Kırık Pencereler Kuramının Düzensizlik Teorisi Bağlamında Kriminolojik Tahlili

Kırık Pencereler Teorisinin temel olayı: "Bir binadaki herhangi bir kırık pencere tamir edilmezse; binaya kimsenin göz kulak olmadığını düşünen insanlar, diğer pencereleri de kırma içgüdüsüyle daha fazla pencere kıracaktır. Bir süre sonra da bina penceresiz kalacaktır..."14 min


98

     1. Giriş

“Kırık Camlar” (Broken Windows) kuramı, 1980’li yılların başında ortaya çıkan ve hem New York Belediyesi hem de Emniyet Müdürlüğü tarafından kullanılan bir “kentsel kriminoloji” teorisidir. Suçla mücadelede, kentlerin düzenli ve “bakımlı” olmasının, sivil katılımın teşvik edilmesine yardımcı olduğunu teorileştiren bir yaklaşımdır. Yani, bir kentte yaşayanların, o kentin düzenliliği ölçüsünde toplumsal yaşama uyumlu ve düzgün davranacaklarını ileri sürer.

Temiz ve düzenli bir çevre, o bölgenin izlendiğini ve yasa dışı davranışlara izin verilmeyeceğini bildirir. Tersine, bakımsız bir çevre, terkedilmiş binalar, duvar yazıları, çöp yığınları bölgenin izlenmediği ve orada yaşayanların sorumsuz davrandıkları sinyalini vermektedir. Önemli olan kırık camlar değil, ilettikleri mesajdır.

Kırık camlar kuramı, Stanford Üniversitesi’nden adli psikolog Philip George Zimbardo’nun bir çalışmasına dayanmaktadır. Zimbardo, 1969 yılında ilginç bir sosyal deney gerçekleştirdi. İtalyan göçmen olmanın güçlükleriyle büyümüş olan ve sokaklardaki yaşamı iyi bilen Zimbardo, eski bir otomobili Bronx’ta ve diğer bir otomobili de Palo Alto’da park etti. Bronx’taki otomobil, akla gelebilecek bütün değerli parçalarının anında çalınmasıyla adeta demonte edildi. Diğer araca ise bir hafta boyunca dokunan olmadı. Zimbardo gidip otomobilin camlarını kendisi kırdıktan birkaç saat sonra, bu araç da diğeri gibi soyulup tamamen tahrip edildi. Çaresizliğin yarattığı alışılmışlıklardan kaynaklanan apati, karşılıklı saygı ve ortak sorumluluk duygusu, davranışlarına özen gösterme zorunluluğu gibi toplumsal engelleri zayıflatan eylemleri besleyerek bir kısır döngü oluşturmaktaydı.[1]

Bu hipotez, belediye hizmetlerini sağlayacak yeterli kaynakları bulunmayan, kaderine terkedilmiş Bronx gibi yoksul bir bölgede yaşayanların, Palo Alto gibi çok bakımlı bir bölgede yaşayanlara göre daha umursamaz, sorunlarına çözüm aramaktan vazgeçmiş, apatetik insanlardan meydana geldiği yönündeydi. Teori, 1982’de yayınladıkları “Kırık Camlar” başlıklı makalede[2], bir toplumdaki suç faaliyetlerinin, önce münferit küçük ihlaller olarak başladığını ve giderek ağır suçlara doğru evrildiğini, en iyi yolunun, suça eğilimi destekleyici her türlü koşulun ortadan kaldırılması olduğunu belirten hukukçu James Q. Wilson ve kriminolog George L. Kelling tarafından da desteklenerek geliştirildi.

“”””””””””””””

Kelling, makalede konuyu iki örnekle açıklıyordu:

Birinci örnekte, birkaç camı kırık bir binadan söz ediliyordu. Camlar bir süre tamir edilmeyince, görenler arasında birkaç pencerenin daha camlarını kırma eğilimi artmaktaydı. Hatta sonunda binaya girip işgal edenler veya yangın çıkaranlar da olabiliyordu.

