Uluslararası Belgeler Işığında Türk Hukukunda Kadın Hakları

“Özgürlük ve adalet diğerine ait olan her şeyin iadesinden oluşmaktadır. Böylelikle erkeğin daimi zulmüne karşı çıkma haklarını uygulamanın sınırı olmamaktadır. Sınırlar doğa ve akıl çerçevesinde düzenlenmelidir.” ~Olympe De Goues16 min


77

Giriş

Modern hukukta evrensel olarak cinsiyeti, cinsel yönelimi, cinsel tercihi, ırkı, dini, dili, mezhebi ne olursa olsun herkesin kanunlar önünde eşit olduğu kabul edilmektedir[1]. Kadının insan haklarına ilişkin geçmişte ve günümüzde uluslararası birçok adım atılmıştır.  Bunlar uluslararası sözleşmeler, bildiriler, beyannameler ve protokoller vb. olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası sözleşmeler Türk hukuku açısından meşruiyetlerini doğrudan Anayasa’dan almaktadır. Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkrası “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Biz bu çalışmamızda Türkiye’nin taraf olduğu belgelerin yanında genel nitelikli belgelerin mahiyetinden kısaca bahsederek özel nitelikli, kadın özelinde düzenlemeler içeren uluslararası belgelere daha çok yer vererek bu belgeler üzerinde genel bir kanının oluşması için çabalayacağız.

Türk hukukuna kadının insan hakları bağlamında dolaylı veya doğrudan yansımasını gördüğümüz uluslararası belgeler şunlardır:

  • İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi[2],
  • Birleşmiş Millet Dünya Kadın Konferansları Sonuç Bildirgeleri / PEKİN Deklarasyonu[3],
  • ILO Sözleşmeleri[4],
  • Birleşmiş Millet Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılmasına Dair Sözleşme (CEDAW)[5],
  • İnsan Haklarını ve Ana Hürriyeti Korumaya Dair Sözleşme (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi)/7 No’lu Ek Protokol[6],
  • Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge[7],
  • Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Kaldırılmasına ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)[8],

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi[9]

Beyannamenin önsözünde insanlık ailesi mensuplarının onur, haysiyet sahibi olduğu devamında kadın-erkek, çocukların tümünün haklara ehil olmaları bakımından eşit oldukları vurgulanmıştır. Devamı niteliği maddelerde ırk, renk, cinsiyet, din, dil gibi hususlara dayanarak insanlar arasında ayrımcılığın olmadığına değinilmiş; kimsenin işkenceye, zalimane, haysiyet-onur kırıcı muamelelere maruz kalmaması gerektiği vurgulanmıştır ve taraf devletlere yüklenen gerekli tedbir yükümlülükleri belirtilmiştir.

Aynı zamanda herkesin eşit iş karşılığı eşit ücret alma hakkının olduğuna dikkat çekilmiş; kişilerin dinlenme, eğlenme ve tatil hakkı olduğu vurgulanmıştır. Bildirgede saydığımız bu hususlar aşağıda değineceğimiz belgelere esin kaynağı olmuş ve bu haklar ve bahsini edeceğimiz diğer haklar özel nitelikli belgelerde düzenlenmiştir. Beyanname’nin Türk hukukuna yansıması ise 1961 Anayasa’sında “insan haklarına dayalı devlet”[10] ifadesi ile gerçekleşmiş ve 1982 Anayasa’sında da bu ifade bir kelime değişikliğine uğrayarak “insan haklarına saygılı devlet” şeklinde bulunmaktadır. Bu ifade devletin temel ilkelerinden birini oluşturmakta kanaatimizce Türkiye toprakları sınırlarında haberlere yansıyan menfi olayları ve anlatsak karakter sayısının engeline takılacağımız kadar mesele sebebiyle teorik olarak yaşamını sürdürmektedir.

