Özet
Basitçe hâkim topluluğun içinde “başkası olmak” diye tanımlayabileceğimiz azınlık kavramı artık yurttaşlığa doğrudan bağlanan anlamını yitirmiştir. Kavram; engellileri, kadınları, LGBT bireyleri, yabancı işçileri, herhangi bir topluluğun içindeki az sayıdaki farklı dinden veya dilden insanı ve benzerlerini içine alacak kadar geniş bir boyutta ele alınmaktadır.
Tüm ülke ve topluluklarda azınlık gruplar vardır. Bu toplulukların azınlık algı ve yaklaşımları da farklıdır. Kimi ülkelerde akademik , hukuksal alan ve yasal düzenlemeler de azınlıkları tanır ve dolayısıyla kabul ederler. Ayrıca kamusal alanda azınlıklar hakkında tartışabilme medeniyeti de hâkimdir.
Türkiye’de ise zeminini bulduğu an patlak veren, hakkında müzakere edilmesine mesafeli olunan azınlık ve farklılık konusunun altında büyük bir algı bozukluğu ve bilgi boşluğu bulunmaktadır. Genel tarih bilgisinin hepimize öğrettiği “biz hoşgörülü bir milletiz” kalıbının doğruluğunu kabul etmekle beraber farklı bir açıya yönelmemiz gerektiği de aşikârdır. Şöyle ki imparatorluktan modern devlet yapısına evrilen bu ülkenin “hoşgören ve hoşgörülen” gibi kulağa sıcak gelen ama arka planında hiyerarşi barındıran bir ifadeden çok mutlak eşitliğe ihtiyacı vardır.
Giriş
Basitçe hakim topluluğun içinde “başkası olmak” diye tanımlayabileceğimiz azınlık kavramı artık yurttaşlığa doğrudan bağlanan anlamını yitirmiştir. Azınlık denilince; engellileri, kadınları, LGBT bireyleri, yabancı işçileri, herhangi bir topluluğun içindeki az sayıdaki farklı dinden insanı ve benzerlerini içine alacak kadar çeşitli ve büyük bir payda akla gelir.
Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) azınlıkların tanımlanmasında objektif ölçütler olarak dil, din, kültür, nüfusun geri kalanından sayısal olarak daha az olma ve egemen konumda bulunmamayı, subjektif ölçütler olarak da kültür, gelenek, dil ve dinin korunması yönündeki istekliliği / bilinci dikkate almaktadırlar.
Modernlik öncesinde azınlık kavramı çok-uluslu devletlerdeki az sayıda etnik veya dini gruplar anlaşılırdı. Bu dönem de hakim topluluk ve azınlıklar aynı zamanda bir hiyerarşinin de parçasıydılar. Fransız devrimi sonrasında gelen milliyetçilik ve eşitlik akımı aynı zaman diliminde etkili olduğu için ulus devletler azınlık meselesi ile doğmuş oldular. Ayrıca etnik köken bakımından bu mesele sadece Türkiye’nin değil; demokratik tavır olgunluğu ve fikir hürriyeti taşıdığı düşünülen Avrupa ülkeleri ve daha pek çok ülkeninde gündemini oluşturmaktadır. Yine aynı kavramın etnik köken dışında daha pek çok azınlık grubu da ifade ettiği düşünülürse günümüzde tüm dünyanın gündeminde olan bir olgu olduğunu söyleyebiliriz.
Bir toplum neden azınlık olur?
Sayıca az bir grup toplumda kendilerine biçilen rolü, verilen hakları ve hiyerarşik alandaki konumlarını benimsemişlerse hiçbir azınlık tartışması söz konusu olmayabilir. Tabi bunda alt gruba yapılan muamele, verilen haklar ve benzeri kriterler etkili olduğu gibi grubu azınlık ya da öteki yapan unsurun niteliği de önemlidir. Kişiyi öteki kılan etmen görünür/görünmez, resmi ya da gayrı resmi olabilir. Bunlar kişilere direk psikolojik açından etkili olan kriterlerdir. Mesela bir baskı unsurunun söz konusu olduğunu varsayalım belki düşünce saklanabilir ama büyük ihtimalle etnik köken, başörtüsü veyahut başka tercihlerin saklanması imkansızdır.
Yine bir alt grubu azınlık yapan etmenlerden birisi de alt grubun “rahatsız” olmasına sebep unsurların varlığıdır. Bunlara örnek verecek olursak; fevri ve ayrımcı siyasal söylem, toplumdaki kalıp yargılar ve alt grubun kalıplardan farklı istekleri, etiketlemeler, genellemeler, eğitim sisteminde tek yönlü dayatmalar, grubun kötü örnekler üzerinden topluca aşağılanması, kamu kurumlarına girememek, ifade hürriyetinden yoksunluk, hakim toplumun veya ülke yöneticilerinin homojen yapı istemesi ve bu yöndeki baskıcı söylem ve uygulamaları, bu toplulukların kimliklerini asimile etmeye yönelik doğrudan veya dolaylı yaptırımlar, tutumlar, tavırlar…
Topluluklarda azınlıkların gündem olmasına sebep olan, azınlıkları bir şeyler talep eden konumuna getiren birtakım olgular vardır. Mesela basının nefret söylemine yol açan argümanlar kullandığına çok kez şahit olunmuştur, aynı zamanda bu argümanlar bazı kalıp ön yargıların bilinçaltına yerleşmesine de sebep olur. Basının toplumsal hareket ve belleğe etkisi çoğumuzun bildiği bilimsel bir olgudur. Şöyle ki basın da yer alan söylem ve üslubun çoğunluğun görüşü zannedilmesi veya şahsi suçların bir grubu itham edercesine haber yapılması sonucunda o gruba ait diğer bireylerin kendilerini baskı altında hissetmesi söz konusu olabilir .
Etiketlemeler, genellemeler veyahut varlığını inkar gibi durumlar söz konusu olduğunda azınlık gruplar içinde kenetlenme ve toplumdan dışlanmışlık duyguları baş gösterir. Bu da en kötü senaryo da içinde yaşadıkları hakim topluma düşmanlık besleme hatta ayrılmak istemeye kadar gidebilir.
Ayrımcılık bir bağlamda ifade edemeyeceğimiz kadar geniş ve çeşitli bir konudur. Bu yüzden farklı yollardan nasıl gerçekleştiğini somutlaştırmak için gruplara ayırabiliriz: Ayrımcılık, doğrudan ayrımcılık, dolaylı ayrımcılık, ırk ayrımcılığı, çoklu ayrımcılık . Türkiye’de ise toplumu en çok kutuplaştıran, onulmaz yaralar üreten dolaylı ayrımcılık türler arasında en sık rastlanılan çeşit olduğunu açık sözlülük ile belirtmekte fayda var.
İki bölümden oluşan yazımın ilkini okudunuz, pek yakında görüşmek üzere…
0 Yorum