İkinci örnekte ise, bir köşesine küçük bir çöp torbası atılmış kaldırım vardı. Torbayı görenler, küçük torbanın yanına kendi küçük çöplerini bırakarak, kısa sürede kaldırımı hızla kaplayan büyük bir çöp yığını oluşturuyorlardı. Giderek çevredeki lokantaların atıkları da bu yığına katılıyordu. Sosyal bilimciler James Q. Wilson ve George L. Kelling tarafından aylık olarak yayınlanan Atlantik dergisinin 1982 yılı mart ayındaki sayısında yayınlanan Kırık camlar makalesinden bir bölüm teoriyi daha da iyi açıklamaktadır:[3]

“Birkaç kırık penceresi olan bir bina düşünün. Camlar tamir edilmemişse vandallar birkaç cam daha kırmaya meyillidir. Sonunda bina boş ise tüm camları kırılabilir, gecekonduysa belki de yangın dahi çıkarabilirler. Ya da bir kaldırım düşünün. Burada bazı çöpler birikir. Yakın zamanda bu çöpler daha fazla birikir. Sonunda buradaki restoranlar, hatta paket servis yapan insanlar bile çöpleri araba ile poşetler halinde getirerek buraya atarlar.

1980’li yıllarda, suç faaliyetlerinde büyük bir artış yaşanan New York kentinde, belediye meclisi, kentin uluslararası ününü zedeleyen ve çığ gibi hızla büyüyen bu tehlikenin çözümü için kırık camlar kuramından yola çıkan ve işe önce metro sistemindeki tüm grafitileri temizleyerek başlayan bir düzenleme planını uygulamaya koydu. Plan,1990’lı ve 2000’li yıllarda da alenen içki içmek, kaldırıma işemek, park etmiş araçları çizmek gibi küçük suçlara gösterilen hoşgörünün azaltılmasıyla sürdürüldü. Uygulamaların sonuçlarıyla ilgili pek çok çalışmada, suç faaliyetlerinde önemli düşüşler görüldüğü, kırık camlar teorisinin defalarca kanıtlandığı vurgulandı. Teorinin uygulamaları, New York’tan sonra, Boston ve Lowell gibi başka kentlerde de örnek alındı. New York’taki suçlarda görülen düşüş kentin yatırımcılar için yeniden cazip hale gelmesini ve daha önce Bronx gibi bölgelerde yaşamaktan korkanların buralara ilgi duymasını sağladı.

“”””””””””””””””””””””

    2. Teoriyi Geliştiren Farklı Örnekler ve Çalışmalar“”””

Kriminolojik Psikoloji olarak da bilinen Suç Psikolojisi, suçluların istekleri, düşünceleri, niyetleri ve tepkileri ile suç davranışındaki tüm olguları ve olayları araştıran bilim dalıdır. Antropoloji’den de destek alan Suç Psikolojisi, bireyin suç işlemesinin nedeninin yanı sıra, suç işleme anında, suçu işledikten sonra ya da yargılanması sırasındaki tepkilerini derinlemesine inceler. Psikolojik ve sosyal faktörlerin beynimizin işleyişi üzerindeki karmaşık etkilerinin bütün davranışlarımızın kaynağı olması, psikologların üstesinden gelmesi gereken temel sorundur. İlk kriminologlardan, ünlü İtalyan Cesare Lombroso, suçluları yaşlarına, cinsiyetlerine, fiziksel özelliklerine göre sınıflandırırken, eğitim durumlarını ve yaşadıkları kültürel ve coğrafi bölgeyi de bu sınıflandırmaya dâhil etti. Araştırmalarını 383 İtalyan tutuklu üzerinde sürdüren Lombroso, benzer karakterleri karşılaştırırken, suç davranışlarının kaynaklarını çözümlemede çevresel etkilerin de önemini vurguladı. Ardından bu ekolden gelen birçok adli psikolog da çevresel faktörlerin suç işleme üzerindeki salt etkisini vurgulamıştır. Ve en nihayetinde salt çevresel faktörün etkisinin geçerliliği kırık camlar kuramı ilre ispatlanmaya çalışılmıştır.[4]

