Fransa’da 1789 Devrimi sürecinde ortaya çıkan adli ve idari otoritelerin ayrılığı ilkesi zamanla iki farklı yargı düzeninin varlığına ve bunlar arasındaki uyuşmazlıkları çözmek üzere 1848 yılında geçici olarak, 1872 yılından itibaren ise sürekli bir Uyuşmazlık Mahkemesinin kurulmasına yol açmıştır. Bu tür uyuşmazlıkların çözülmesi görevi başta Danıştay’a verilmiş ve Danıştay kendi alanına giren bu uyuşmazlıkların çözümü konusundaki kararlarını 1 Haziran 1828 ve 12 Mart 1831 tarihli Kanun Hükmünde Kararnamelerde (KHK) belirlenen usullere göre vermiştir.
”Anılan görevin Uyuşmazlık Mahkemesine verilmesi ise iki aşamada gerçekleşmiştir. 4 Kasım 1848 Anayasası’nın 89. maddesi ile idari otoriteler ve yargısal makamlar arasında görev uyuşmazlıklarını çözmek üzere Danıştay ve Yargıtaydan gelen eşit sayıda üyeden oluşan Adalet Bakanının başkanlığında bir Uyuşmazlık Mahkemesi kurulmuştur”. 4 Şubat 1850 tarihli Kanun ve 26 Ekim 1849 tarihli KHK ile Mahkemenin oluşumu ve yargılama usulleri düzenlenmişti. Ancak 2 Aralık 1851 tarihli hükümet darbesi ile II. Cumhuriyet Dönemi sona ermiş olduğundan, önceki düzene geri dönülmüş ve Uyuşmazlık Mahkemesi de kaldırılmıştır. III. Cumhuriyet’in ilk döneminde 24 Mayıs 1872 tarihli Kanun ile Danıştay yeniden kurulmuş, onunla birlikte nihayet yeniden ve sürekli olarak II. Cumhuriyet Dönemi düzenlemeleri esas alınarak Uyuşmazlık Mahkemesi de kurulmuştur. Mahkemenin varlık nedeni idari ve adli otoritelerin ayrılığı prensibinin kabul edilmesi ve dolayısıyla adli ve idari yargının ayrılığının ortaya çıkmasıdır.
Fransız Devrimi’nden sonraki dönemde İdare Hukuku yavaş yavaş ortaya çıkmış, idari rejimin temel nitelikleri ve idari yargıya özgü merciler 19. yüzyılın son çeyreğinde hızlı bir gelişme göstermiştir. 1789 Devriminin arından Kurucu İktidarın ilk tepkisi, 1790 tarihli Kanunlarla mahkemeleri, devlet otoritesi işleri karşısında etkisiz hale getirmeye çalışmak olmuştur. ”Yargı faaliyeti, idari faaliyetlerden ayrıdır ve her zaman ayrı kalacaktır. Hakimler ne şekilde olursa olsun idare organının işlemlerini engelleyemez, idarenin görevlileri, görevleri sebebiyle mahkemeler önüne getirilemezler. Aksi durumda hakimler açısından görev suçu oluşur.” Bu hükümden sonra bir başka hüküm ile yeniden ve daha güçlü bir şekilde ilan edilmiştir. ”Mahkemelere, hangi tür olursa olsun, idarenin işlemlerine bakma yasağı cezai yaptırımı da öngörülerek getirildi.” Bu metinlerin hedefi, idari ve yargısal otoritelerin ayrılığı ilkesini kabul ederek mahkemelerin, idareyi sıkıntıya sokmasını engellemek ve mahkemelerin idarenin taraf olduğu uyuşmazlıklara bakmasını önlemektir.
Bu şekilde her türlü denetimden kurtulan idare, yargısal denetimin dışında kalmıştır. İdare ile vatandaşlar arasında çıkan uyuşmazlıklar ise bizzat idare tarafından incelenmiş ve bir sonuca bağlanmıştır. İdare kendisinin içinde olduğu davalarda hem taraf hem de yargıç konumundaydı ve bu sistem davacılar açısından bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerini sağlamaktan uzaktı. İşte adı geçen Blanco kararı, bu durumun değişmesinde büyük rol oynamıştır.