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme (CEDAW)

CEDAW, BM sözleşmesidir. Türkiye bu sözleşmeye taraftır ve dolayısıyla bağlayıcı niteliklidir. Genel bir sözleşme değil kadının insan haklarına ilişkin yükümlülükler içermesi dolayısıyla özel nitelikli bir sözleşmedir.

Sözleşmede kadına karşı ayrımcılığın tanımı yapılarak ayrımcılığın kişilerin keyfine göre şekil alması engellenmeye çalışılmıştır. Sözleşme, taraf devletlere ayrımcılığın tasfiyesi için yükümlülükleri açık ve net biçimde sıralamıştır. Devletler ayrımcılığın sona erdirilmesine ve yeni ayrımcılıkların önlenmesi için mevzuatlarını zenginleştirme yükümlülüğü altına girmişlerdir.

Eğitim, çalışma, hukuk önünde eşitlik gibi Anayasamızda da karşımıza çıkan ve bizim de pek yabancı olmadığımız alanlarda devletlere yükümlülükler getirmiş olan CEDAW, kırsal alanda yaşayan kadınların haklarını etkin biçimde kullanabilmeleri adına da birtakım yükümlülükler getirmiştir.

CEDAW kapsamında bahsini ettiğimiz bu yükümlülüklerin bir kısmını, Türkiye yasama, yürütme, yargı bağlamında CEDAW’ı 1979’da imzalayıp 1981’de yürürlüğüne koyduktan uzun yıllar sonra somut olarak yerine getirmiştir. (Eksik olunan noktaların daha fazla olduğu kanaatindeyiz.). Bunların bir kısmı: 1997 yılında zorunlu eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılması, 1992 yılında Anayasa Mahkemesi’nin kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan eski TMK m. 159’u eşitlik ilkesine aykırı bularak iptal etmesi şeklindedir.[11] Kırsal alanlarda yaşayan kadınlar açısından devletlere sorumluluklar yükletilmiş olmasına rağmen, aradan geçen kırk senenin ardından hala daha müspet, uygulamadaki sorunları çözecek mevzuatın ve var olan yasaları uygulayıcıların olduğundan bahsedemememiz olağandır.

CEDAW, kadınlar özelinde ulusal ve uluslararası yargı organlarının kadın haklarına ilişkin konularda sıkça atıfta bulunduğu, adeta kadının insan haklarını düzenleyen son derece mühim bir sözleşmedir.

CEDAW önemi gereği içerisinde uygulanıp uygulanılmadığını denetleyen bir de mekanizma kurmuştur. CEDAW m. 17 hükmüyle kurulan bu mekanizma, devletlerin CEDAW kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini denetleyen bir komitedir. Bu ve devamı hükümlere göre komite sözleşmenin uygulanıp uygulanmadığına dair gelişmeleri takip edecektir. Taraf devletler, komiteye dört yılda bir veyahut komitenin talebi doğrultusunda sözleşmeden doğan yükümlülüklerine dair yasal, yargısal, idari ve aldıkları diğer tedbirler ve bu konuda kaydedilen gelişmeleri rapor etmeyi taahhüt etmektedir.