“””””””””””””””””

Kırık camlar kuramı ile ilgli birçok ülkede sayısız araştırma yapılmıştır. Bu arştırmaların deneye yönelik olan yakın tarihli benzerlerine örnek verecek olursak:

2008 yılında Hollandalı Hukukçu Kees Keizer tarafindan yapilan ve Science Dergisi’nde yayınlanan bir arastırma bu teoriyle ilgili başka deneysel kanıtlar sunmuştur. Deneyinde bir alışveriş bölgesinde bisiklet park edilen alanlardaki bisikletlere bir takim el ilanlari iliştirilmiş, bu park alanlarının olduğu bölgelerin bir kısmında duvarda graffitiler bulunmakta, bir kısmındaki duvarlar da temiz bulunmaktaymış. Graffitili olan bolgelere park etmis bisikletseverlerlerin buyuk kismi el ilanlarini yerlere atip ortaligi kirletirken graffitisiz bolgelerdeki bisiklet sahipleri bu ilanlari çöpe atmaya daha meyilli oldukları açık farkla ortaya konulmuştur.[5]

Kanada’da yapılan bir başka deneyde ise; araştırmacılar, araba park edilen bir alanı çitlerle çevrilmiş ve arabalara ulaşmak için giriş yapılması gereken yerlerin 200 yard uzaklıkta olduğunu belirten levhalar konulmuştur. Ayrıca buraya bisiklet bırakmanin yasak olduğuna dair ilanlar asılmıştır. Bu ilana rağmen bisikletlerin birakilmiş olduğu durumda insanların büyük bir kısmı girişin yasak olduğu bölgeden girerek araçlarına gitmiş, ancak bisiklet bırakılmayan durumda çok az sayıda insan yasağı delerek arabalarına ulasmıştır.[6]
Kısacası, insanlarin normlari ve yasaklari delmenin herhangi bir cezasi olmadigini fark ettiklerinde kendilerinin de baska normlari ya da yasaklari delmekte bir beis gormedikleri ortaya cikiyor.

“””””””””””””””””””””

