Dolandırıcılık Suçunun Maddi Unsurları

Bu yazımızda, dolandırıcılık suçunun maddi unsurları ele alınmıştır.6 min


54

TCK m.157’ye göre Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası verilir.

Dolandırıcılık suçu malvarlığına karşı bir suçtur. Ve dolayısıyla burada korunan hukuksal yarar malvarlığıdır. Yargıtay’ın 24.12.2002 tarihli ve 2002/6-306 E. ve 2002/441 K. sayılı kararına göre ise, ‘’Bu suç iki konulu bir cürüm olup, malvarlığı yanında kişinin irade serbestisi veya rıza özgürlüğü de korunmaktadır. Çünkü dolandırıcılık suçunda malın teslimi mağdurun rızası ile gerçekleşmekte, fakat bu teslim hile ve desise kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır” Bu suçun faili herhangi bir kimse olabilir. Ancak nitelikli hali m.158/1-h,i’de düzenlenmiştir. Mağdur ise malvarlığı zarara uğrayan kişidir. Türk hukukunda mağdurun tüzel kişi olamayacağı görüşü hâkimdir. Aldatılan kişi ile bunun sonucu malvarlığı zarara uğrayan kişi aynı olmasa da olur fakat aldatılan kişinin mutlaka malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunabilme yetkisi olması lazımdır. Bu suç ancak belirli bir veya birden fazla kişiye karşı işlenebilir. Toplumun geneline yönelik hileli davranışlar, belirli bir veya birden fazla kişiyi aldatmış ise yine dolandırıcılık vardır. Dolandırıcılık suçunda mağdur, temyiz gücünden kısmen veya tamamen yoksun olur ise ne olacak? Eğer bu kişi aldatıldığını anlayabiliyorsa TCK m.158/1-c’ye başvurması gerekir. Eğer bunu da algılayamıyor ise duruma göre hırsızlık suçundan ceza alabilecektir. Malvarlığına ilişkin herhangi bir değer bu suçun konusu olabilir. (taşınır, taşınmaz mal veya alacak hakkı veya kişisel hizmetler, tartışmalı olmakla birlikte ekonomik değeri olmayan şeyler.) Fiil netice nedensellik bağı: Bu suçun fiil ve netice unsurları 3 alt unsurdan oluşur; 1)fail hileli bir davranışta bulunacak 2) bunun sonucunda mağdur aldatılacak 3)mağdurun veya bir 3. kişinin zararına olarak fail kendisine veya bir 3.kişiye yarar sağlayacak.

1. Hileli Davranış: 

Hileli davranıştan bahsedebilmemiz için bir şekilde gerçek gizlenecek veya farklı gösterilecek ve bunun sonucunda karşı tarafın iradesi sakatlanacak ve rıza göstermeyeceği bir şeye rıza göstermiş olacaktır. Peki, ihmali bir hareket hile davranışına girer mi? Bu tartışmalıdır. Öğretideki ilk görüş hileyi geniş yorumlamayı ve dolayısıyla her susmayı hile saymayı yanlış görmektir. Başvurulan hilenin mutlaka ağır, yoğun ve ustaca olması aranmış. Çoğunluk görüş ise ihmali bir hareketin de hile oluşturabileceği kanısındadır.  Bunun için fail garantör olmalı ve failin mağduru aydınlatma yükümlülüğü olmasına rağmen aydınlatmamalı. Kanundan doğan aydınlatma yükümlülüğüne dair yerinde olan bir Yargıtay kararı ise şöyledir: ‘’Sanık Nevül G, zaten dul maaşı alıyor iken, 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanununun 94.maddesindeki tercih hakkını kullanmak yerine, yetim aylığı da almak için başvuruda bulunurken düzenlenen “kimlik araştırma belgesindeki, “emekli, dul-yetim aylığı alıyorsa kur. ve sicil no.” sütununa “yoktur” ibaresini yazmak suretiyle dul aylığı aldığını gizleyerek 01.07.1994 tarihinden geçerli olmak üzere yetim aylığı bağlanmasını sağladığı ve 01.07.1999- 01.08.2004 tarihleri arasında 13.886.500.000 TL yetim aylığını haksız surette almak suretiyle teselsülen dolandırıcılık suçunu işlediği sabit olduğu.’’(11. CD., E. 2007/3271 K. 2008/1019 T. 25.2.2008)

Sonuç olarak konuşma yükümlülüğü altında olan biri susarsa da hileli davranış oluşabiliyor. Ancak bu husus genel hükümler çerçevesinde cezalandırılma sebebi değil, sadece gerekçede belirtilmiştir. Yargıtay içtihatlarında ise sadece susmanın dolandırıcılık suçundan sayılmadığı durumlar da olmuştur. Yargıtay’ın bu konuda çelişkili birçok kararı bulunmaktadır.

Eski TCK’da hile ve desisenin ‘’kandırabilecek nitelikte’’ olması aranmış, günümüzde ise somut olayda hileli davranışın karşı tarafı aldatmış olması suçun oluşması için yeterlidir; ayrıca objektif olarak bu davranışların kandırmaya elverişli olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. (‘’HİLELİ DAVRANIŞLARLA BAŞKASINI ALDATMA’’) Ancak Yargıtay eski kanunu uygulamaya devam etmekte ve ancak belirli ağırlığa ulaşan hileli davranışların bu suçu oluşturacağı sonucuna varmaktadır.