Türkiye CEDAW’ı çekinceli olarak kabul etmiştir. Bu çekinceler: Hukuk önünde eşitlik hakkı başlığı altında m. 15/2 “Taraf Devletler hukuki meselelerde kadınların erkeklerle aynı hukuki ehliyete sahip olmalarını ve bu ehliyeti kullanmaları için aynı imkanlara sahip olmalarını kabul eder. Taraf Devletler özellikle, Sözleşme yapma ve malların idaresi konusunda kadınlara eşit haklar tanır ve, mahkeme ve yargı yerleri önündeki davaların her aşamasında eşit muamele görmelerini sağlar.”, m. 15/4 “Taraf Devletler, kişilerin seyahat hakkı ve, yerleşme ve konutu seçme özgürlüğü ile ilgili yasalarda erkeklere ve kadınlara eşit haklar tanımayı kabul eder.” Evlenme ve aile ilişkileri başlığı altında m.16/1(c) “Evlilik döneminde ve boşanma sırasında aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olma.”, m. 16/1-d  “Medeni durumları ne olursa olsun, anne ve baba olarak çocuklarla ilgili konularda aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olma; her hal ve karda çocukların menfaatlerine üstünlük tanınır.”, m.16/1-f  “Velayet, vasilik, kayyımlık ve evlat edinme, veya bu kavramların bulunduğu ulusal mevzuattaki benzer kurumlar bakımından aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olma; her hal ve karda çocukların menfaatlerine üstünlük tanınır.”, m.16/1-g  “Soyadı, meslek ve iş seçme hakları da dahil, karı ve koca olarak aynı kişisel haklara sahip olma.” ve sözleşmenin yorumundaki uyuşmazlıklara dair çekince ise m. 29/1 “Bu Sözleşmenin yorumlanması veya uygulanması ile ilgili olarak iki veya daha fazla taraf devlet arasında çıkan bir uyuşmazlık, bu Devletlerden birinin talebi üzerine hakem önüne götürülür. Hakem önüne götürme talebinden itibaren altı ay içinde taraflar hakemliğin kuruluşu üzerinde anlaşamazlarsa, bu taraflardan her hangi biri bu uyuşmazlığı uluslararası Adalet Divanı Statüsü’ne uygun olarak, uluslar arası Adalet Divanı’nın önüne götürülebilir.” şeklindedir. Madde 15 ve 16’da çekince konulmuş hükümler yürürlükte olan medeni kanununla mukayese edildiğinde çarpıcı sonuçlar doğurmaktadır. Türkiye 2001 yılındaki TMK değişikliği ile zamanında yürürlükteki kanun ile çelişkiler barındığı gerekçesi ile çekince koymuş olduğu m. 15 ve m. 16 hükümlerine koymuş olduğu çekinceleri artık yürürlükteki kanun ile uyumlu olması hasebiyle kaldırmıştır. Madde 29/1 çekincesi ise hala devam etmektedir.

ILO (International Labour Organization) (Uluslararası Çalışma Örgütü) Sözleşmeleri[12]

Uluslararası Çalışma Örgütü nezdinde çokça uluslararası sözleşme hazırlanmıştır ve bu sözleşmelerin birçoğuna Türkiye taraftır. Temel nitelikli 8 sözleşmenin hepsine, öncelikli (yönetim) sözleşmelerinin 4’ünden 3’üne, teknik sözleşmelerin 177’sinden 48’ine Türkiye taraftır. Türkiye’nin onaylamış olduğu 59 sözleşmenin 55’i yürürlüktedir.

Somut yansımalarını daha kolay Türk hukukunda görebileceğimiz sözleşmelerin bir kısmı şunlardır:

  • 6.6.1951 tarihli Eşit Değerde İş için Erkek ve Kadınlar Arasında Ücret Eşitliği Hakkında 100 No’lu ILO Sözleşmesi,
  • 4.6.1958 tarihli Ayrımcılık Hakkında 111 Sayılı ILO Sözleşmesi,
  • 122 No’lu İstihdam Politikası Sözleşmesi.

Bu sözleşmelerle birlikte mevzuatta değişiklikler yapılmıştır. Sözleşmelerin yansıması olarak, 2003 yılında İş Kanununda yapılan değişiklikle birlikte kanunda hem ILO sözleşmelerine hem de AB yönergelerine uyum sağlayacak şekilde değişikliklere gidilmiştir.

İnsan Haklarını ve Ana Hürriyeti Korumaya Dair Sözleşme (AİHS) ve 7 No’lu Ek Protokol[13]

Avrupa konseyi devletleri tarafından onaylanmış ve iç hukukta yer edinmiş olan AİHS, genel nitelikli kadın özelinde müspet düzenlemeler içermeyen uluslararası bir sözleşmedir. Yine İnsan Hakları Evrensel Bildirisi gibi eşitlikçi ve ayrımcı karşıtı hükümler içermektedir ancak İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin aksine bağlayıcı ve uyulmadığı takdirde yaptırımlarla karşılaşılabilecek bir yargı mekanizmasını içerisinde barındırmaktadır.