    3. Kırık Camlar Kuramını En Önemli Kriminolojik Teori Olan ”Düzensizlik (Disorder/Incivilities)” Yaklaşımı ile Bağı

Düzensizlik yaklaşımı, çevrenin yapısı ile suç korkusu arasında ilişkiye odaklanmaktadır. Yaklaşım, çevrede görülen düzensizliklerin veya bozuklukların bireyi olumsuz yönde etkileyebileceğini ve bireyde korkuya yol açabileceğini ileri sürmektedir. Yaklaşım çevrede gözlemlenen düzensizlikleri hesaba katarak suç korkusunu ele almaktadır. Düzensizlik yaklaşımı, çevredeki düzensizlikleri, sosyal ve fiziki çevre düzensizlikleri olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Düzensizlik (disorder/incivility) yaklaşımı, Chicago Okulu’nun çalışmalarına dayanan sosyal düzensizlik (social disorganization) yaklaşımından beslenmektedir. Sosyal organizasyonluk şeklinde de ifade edebileceğimiz sosyal düzensizlik yaklaşımı suç ve suçluluk olgusunu ortaya çıktığı koşullarla birlikte değerlendirmektedir. 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında, Chicago Üniversitesinde yapılan araştırmalarda, suç davranışı incelenirken birey davranışını etkileyen fiziki ve sosyal çevreye özel bir önem verilmiştir. Bu çalışmalarla birlikte, suç ve suçluluk kişisel bir olgu olmaktan çok ortaya çıktığı çevre ile ilişkili bir olgu olarak ele alınmaya başlamıştır. Bu çalışmalarda, suç ve suçluluğun cereyan ettiği çevre ile birlikte bir bütün halinde ele alınması gerektiği fikri güç kazanmaya başlamıştır. “Suç ekolojisi” olarak da adlandırılan Chicago Okulu’nun temsilcilerinden Ernest W. Burgess ve Robert E. Park’ın çalışmalarını takip eden Shaw ve McKay, suç ile kent yapısı arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Suçun kaynağını, kentin sosyal organizasyonundaki değişme ve kentteki düzensizlik ile ilişkilendirmişlerdir. Suç oranlarının yüksek olduğu yerler ile suç oranlarının düşük olduğu yerler arasındaki farklılıkları sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler etrafında analiz etmişlerdir.[7] Üst sınıfların ve orta sınıfların yaşadığı bölgelerde suç ve sapma oranının düşük olduğunun, sosyoekonomik statüsü düşük bireylerin yaşadığı bölgelerde ise suç ve sapma oranının yüksek olduğunun altı çizilmiştir. Suç oranlarının yüksek olduğu bu bölgelerde; fiziksel yapının da bozuk olduğu, sanayileşmenin ve nüfusun daha çok bu alanlarda yoğunlaştığı, göçmenlerin çoğunlukla bu alanlarda yaşadığı ve bu bölgelerde sosyal kontrolün daha zayıf olduğu vurgulanmıştır.[8] Düzensizlik (disorder/incivility) yaklaşımının, kuramsal düzeyde temel kaynağı olarak ele aldığımız sosyal organizasyonsuzluk veya sosyal düzensizlik yaklaşımını benimseyenler, sosyal çözülmenin en çok kent yapısında ortaya çıktığını varsayarak kentleri; suçun üretildiği ve yaygınlaştığı mekânlar olarak görmüşlerdir. Bu nedenle onlara göre kentsel alanlar, sapma ve suç araştırmaları için birer laboratuvar konumundadır. Sosyal düzensizlik veya organizasyonsuzluk yaklaşımı; heterojen yapı, çöküntü bölgeleri, sosyal hareketlilik, sanayileşme ve kentleşme gibi değişkenlerin, suçluluk üzerindeki etkilerine dikkat çekmektedir. Yaklaşımın son dönem temsilcilerinden Sampson ve Groves ise sosyal düzensizliğin göstergeleri olarak şu faktörleri belirtmektedir: a) yerleşimcilerin düşük düzeyde bir ekonomik güce sahip olmaları, b) aynı yerleşim yerinde çok farklı etnik grupların varlığı, c) yüksek düzeyde yerleşimci hareketliliği, d) ailelerin fonksiyonunu kaybetmesi ve e) kentleşme.[9]

“”””””””””””””””””””””””””

Shaw ve McKay’ın çalışmalarına dayanan düzensizlik yaklaşımına göre suç korkusu, yerel çevredeki veya mahalledeki fiziksel ve sosyal düzensizlik işaretleri ile oldukça ilişkilidir. Düzensizlik yaklaşımına göre mahalledeki fiziksel ve sosyal düzensizlik belirtileri, mahallede yaşayan bireylerin güncel suç deneyimlerinden daha önemlidir. Düzensizlik işaretleri, mağduriyet riskine yönelik algıları güçlendirebilmektedir. Bu algılar; suç korkusunu artırabilmektedir.[10] Bu çerçevede, düzensizlik yaklaşımı bağlamında belli bir çevrede gözlemlenen düzensizliğe yönelik işaretlerin suç korkusunu yoğunlaştırabileceğini söyleyebiliriz. Düzensizlik yaklaşımı, özellikle kentsel alanlarda, suç korkusunun neden yaygın olduğunu açıklayabilmek için geliştirilmiştir. Belli bir mekânda gözlemlenen düzensizlikler, sosyal kontrolün ve davranış normlarının bozulduğu algısını yükseltebilir. Bu algı, o mekân özelinde, suç korkusunun artmasını veya yaygınlaşmasını tetikleyebilir. Bu yaklaşıma göre birey, çevresinde gözlemlediği düzensizliklerden dolayı kolayca suç korkusuna kapılabilir veya bu düzensizlikler ile suç riskinin artışı arasında bir ilişki kurgulayabilir.[11] Özetle, bu yaklaşımın odağındaki temel mesele, çevrede gözlemlenen düzensizliklerdir. Yaklaşım, çevredeki birtakım düzensizliklerin suça maruz kalma korkusunu doğurabileceğini öne sürmektedir.