–
8 Şubat 1873 Tarihli Blanco Kararı
Davaya konu teşkil eden olayda, devletin işlettiği Bordeaux tütün işletmesi binaları arasında işletmenin işçileri tarafından yönlendirilen vagonetin, Agnès Blanco isimli beş buçuk yaşında bir kız çocuğuna çarparak onun yaralanmasına sebep olmuştur. Çocuğun babası, Fransız Medeni Kanunun istihdam edenin sorumluluğu hakkındaki hükümlerine dayanarak adliye mahkemeleri önünde uğradığı zararın giderilmesi için devlete karşı tazminat davası açmıştır. Bourdeaux şehrinin içinde bulunduğu Gironde İli Valisi Adolphe Jean, tazminat istemiyle devlete karşı adli yargıda dava açılamayacağını ileri sürerek bu davaya karşı görev uyuşmazlığı kararı almış ve bunun üzerine Fransız Uyuşmazlık Mahkmesi, bu davanın adli yargıda değil, idari yargıda görülmesi gerektiğine karar vermiştir. Mahkeme Blanco Kararı ile idarenin sorumluluğu ilkesini kabul etmiş, bu sorumluluğun kendine özgü kurallarının bulunduğunu ve sadece idari yargı hakimi tarafından işletebileceğini belirtmiştir.
Blanco Kararı Neden Önemli ?
Bordeaux Tütün İşletmesi, devletin özel bir işletmeci gibi işlettiği bir tesistir. Bu tesis özel sektördeki ticari işletmeler gibi işletilmektedir. Mahkeme kararında kamu gücü kriterini (idarenin kamu gücü kullanarak yaptığı işler kamu hukukuna tabidir) uygulayarak bu davanın adli yargıda görülmesi gerektiğine karar verebilirdi. Çünkü burada söz konusu tesis bir kamu gücü kullanılmadan işetilmektedir ve ortaya çıkan zarar vagoneti idare eden işçilerin tedbirsizliğinden kaynaklanmıştır. Ancak burada bir kamu hizmeti görülmektedir. Konusu ne olursa olsun kamu hizmetleri nedeniyle idareye karşı açılacak davalarda adliye mahkemelerinin yetkisiz olduğu görüşü Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından kabul edilmiştir.
Blanco Kararı, idarenin kamu hizmetlerinin yürütülmesinde istihdam ettiği kişilerin üçüncü kişilere vermiş olduğu zararlardan dolayı devletin sorumlu olduğunu gösteren önemli bir örnektir.
–
İdarenin Yetkilerinin Özellikleri ve İstisnai Haller
İdarenin fiillerinden doğan sorumluluklarına örnek olarak daha başka kararlar verilebilir. Bu kararlar idarenin yetki kurallarıyla ilgili istisnalarını ve uygulamalarını içerir. İdare hukukunda, idarenin sahip olduğu irade açıklamaya yetkisini memurlar aracılığıyla kullandığı ve irade açıklaması yetkisinin kullanılmasını düzenleyen birtakım genel kuralları olduğu bilinen bir gerçektir. Bu kurallara kısaca ‘’yetki kuralları’’ denmektedir. İdare hukukunda, idarenin sahip olduğu yetkiler anayasadan ve kanunlardan kaynaklanır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6. maddesindeki açık ifadesi, hiçbir kimsenin veya organ kaynağının Anayasadan kaynaklanmayan bir devlet yetkisini kullanamayacağını belirtmektedir. İdare hukukunda yetkiler anayasadan ve kanunlardan kaynaklandığına göre yetkinin idareye verilmiş olması gerekir. Bir kurum veya bir kişi kaynağını bunlardan almayan bir yetki verilmemişse o kişi yetkisizdir ve idare adına herhangi bir işlem yapamaz. Dolayısıyla idare hukukundaki yetkiler istisnai niteliktedir. Asıl olan yetkisizlik, istisnai olan yetkili olunmasıdır. Yetkilerin istisnai olmasının bir sonucu, yetkilerin dar yoruma tabi tutulmasıdır. İdare hukukunda idarenin yetkileri kamu düzenine ilişkindir. Yetki unsurunun hukuka aykırılığı iddia edilen davalarda hakim, yetkinin hukuka uygunluğunu re’sen değerlendirecektir ve bu değerlendirme davacı tarafından davanın her aşamasında ileri sürülebilir. İdare, sahip olduğu yetkileri kullanmaktan kaçınamaz. Yetkilerini kullanmak zorundadır ve genel kural olarak yetkilerini devredemez. İdarenin sahip olduğu yetkiler idareye sübjektif bir hak olarak değil, bir görev olarak verilmiştir. Dolayısıyla idare kanunun öngördüğü koşulların oluşması halinde yetkilerini kullanmak zorundadır. İdare, kanunun açık izni olmaksızın yetkilerini devredemez.