7 No’lu Ek Protokol (1984) ise yine AİHS’te olduğu gibi genel nitelikli bir sözleşmedir ancak m. 5 hükmünde eşler arasında eşitlik hükmünü düzenlemiştir. Bu hüküm “Eşler evlilikte, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda, kendi aralarında ve çocukları ile ilişkilerinde bir medeni haklar ve sorumluluklardan eşit şekilde yararlanırlar. bu madde devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarını engellemez.” şeklindedir.

Protokol’ün bu hükmünün Türk hukukuna müspet olarak yansıması ise 2001 anayasa değişikliği ile görülmektedir. 2001 anayasa değişikliği ile birlikte m. 41/1’de görüleceği üzere eşler arasında eşitlik ilkesi kabul edilmiştir. Eşler arasında eşitlik ilkesine dayanarak son derece önemli olan uyuşmazlık söz konusudur. Soyadına ilişkin AİHM’e yansımış Ünal Tekeli kararı Türk hukukunda eşler arasındaki eşitliğin tam olarak gerçekleşmediğini göstermektedir. Anayasa m. 10/2’de haklar bakımından kadın ve erkeğin eşit olduğunu öngörmektedir. Soyadına ilişkin olan haklarda ise müspet hukukun bu kuralı uygulamadığı görülmektedir. Şöyle ki TMK’nın “Aile Hukuku” başlıklı kitabında soyadına ilişkin olan m. 187 hükmü, kadının evlenme ile kocasının soyadını alacağını öngörmektedir. Ünal Tekeli kararına konu olan olayda ise kadının eşitlik hakkının sonucu olarak yalnızca kendi soyadını kullanmak istemesi sonucu başvurmuş olduğu Türk idari ve yargı organlarında lehine sonuç çıkmamıştır. AİHM ise cinsiyetler arası eşitliğin geliştirilmesinin Avrupa Konseyine üye devletler arasında önemli bir hedef olduğunu belirtmiş ve aile adı seçiminde eşlerin eşit hakları olduğunu vurgulamıştır. Sonuç olarak ise AİHM, Türkiye’yi ayrımcılık yasağını ihlalden dolayı haksız bularak davacı lehine karar vermiştir.[14]

Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge (1993)

Bu bildirge bağlayıcı niteliği olmayan ancak soft law (itici güç) niteliğinde bildirgenin kabulü sonrasında çokça düzenlenmenin olduğu görülmektedir. Bildirgede yine CEDAW’da karşımıza çıkan kadına karşı ayrımcılığın tanımı bulunmaktadır. Kadına karşı ayrımcılığın yanında numerus clausus ilkesi uygulanmaksızın kadına karşı şiddet örnekleri yapılmıştır. Kısa bir bildirge olmasına rağmen ayrıntılı ve çarpıcı düzenlemeler içermektedir. Bu bildirgenin itici gücü ve öncesindeki CEDAW’ın etkisi ve diğer uluslararası belgelerin nihai sonuçlarını kronolojik sıra gereği belirteceğiz.

1993 yılında kabul edilen bildirgeden 5 yıl sonra Türkiye’de yasakoyucu 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’u mevzuatına eklemiştir.[15] Kadın haklarında düzenlemeleri yapma saiki barındıran bu kanunun adından da anlaşılacağı üzere kadın özelinde değil aile özelinde düzenlemeler içermektedir. Şöyle ki kanunların etkin ve kolay uygulanması için yönetmelikler çıkarılmaktadır. 4320 sayılı yasanın uygulanmasına dair yönetmelik ise kanunun yürürlüğe girilmesinin ardından 10 yıl yürürlüğe konulmuştur. Aile üzerinden nispeten kadın haklarını düzenleyen 4320 sayılı yasanın, kadın haklarını etkin bir biçimde düzenlediği hususundaki samimiyetinin kadını değil aileyi öncelemesi, uygulanmasına dair kolaylıklar oluşturacak yönetmeliğin aradan 10 yıl geçmesinden sonra yürürlüğe konulması ve içeriğinde bulunan cinsiyetçi hükümler dolayısıyla olmadığı kanaatindeyiz.