Düzensizlik yaklaşımına göre suç korkusu, insanların suçla ilişkilendirdikleri çevrenin özellikleriyle ilişkilidir. Mağduriyet yaklaşımı çevreden çok suçun kendisini esas almaktaydı. Düzensizlik yaklaşımına göre bireyler; sokak başlarında takılan gençlik gruplarını, kirlilik, çöplük gibi fiziksel dengesizlikleri ve sosyal düzensizlikleri hemen fark ederler. Bu göstergeler, düzensizliğin yer aldığı çevre hakkında bir şeylerin yolunda gitmediği algısını yaratmaktadır. Birçok araştırma, bu çerçevede algılanan medeni olmayan davranışlar (incivility) ve fiziksel düzensizlikler (disorder) ile suç korkusu arasında bir bağlantı kurmaktadır.[12] Çevresel yapının niteliği/görünümü suç korkusunu etkilemektedir. Çünkü çevrenin güzel görünümü –suç sıklıkla işlenmiş olsa bile- insanlarda “Buralarda suç olmaz.” düşüncesine neden olmaktadır. Bir yerde sosyal veya fiziksel düzensizliklerin varlığı ise bireylerin suça maruz kalma ihtimallerini değerlendirmelerine neden olmakta ve bu durum sonuçta suç korkusunu etkileyebilmektedir.[13]

“”””””””””””””””””””””””””””””

Sosyal düzensizlik (social disorganization) yaklaşımının bir uzantısı sayabileceğimiz düzensizlik (disorder) ya da medeni olmayan davranış yaklaşımı (incivility); çevresel düzensizliği, fiziksel ve sosyal düzensizlik olarak iki grupta incelemektedir. Fiziksel düzensizlik; metruk binalar veya arabalar, etrafa dağılmış çöpler, duvar yazıları, boş arsalar, pis sokak araları, başıboş köpekler ve yetersiz aydınlatma gibi suç ile ilişkilendirilebilecek fiziki ipuçlarını içermektedir. Sosyal düzensizlik ise hırsızlar, serseriler, çeteler, saygısız komşular, dilenciler, madde bağımlıları, yankesiciler ve evsizler gibi suç işleme olasılığı yüksek görülen insanların rahatsız edici davranışlarına gönderme yapmaktadır.[14] Bu bağlamda, kentsel alan içerisinde belirli bir bölgede gözlemlenen sosyal ve fiziksel düzensizliklere yönelik ipuçları suç ile kolaylıkla ilişkilendirilebilmektedir. Sosyal ve fiziksel düzensizliklere yönelik ipuçları, suç korkusu duygusunun ortaya çıkmasına, yoğunlaşmasına ve o bölge özelinde yaygınlaşmasına yol açabilmektedir. Kırık Camlar teorisi de düzensizlik yaklaşımı içerisinde değerlendirebileceğimiz bir teoridir. Teori, 1982 yılında James Wilson ve George Kelling’in yazdıkları “Kırık Camlar” (Broken Windows) makalesine dayanmaktadır. Yazarlar, toplum nezdinde, düzensizlik ile suçun birbirinden ayrılamayacak biçimde bağlantılı olduğunu belirtmektedirler. Bir binada kırık bir pencere varsa ve onarılmıyorsa bu diğer camların da yakında kırılabilme olasılığını akla getirebilmektedir. Tamir edilmeyen pencere, binaya bakım yapacak birinin olmadığını gösteren bir ipucu olarak da kabul edilebilmektedir.[15]Kentin bir semtinde bulunan bir iş yerinin kırık penceresi, oradan geçen kişiler üzerinde bu iş yerinin başında kimse olmadığını ya da burasıyla kimsenin ilgilenmediği izlenimi yaratacak; buralarda oynayan çocuklar sağa sola taş atarken birkaç pencereyi daha kıracak ve bir süre sonra yoldan geçenler bu kez sokakla da hiç kimsenin ilgilenmediğini düşünmeye başlayacaktır. Çok geçmeden o sokak; fahişelerin, uyuşturucu satıcılarının, serserilerin, sokak çetelerinin, uyuşturucu bağımlılarının ve karanlık işler yapanların yani sadece suçluların kullandıkları ve barındıkları bir yer haline gelecektir. Özetle, kırık camlar teorisine göre küçük düzensizlikler daha büyük düzensizliklere ve nihayet ciddi suçlara davetiye çıkaracaktır”.[16] Kavramsal anlamda ‘proaktif polislik‘ olarak ifade edilen bu anlayış, son 30 40 yıllık süreçte ceza hukuku ve toplumsal güvenlik içinde önemli bir yer edinmiştir. Bu şekilde, sadece işlenmiş olan suçlarınaydınl atmaya ve adli hizmetlerin ifasına yardımcı olmanın ya da klasik önleyici hizmetlerin ötesine geçmeye başlamaz; yeni bir önleme tekniği olarak geliştirilmeye başlanmıştır. Bu düşünceden hareketle Wilson ve Kelling, semtlerde bir ‘toplum politikası‘ oluşturulması gerektiğini savunmuşlardır. Bu arada, bazı yazarların kırık pencereler’ yaklaşımının ‘sıfır tolerans’dan farklı bir şey olduğunu ileri sürdüklerini de ifade edelim.[17]