Fransız Danıştay ve Yargıtay Kararları
İdare hukukunda yerini bulan sert yetki kuralları, zamanla içtihat ve doktrin tarafından zamanla yumuşatılmış, bazı istisnalar getirilmiştir. Bu istisnalar, ‘’fiili memur teorisi’’, ‘’yetkilerin paralelliği ilkesi’’, ‘’yetki devri’’, ‘’vekalet’’ ve ‘’cari işlerin yürütülmesi’’ olarak ayrılabilir. Biz burada ‘’fiili memur teorisini’’ ve teorinin içeriğinden doğan bir hali inceleyeceğiz. Bunlar; ‘’görünüşte memur’’ ve ‘’zaruret hali (zaruri memur) teorisi’’dir.
Görünüşte teorisi, yani görünüşte memur, bir memurun aslında yetkili olmamasına ya da bu memurun atanması işleminde bazı sakatlıklar olmasına rağmen yaptığı işlemlerin geçerliliğiyle alakalıdır. Ayrıca memur görevden alındıktan sonra birtakım işlemler yapmış olabilir. İyiniyetli üçüncü kişilerin hukuki statülerini ve dolayısıyla haklarını doğrudan ilgilendiren bu işlemlerden zararlar görebilecekleri ortadadır. İyiniyetli üçüncü kişilerin idari işlemi yapan kurumun iç düzenini bilmesi veya işlemi yapan memurun gerçekten bir memur olduğunu, bu işlemi yapmaya yetkili olup olmadığını bilmesi mümkün değildir. Böyle bir durumu araştırması da haliyle bu kişilerden beklenen bir şey değildir. Oysa böyle bir memur aslında yetkisizdir ve dolayısıyla yaptığı işlemler sakattır. Ancak bu işlemlerin sakat olduğunu, haliyle geçersiz olduğunu kabul etmek; kişilerin hukuki statülerinde ve haklarında önemli ölçüde etkide bulunan işlemlerden zarar görmelerine neden olacaktır. Bu nedenle, aslında memur olmayan, ‘’görünüşte memurların’’ yaptığı işlemler geçerli kabul edilmektedir.
Fransa’da bu konuda güçlü bir yer edinen olaylardan ilki ‘’Montrouge evlilikleri’’dir. Fransız Yargıtayı’nın vermiş olduğu kararda, evlendirme yetkisine sahip olmayan bir belediye meclisi üyesinin kıydığı nikahların akıbeti sonuçlandırılmıştır. Aslında yetkisi olmamasına rağmen, ‘’görünüşte memur’’ olarak niteleyebileceğimiz meclis üyesinin kıydığı nikahlar, Fransız Yargıtay’ınca geçerli sayılmıştır. Başka bir olayda Fransız Danıştayı, 1876 yılında verdiği ‘’Ducatel kararında’’, idarenin binası içerisine yerleşmiş ve aslında kişilerden ücret tahsil etme yetkisi olmayan kişiye yapılan ödemeyi iptal etmek yerine geçerli saymıştır. Atamaları iptal edilen memurların yaptığı işlemlerin de geçerli sayılacağını belirtmek gerekir.
Kaynakça
• Sağlam, Y . (2015). FRANSIZ UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ 2015 REFORMU: DEĞİŞİKLİKLER VE GEREKÇELERİ, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, 667-706
• Gözler, Kemal , İdare Hukuku Dersleri, Bursa, 2020, Ekin Yayınevi, 42-45
• Gözler, Kemal, İdare Hukuku Dersleri, Bursa, 2020, Ekin Yayınevi. 275-277
• Kaydul, Fatma, Genel Olarak İdarenin Sorumluluğu, http://www.kaydulhukuk.com/hukuk-makaleleri/51/6959.html
0 Yorum