Yine bildirge ve ondan önce kabul edilen, taraf olunulan uluslararası belgeler sonucu Türk hukukunda birtakım gelişmelerin olduğu görülmektedir. Bunların bir kısmı:

1996 yılında Anayasa Mahkemesi hukuk önünde eşitlik ilkesi gereği 765 sayılı Türk Ceza Yasasının m. 440 ve 441 hükümlerini zina suçunun unsurlarının kadın ve erkek bakımından eşit olmadığı gerekçesi ile somut norm denetimi yoluyla iptal etmiştir. (E: 1996/15, K:1996/34, R.G. TARİH-SAYI: 27.12.1996-22860)

Eski Medeni Kanun’da 14 Mayıs 1997 yılında yapılan bir değişikle evli kadının evlenmeden önceki soyadını kocasının soyadının yanında kullanabilmesine dair bir düzenlemeye gidilmiştir. (Biz bu düzenlemenin doğru olmadığını, yetersiz olmadığını aksine tamamen hukuk önünde eşitlik ilkesi gereği tamamen yanlış olduğunu ve nesep karışıklıklarının önlenmesi için tek bir soyadın varlığını kabul eden meşru görüşe karşılık teknolojinin gelişmesi ile bu gibi basit karışıklıkların derhal çözülebileceğini bilmekteyiz ve nihayet her eşin evlilik sonrasında da sadece kendi soyadını kullanması gerektiğini düşünmekteyiz.)

2001 yılı anayasa değişikliği ile yukarıda da belirttiğimiz gibi eşler arasındaki eşitlik ilkesi anayasa eklenmiştir.

CEDAW’a konulan çekincelerin kaldırılmasına da vesile olan ve 2001 yılında yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu ile birlikte kadın lehine düzenlemeler getirilmiştir.

2004 yılı anayasa değişikliği ile birlikte anayasaya kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu hükmü eklenmiştir. Bu hükme 4721 sayılı Yasanın Aile Hukuku kitabının soyadına ilişkin 187 maddesinin aykırı olduğu şüphesizdir. Yapılan bu değişikliğin yetersiz olduğunu 21. yüzyılda toplumsal cinsiyet terimini göz ardı etmenin çağ dışı kalındığını gösterdiğini, interseks bireylerin kadın veyahut erkek cinsiyet kalıplarına sokulduğunu ve bununla birlikte ağır insan hakları ihlallerinin oluştuğunu düşünmekteyiz. Anayasa m. 10 kanun önünde eşitlik hükmünün kadın ve erkek özelindeki ikinci fıkrasının değiştirilip, interseks ve cinsiyetini tanımlamak istemeyen kişilerin insan haklarını göz önüne alarak cinsiyetsiz bir anayasa normunun yapılması kanaatindeyiz.

2005 yılında yürürlüğe giren 5237 Sayılı TCK’nın ile kadının cinselliğine karşı işlenen suçlar ‘’kişilere karşı işlenen suçlar’’ başlığı altında düzenlendi. Öncesinde ‘’topluma ve edep törelerine karşı suçlar’’ başlığı altında bulunuyordu. Aynı zamanda ‘’töre saikiyle’’ kasten öldürmeye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi hükme bağlandı.

Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Konferansları/Pekin Deklarasyonu[16]

Bu zamana kadar 4 kere toplanmıştır. Konferans sonunda kadın haklarına, kadına karşı ayrımcılığa, kadına karşı şiddete ilişkin kararlar, eylem platformları yayınlanır. Bağlayıcılığı olmayan karar ve eylem platformların kadın haklarına ilişkin düzenlemelere esin kaynağı olması öngörülür. Ayrıntılı düzenlemeler içeren bu karar ve eylem platformlarından birisi ve en son yapılan konferans Pekin Deklarasyonudur. 1995 yılında Pekin’de toplanan konferansta kabul edilen kararlarda genel olarak, önceden kabul edilmiş kararların yinelenmesine vurgu yapılmış, kadın ve erkeklerin eşit olduklarına ve doğuştan değerli olduklarına, kadın haklarının insan hakları olduğuna, kadınların güçlendirilmesi için çalışmalar yapılması gerektiğine, eğitim ve öğretimdeki eşitsizliklerin giderilmesine dair çalışmaların yapılması gerektiğine, yetki ve karar alma mekanizmalarında kadın erkek oranındaki eşitsizliğe, hükümetler, ulusal ve uluslararası hükümet dışı kuruluşlar tarafından nelerin yapılması gerektiği kabul edilen kararlarda vurgu yapılmıştır.

Kabul edilen kararlarda okuma yazma oranının ortadan kaldırılması, anne ve çocuk ölüm oranlarının azaltılması, CEDAW’a varsa konulmuş olan çekincelerin ortadan kaldırılmasına ve eylem platformunda bulunan diğer kararların uygulanmasına dair 2000 yılına kadar hareket geçilmesi ve nihai sonuçlara ulaşılması gerektiği belirtmiştir. Saydığımız bu kararların aradan geçen 21 yıla rağmen ne derece uygulandığını okurun takdirine bırakıyoruz.

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) 2011[17]

Son derece hassas ve Türk kamuoyunda ve devlet organlarında tartışmalı, politize hale getirilmiş olan İstanbul Sözleşmesi bir Avrupa Konseyi sözleşmesidir. Avrupa Konseyi’ne üye olan Türkiye, bu sözleşmeye taraftır. Sözleşme 2011 yılında İstanbul’da çekincesiz olarak imzalanmış ve aynı yıl Sözleşmenin onaylanmasının uygun bulunduğuna dair kanun yasama organı tarafından çıkartılmış ve resmi gazete yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Sözleşme kendisinden önce yayınlanmış, imzalanmış, kabul edilmiş kadın haklarına ilişkin uluslararası belgeleri göz önünde bulundurarak onları daha nitelikli getirme saiki güder.

Sözleşme bağlayıcı nitelikli, yaptırım gücü olan, bağımsız denetim mekanizması içeren, koruma, önleme, kovuşturma, soruşturma ve bütüncül politikaları içeren mekanizmaların oluşturulmasını öngörmektedir.

Anayasa m. 90/5 “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir…” şeklindedir. Dolayısı ile İstanbul Sözleşmesinin uygulanması için hakimler, savcılar, kolluk güçleri yükümlüdür. Türkiye’de bu yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğini yine okurun kendi takdirine bırakıyoruz.

Sözleşmede şiddetin her türlüsüne karşı taraf devletlere önleme, yok etme yükümlülükleri yüklenmiştir. Zorla evlendirmenin suç sayılması ve devletlerin bunu önlemesine dair yükümlülükleri olduğu belirtilmiş ve devamında kadın sünnetinin yasaklanması ve bu eylemi yapanlara karşı hukuki ve diğer tedbirlerin alınması gerektiği vurgulanmıştır. Sözleşmede zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırmaya karşı gerekli hukuki ve diğer tedbirlerin alınması ve cinsel tacizin her türlüsünü adeta lağvedici tedbirlerin alınması gerektiği vd. belirtilmiştir.