Suçlara davetiye çıkaran küçük düzensizlikler, aynı zamanda suç korkusuna yol açabilmektedir. Kırık camlar teorisinde, düzensizlik yaklaşımında olduğu gibi çevrede gözlemlenen fiziki ve sosyal düzensizlikler öne çıkmaktadır. Aslında kırık camlar teorisinde, düzensizliklerin, kırık camlarla sembolize edildiğini söyleyebiliriz. Kırık camlar teorisinde, fiziki düzensizlikler ile sosyal düzensizliklerin iç içe geçtiği ve düzensizliklerin suç ve suçluluğu artıracağı vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, düzensizliklerin insanlar için bir tehlike belirtisi olarak algılanabileceğini ve bu belirtilerin de suç korkusunu tetikleyebileceğini ileri sürebiliriz.[18]

“””””””””””””””””””””””””””

    4. Türkiye İçin Düşünürsek…

Türkiye’de ceza yargılaması çoğu zaman kimseyi tatmin etmiyor. Tutuksuz yargılamalar, HAGB, infaz süresi hesaplandığında 18 ay hapis cezasının sadece 1 gün infazının olduğu gibi durumlar suçu cezasız bırakan, suçluyu ıslah etmeyen uygulamalardır. Bu uygulamalar neticesinde suç işleyenler ve onların çevrelerindekiler korkutmayıp (ıslah) cesaretlendiren bir durum ortaya çıkabiliyor.

Kırık pencere metodu, suçlar arasında fark gözetilmeksizin en küçük suça ve failine müdahale edilmesi, failin başka ve daha ağır suçların işlenmesinin önüne geçilmesi demektir. Bir sokakta kırılan camı, kapıyı, hırsızlığı önemsemez, adaleti sağlamakta umursamaz davranırsanız, daha suçların işlenmesine kapı açarsınız. Suçu önleme, hafif-ağır suç farkı gözetmeden her suça müdahale edip fail ve delileri ile adaleti gerçekleştirmekle mümkündürCeza kuralları istisnasız uygulanmalıdır, hiç veya gereği gibi tatbik edilmeyen kurallardan, bu şekilde suç sayısından ve niteliklerinden dolayı kamu otoritesinin sorumluluğunun doğacağı tartışmasızdır. Sebepsiz veya haklı neden olmaksızın başlayan tartışma ve kavgalara müdahalede “sıfır tolerans” ilkesi uygulanmalı, tartışma ve kavganın nedenleri doğrudan haksız tahrik, cezayı alt hadden tatbik etme ve indirme gerekçesi sayılmamalıdır. Çünkü ciddiyet kazanmayan hiçbir sebep, insan hayatından ve vücut bütünlüğünden üstün görülemez.

