunan eğitim ve öğretimde ana ve babanın dinî ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini talep etme hakkının ihlal edildiğine ilişkindi[5].

AİHM’e gitmeden önce İtalyan iç hukuk yollarını anayasal düzeyde yer verilen laiklik ilkesinin çiğnenmesini savunmasına rağmen lehine sonuç alamayarak tüketen Lautsi, 2006’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulundu ve 2009’da AİHM 2. Dairesi’nden İtalya’nın Sözleşme’nin ilgili maddelerini ihlal ettiği kararı çıktı. Karara itiraz eden davalı devlet İtalya ise 2010 yılında Büyük Daire’ye temyiz başvurusunda bulundu. İtalya’nın bu başvurusuna 20 ülke resmi olarak desteğini açıkladı. Savunmasını okullardaki haçın dini bir sembol değil, İtalyan medeniyetini karakterize eden kültürel ve ulusal bir sembol olduğu iddiasına dayandıran İtalya’yı Büyük Daire haklı bulmuş ve 2. Daire’nin kararını bozmuştur.[6]

Söz konusu dava, ayrıntıları ve değindikleriyle oldukça didaktik olmasının yanında dava kararının çalışmamızın çözümüne ışık tutan yönü İtalya’nın yaptığı savunmanın bizim sorunumuzla buluştuğu ortak payda ve tarafsızlık (nötralite) doktrinidir. Türkiye’deki dinî bayramların anayasa bakımından laik ve eşit bir düzene oturtulamama probleminde tıpkı İtalya’nın savunusunda olduğu gibi ülkemizde de bu konuda kültürel bir birikimin oluşturduğu teamül ve bu teamülü sürdüren inisiyatiflerin mevcut dinî bayramların toplum bilincine tatil olarak kodlaması rol oynamaktadır. Aynı davayı ülkemize uyarlayacak olursak ve haçı dini bayramlara, Lautsi’yi de dinî bayramlarında tatil yapamayan azınlık kısma metaforize edersek olası bir AİHM davasında Türkiye’nin İtalya gibi –hatta belki de çeşitli sosyolojik ve sosyal politika gerçekleri ile İtalya’dan daha kuvvetli- savunmalar yapması olağandır. Üstelik konunun AİHS yönüne geldiğimizde görüyoruz ki madde 9 ve Birinci Ek Protokol Madde 2, sözleşmeye taraf olan devletlere laik olma yükümlülüğü getirmez. Buradan hareketle devletin laikliğe aykırı bir tavır içinde bulunması AİHS’e dayandırılamaz. Ancak bu durum, devletin dinlere yaklaşımı konusunda ona sınırsız yetki de tanımaz. Bu kanıya ise yine AİHS’in yüklediği tarafsız olma yükümlülüğünden yola çıkarak varabiliriz[7]. Türkiye’de ise toplumsal çakışmalardan ekonomik kaygılara, politik stratejilerden kültürel değerlere kadar pek çok olgu dinî bayramlar üzerinde yapılacak herhangi bir değişikliğin tarafsızlık ilkesini değil, en başta mevcut hukukî düzeni -alternatif bir çözüm olmaması hasebiyle- bozacağını göstermektedir.

Kaynakça

Dipnotlar

[1] Türkiye’de Dinî Hayat Araştırması, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 2014.

[2] “Optimar’dan din-inanç anketi: %89 Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyor” başlıklı haber, T24, 2019.

[3] Bir Eşitlik Arayışı: Türkiye’de Azınlıklar, Minority Rights Group International, op. cit. s. 15, 2007.

[4] Ali D. Ulusoy, Yeni Türk İdare Hukuku, op. cit., s. 92.

[5] Hasan Sayim Vural, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru ve Din Özgürlüğü, op. cit. s. 347.

[6] Lautsi v. Italy, hudoc.echr.coe.int

[7] Hasan Sayim Vural, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru ve Din Özgürlüğü, op. cit. s. 348.


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

85

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.