Türk kamuoyunda sözleşmeyi tartışmalı hale getiren noktaların en önemlisi m. 4/3’te kişilerin “toplumsal cinsiyet”, “cinsel kimlik”, “cinsel tercih” farketmeksizin sözleşme hükümlerinden yararlanmasını devletlerin taahhüt etmesidir. Anayasanın 2. maddesinde cumhuriyetin niteliklerinden birisinin ‘insan hakların saygılı’ bir devlet olunduğu hükme bağlanmıştır. Her ne kadar anayasa m.10 kanun önünde eşitlik hükmünde ayrımcılık sebebi olamayacaklar arasında cinsel tercih, cinsel kimlik, cinsel yönelim ifadeleri bulunmuyor olsa da ve benzeri sebepler ifadesi ile saydığımız bu hususlarda kanun önünde eşitlik ilkesinin özündeki ayrımcılık esası olamayacak sebeplerdir. Cinsel yönelimi, cinsel tercihi, cinsel kimliği toplumun kabul ettiğinin aksine olsa da saydığımız hususları benimsemiş kişiler en nihayetinde insandır. Dolayısı ile cinsel kimliği, cinsel yönelimi, cinsel tercihi kişinin manevi varlığını oluşturmaktadır. Kişinin manevi varlığını koruması ve geliştirmesi bir temel haktır. Bu temel hak anayasa m. 12 gereği dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez yine bir temel haktır. AİHS’te kişinin manevi varlığına ilişkin hükümler mevcut olup cinsel yönelim, cinsel tercihi, cinsel kimliği farklı olan kimseler sırf bu saydıklarımızdan dolayı ayrımcılığa maruz kalmaları ağır insan hakları ihlalidir.

İstanbul sözleşmesi kadın özelinde tüm insanları korumaktadır. Özek nitelikli olup son derece geniş koruma yelpazesine sahip bir sözleşmedir.

Sözleşmede bağımsız bir denetim mekanizması öngörülmüştür. Bu mekanizmanın adı GREVIO’dur. CEDAW’da bulunan komite benzeri bu mekanizma taraf devletlerin sözleşmeye bağlı kalıp kalmadıklarına dair rapor hazırlamaktadır. Gerekirse Avrupa Konseyince bu rapor doğrultusunda yaptırımlar uygulanmaktadır. GREVIO’nun 2018 Türkiye raporu ise genel itibari olumsuzdur.[18]

Sözleşmenin ardından 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe konulmuştur[19]. Yine 1998 yılında çıkarılan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’a yaptığımız eleştiriler gibi kadın haklarını düzenlerken bu kanunda da aile unsuru baz alınmış ve kanunun ruhu da ailenin dağılmaması, aile içi şiddetin pek de dışarıya yansıtılmamasına dair oluşmuştur. Kadın haklarına ilişkin oluşturulan kanunlarda aile ve kadının ayrı tutulması ve kanun kadını aileden ayrı bir birey olarak tanıyarak oluşturulmalıdır. 6284 sayılı yasa kapsamlı bir yasadır ancak İstanbul Sözleşmesi’nin barındırdığı hükümlere paralel olarak oluşturulmuş bir yasa olduğu müphemdir.

Sonuç

Geçmişten günümüze 1791’de Olympe De Gouges’un kaleme aldığı Kadın ve Yurttaş Hakları Beyannamesi ile başlayan ve yıllar içerisinde sayısız düzenleme yapılan kadın haklarına dair çalışmalar ne yazık ki patriarkal düzenin sonuçları dolayısıyla yetersiz kalmaktadır. Her geçen gün kadın cinayetleri artmakta, aşırıcıların çoğalması dolayısıyla otoritelere ve yasalara meydan okurcasına ortaçağdan kalma zihniyetler ile birlikte sokak ortasında kadınlar boğazlarından kesilerek can vermektedirler.[20] Kadına karşı şiddet psikolojik, sözlü, fiziksel, cinsel hele kapitalist düzenin nefesini ensemizde hissettiğimiz son zamanlarda ekonomik şiddet ve diğer şiddet türleri her geçen artarak devam etmekte.[21] Kadınların ve interseks bireylerin karar alma mekanizmalarında temsil oranlarının ya hiç ya da son derece az olması bu şiddetin artmasına sebep olmaktadır. Yukarıda saydığımız Türk hukukunu ilgilendiren kimi uluslararası düzenlemelerin yanında konumuz itibari ile değinemediğimiz son yıllarda Afrika kıtasında sıkça görülen cadı avları mevcut yüzyılda küresel çapta kadına karşı şiddetin ne kadar ciddi bir boyutta olduğunu ve devam ettiğini gösterir niteliktedir. Türkiye taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri anayasanın ilgili hükmü gereğince uygulamalıdır. Hoşgörü, nezaket, hukuka sadıklık ve insan haklarına bağlılık ile birlikte toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmalı, kadına karşı şiddet nezdinde tüm şiddete maruz kalanlar hukuki zeminde ve diğer koşullarda korunmalı ve şiddeti uygulayanlara karşı gerekli güvenlik tedbirleri uygulanmalıdır.