Burada sorunu sadece hukuk sisteminde ve mahkemelerde görmek hatalı olur. Asıl sıkıntının başladığı nokta kolluk, ülkede adli vakalar üzerine çalışan özel polis birimi olan adli kolluk personelinin ayrılmamış ve yetişmemiş olması temel etkendir. Zira en basitindne yaralama olayında dahi delillerin ne kadar eksik toplandığı dosyalardan görülebilmekte. Bu noktada polisin beyanı ile adamı cezalandıramayacağımıza göre mahkeme salonundan çıkan sanıkların aramızda gezmesi normal. Suçluların aramızda gezmesini sağlayan bir diğer etmen, teorinin de temelini oluşturuyor. (en küçük suçun bile cezalandırılması için) yasama faaliyetinin yani ceza öngören yasaların uygulanabilir ve de efektif olması. Bunun ülkemizdek ien keskin örneği de şu an içinde buşunduğumuz bilişim suçlarının işlendiği internet ortamı. Kanun var, ancak suçun işlendiğini takip edecek teknik eleman yetersiz. Şikâyet olunmazsa her türlü saldırının kamu adına takibi zorlaşabiliyor.

Kırık pencere metodu, suçlar arasında fark gözetilmeksizin en küçük suça ve failine müdahale edilmesi, failin başka ve daha ağır suçların işlenmesinin önüne geçilmesi demektir. Bir sokakta kırılan camı, kapıyı, hırsızlığı önemsemez, adaleti sağlamakta umursamaz davranırsanız, daha suçların işlenmesine kapı açarsınız. Suçu önleme, hafif-ağır suç farkı gözetmeden her suça müdahale edip fail ve delileri ile adaleti gerçekleştirmekle mümkündür. Ceza kuralları istisnasız uygulanmalıdır, hiç veya gereği gibi tatbik edilmeyen kurallardan, bu şekilde suç sayısından ve niteliklerinden dolayı kamu otoritesinin sorumluluğunun doğacağı tartışmasızdır. Sebepsiz veya haklı neden olmaksızın başlayan tartışma ve kavgalara müdahalede “sıfır tolerans” ilkesi uygulanmalı, tartışma ve kavganın nedenleri doğrudan haksız tahrik, cezayı alt hadden tatbik etme ve indirme gerekçesi sayılmamalıdır. Çünkü ciddiyet kazanmayan hiçbir sebep, insan hayatından ve vücut bütünlüğünden üstün görülemez.[19]

“”””””””””””

    5. Kısaca..

Kırık Pencereler kuramının temsilcileri, Wilson ve Kelling (1982) bir çevrede bir binada uzun süre onarılmayan kırık pencereler varsa, bu durum insanlara orada bir asayişsizlik ve düzensizlik mesajı ve duygusu verdiğini bunun da insanları etraftaki diğer mülklere yönelik olarak da suça yöneltecek bir iklim yarattığını öne sürmüşlerdir. Bu kırık pencereler olgusu geniş çaplı olarak tüm yerleşim yerini kapsamak zorunda değildir, bir iki binada bile böylesi bir düzensizlik söz konusu ise bile suça yönelecek aktörler bu çevrede suç işlemenin maliyetinin olmayacağı duygusuna kapılacaktır. Sonuç olarak, kırık pencereler yaklaşımı herhangi bir semtteki ya da mekândaki toplumsal düzensizlik işaretlerinin, daha ciddi suçların ortaya çıkması ve o bölgeyi etkisi altına alması için yeterli olabileceği fikrine dayanır. Kırık pencereler, bu tez açısınsan, şüphesiz potansiyel suç failleri için mutlak bir düzensizlik mesajı taşımaktadır ve daha ileri vandalizmin ve suç oranlarının yükselişi ile düzensizlik arasında bir bağlantı kurulmaktadır.

“””””””””””””””””””””””

    6. Kaynakça 

“””

[1]Clarke, Ronald V. & Newman, Graeme R., (2007), “Situational Crime Prevention and the Control of Terrorism”, Ozgur Nikbay & Suleyman Hancerli (Eds.), Understanding and Responding to Terrorism Phenomenon: A Multi-Dimensional Perspective, Amsterdam: IOS Press, pp. 285-297.

[2]James Q. Wilson ve George L. Kelling. “KIRIK CAMLAR: Polis ve mahalle güvenliği” (PDF). Erişim tarihi: 19.11.2020.

[3] Rader, N.E., Cossman, J.S. and Porter, J.R. (2012). Fear of Crime and Vulnerability: Using a National Sample to Examine Two Competing Paradigms. Journal of Criminal Justice, 40, 134–141.

[4] Öztürk, M. (2016). Düzensizlik ve Toplumsal Kaygı Teorileri Bağlamında Suç Korkusunun İncelenmesi: Mersin Örneği. Cumhuriyet üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 40 (1), 281-291.

[5]http://www.sciencemag.org/…content/abstract/1161405

[6]http://www.sciencemag.org/cgi/data/1161405/dc1/1

[7] Dolu, O. (2012). Suç Teorileri: Teori Araştırma ve Uygulamada Kriminoloji. Ankara: Seçkin Yayıncılık

[8] Korkmaz, A., ve Kocadaş, B. (2006). Toplumsal Sapma: Sapmanın Toplumsal Temelleri. İstanbul: Doğu Kütüphanesi

[9] Kızmaz, Z. (2005). Sosyolojik Suç Kuramlarının Suç Olgusunu Açıklama Potansiyelleri Üzerine Bir Değerlendirme. Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 29 (2), 149-174

[10] Franklin T. W., Franklin C. A. (2009). Predicting Fear of Crime: Considering Difference Across Gender. Feminist Criminology, 4, 83-106

[11] McCeea, R., Shyy, T., Western, J., and Stimson, R. (2005). Fear of Crime in Brisbane: Individual, Social and Neighbourhood Factors in Perspective. Journal of Sociology, 41(7), 7- 27.

[12] Gerber, M., Hirtenlehner, H. and Jackson, J. (2010). Insecurities about Crime in Germany, Austria and Switzerland: A Review of Research Findings. European Journal of Criminology, 7(2), 141 – 157.

[13] Kul, M. (2013). Suçtan Daha Büyük Suç Korkusu: İstanbul’da Bir Alan Araştırması. İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları, s.40.

[14] Öztürk, M. (2016). Kent ve Suç Korkusu: Kuramsal Temeller. A. Esgin ve Ö. Sarı (Eds), Toplumsal Analizler Eseninde Kent Fragmanları içinde (ss. 237-274). Ankara: Phoenix Yayınevi.

[15] Wilson, J.Q. and Kelling, G. (1982). “Broken Windows, the Police and Neighborhood Safety.” The Atlantic Monthly, 249 (3), 29-38.

[16] Beşe, E. (2006). Kırık Pencereler Teorisi Bağlamında Kentsel Yaşamda Suç ve Güvenlik. Polis Bilimleri Dergisi, 8 (1), s. 1-24

[17] Gray E, Jackson J, Farrall S. (2011). In Search of the Fear of Crime: Using Interdisciplinary Insights to Improve the Conceptualisation and Measurement of Everyday Insecurities. In Gadd D, Karstedt S, Messner SF, editors. Sage Handbook of Criminological Research Methods (pp. 266–81.). London: Sage

[18] Karakuş, Ö. (2013). Suç Korkusunun Sosyolojik Belirleyenleri: Sosyal Sermaye mi? Sosyal Kontrol mü?. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 14(1), 1-19.

[19] Gökalp, E., Ergül, H. ve Cangöz, İ. (2010). Türkiye’de Yoksulluğun ve Yoksulların Ana Akım Basında Temsili. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 13(1), 145-182.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

98

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.