Dipnotlar

  • [1] Birleşmiş Milletler Andlaşması m.1, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m.2, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme m.2, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme m.2, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme m.2, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyeti Korumaya Dair Sözleşme (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) m.14, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 12 No’lu Ek Protokol m.1,  Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.10, Türk Ceza Kanunu m.3.
  • [2] TUSKAN, Aydeniz Alisbah, Kadın Hakları Mevzuatı, İstanbul Barosu, EGE Basım, 2020, İstanbul, s. 11.
  • [3] TUSKAN, Kadın Hakları Mevzuatı, s.78
  • [4] Eşit Değerde İş İçin Erkek ve Kadın İşçiler Arasında Ücret Eşitliği Hakkında 100 Sayılı Sözleşme (AYATA, Gökçeçiçek; ERYILMAZ DİLEK, Sevinç; ODER, Bertil Emrah, Kadın Hakları Uluslararası Hukuk ve Uygulama, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2010,  s.473).
  • [5] TUSKAN, Kadın Hakları Mevzuatı, s.48.
  • [6] Ayata; Eryılmaz Dilek; Oder, Kadın Hakları Uluslararası Hukuk ve Uygulama, s.354.
  • [7] Ayata; Eryılmaz Dilek; Oder, Kadın Hakları Uluslararası Hukuk ve Uygulama, s.182.
  • [8] TUSKAN, Kadın Hakları Mevzuatı, s.243.
  • [9] AYBAY, Aydın; AYBAY, Rona; PEHLİVAN Ali, Hukuka Giriş, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, b.15, İstanbul, 2019, s.349.
  • [10] GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınevi, 24. Baskı, s.54.
  • [11] AYM E.:1990/30, K.:1990/31, R.G. TARİH – SAYI: 02.07.1992 – 21272
  • [12] https://www.ilo.org/ankara/conventions-ratified-by-turkey/lang–tr/index.htm
  • [13] MERİÇ, Nedim; KORKMAZ, Ramazan, Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve İlgili Temel Mevzuat, Onikilevha Yayıncılık, İstanbul, 3. Baskı, 2020.
  • [14]http://www.kahdem.org.tr/?p=138
  • [15] TUSKAN, Aydeniz Alisbah, Kadın Hakları Mevzuatı, Ege Basım, İstanbul, 2020, s.457.
  • [16] www.kadininstatusu.gov.tr
  • [17] https://ailevecalisma.gov.tr/uploads/sgb/uploads/pages/uluslararasi-antlasmalar/avrupa-konseyi-anlasmalar-serisi-no210.pdf
  • [18] https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/media/uploads/2018/10/18/ENG_GREVIO_Report_Turkey.pdf
  • [19] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/03/20120320-16.htm
  • [20] https://www.tv100.com/bir-kadin-daha-bogazi-kesilerek-olduruldu-haber-477446
  • [21] FEDERİCİ, Silvia; çev. TANRISEVER, Bilge, Cadılar Cadı Avı ve Kadınlar, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2019, s.66.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

77

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.