O halde 3 durum vardır; birincisi hilenin aldatma kabiliyeti yoktur ve mağdur aldanmadı ise işlenemez suç olur. İkincisi hilenin aldatma kabiliyeti vardır fakat mağdur aldanmadı ise teşebbüs hükümleri oluşur. Üçüncüsü ise hilenin aldatma kabiliyeti olmamasına rağmen mağdur aldandı ise de dolandırıcılık suçu oluşmalıdır. Fakat Yargıtay hileli davranışın belirli ağırlığa ulaşmasını aramıştır. (Yargıtay 15. Ceza Dairesi; 22.03.2012 tarihli, 2011/11753 E.Kararında; Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilelin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır”.) Fakat bu konuda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.6.2012, 15-440/229 sayılı kararındaki belirli ağırlığa ulaşma ölçütü kanaatimce yerinde değildir. Somut olayda sanık, şikâyetçi ile aynı hastanenin aynı bölümünde tedavi gören ve şikâyetçinin önceden tanımadığı sanığın, bir yakını ile görüşüp iade etmek bahanesi ile şikâyetçiden istediği cep telefonunu alıp konuşur gibi yaparak hastanenin salon kısmına doğru gidip olay yerinden uzaklaşması şeklinde gelişen olayda Yargıtay bunu basit bir yalan olarak nitelendirdiğinden hileli davranış olarak kabul etmemiştir.

Üzerinde durulacak bir konu da karşılıksız yararlanmayı oluşturan fiiller dolandırıcılık suçunun hile unsurunu oluşturur mu? Karşılıksız yararlanma niteliğindeki eylemler eğer failde başlangıçtan beri hizmetin bedelini ödememe kastı varsa, ancak bu takdirde dolandırıcılık suçunu oluşturabilir. Yargıtay, hizmetten yararlanmak için hileye başvurulursa dolandırıcılık suçu vardır; hileye başvurmadan hizmetten yararlanılır ise özel hukuku ilgilendirir görüşündedir. Yargıtay’ın en baştan dolandırıcılık kastı aradığı yerinde olan bir karara örnek: “Sanığın, suç tarihinden önce katılandan hayvan alarak katılana 6.000 TL borçlandığı, borcunun tamamını zamanında ödemeyince bu kez katılana suça konu 4.750 TL bedelli çeki verdiği, katılan çekin verildiği anda bankaya sorduğunda çekin çalıntı olduğunun bildirildiği, müşteki banka yazısına göre, İstanbul’daki şubeden Sivas’a gönderilen birçok müşteri hesabına bastırılan yirmi dört adet çekin kaybolduğunun bildirildiği, böylece sanığın çalıntı çekleri kullanarak resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, (…) Sanığın, katılana çek vermeden önce borçlandığı, bu borcun ödenmemesi üzerine, suça konu çeki verdiği, bu sebeple baştan dolandırıcılık kastıyla hareket etmediği dikkate alınarak ve sanığın, önceden doğmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için hileli davranışlarda bulunması halinde zarar veya borç, kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu doğmayacağından dolandırıcılık suçunun oluşmayacağının anlaşılması karşısında, sanığın 5271 sayılı CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi” bozma nedenidir. (Yargıtay 15. Ceza Dairesi 02.07.2014 tarihli, 2012/20974 E., 2014/13080 K.)

2. Aldatma:

TCK’da hileli davranış sonucu mağdurun aldatılmış olması aranmıştır. Aldatılan kişi fail tarafından ileri sürülen olguları gerçek sanacak veya gerçek olma ihtimalini düşünerek hareket edecek. Yani nedensellik bağını arıyoruz. Mağdur bölümünde değinildiği üzere bu suçun oluşması için hilenin gerçek bir kişiye yönelik olması gerekir. Failin sadece mağdurun hatasından yararlanması bu suçu oluşturmaz çünkü hileli davranış sonucu başkasını aldatma bu suçun en önemli unsurudur. Fakat failin mağduru aydınlatma yükümlülüğü var iken aydınlatmaması ve mağdurun mevcut olan hatasını güçlendirmesi, uzatması, arttırmasında bu şartı aramıyoruz. Bu hallerde dolandırıcılığın oluştuğunu kabul ediyoruz.

3. Failin Kendisi veya Bir Başkası Lehine (Haksız) Yarar Elde Etmesi:

Denklemimiz: Failin hileli davranışları sonucu aldatılan mağdur ya da bir üçüncü kişi zarara uğrayacak bunun sonucunda da fail ya da bir üçüncü kişi lehine yarar elde edilecek. Yarar da zarar da malvarlığına ilişkin olacak.

Elde edilen bu yarar haksız mı olmalıdır? Bunun TCK’da net olarak belirtilmemesinin nedeni madde 159’dur. Bundan dolayı elde edilen yararın haksız olması gerektiği yorumlanmalıdır. ‘’Haksız yarar’’ içerisine doğrudan ya da dolaylı olarak hukuken korunmayan yararlar girer. Sanığın dolandırıcılık suçundan elde ettiği haksız menfaate ilişkin Yargıtay kararı ise şöyledir: ‘’Sanığın doğrudan gelir desteği ödemelerinden yararlanmak için 23.08.2001 tarihinde Bolvadin İlçe Tarım Müdürlüğüne yaptığı başvuru sırasında çiftçi kayıt formunda ….. Köyü ….. Mevkii 108 ada 1 parselde bulunan ve 12.11.1999 tarihinde ….. ……’e sattığı taşınmazı gösterdiği ve elinde bulunan tapu senedini Tapu Sicil Müdürlüğüne onaylatarak başvuru belgelerine eklediği ve bu şekilde desteklemeden yararlanarak haksız menfaat temin ettiğinin anlaşılması karşısında, suçun tüm unsurları ile oluştuğu gözetilmeden mahkûmiyet yerine, mülkiyeti ihtilaflı olan parselin aynı mevkide bulunan 107 ada 1 parsel olduğu da dikkate alınmadan yazılı gerekçelerle beraatine hükmolunması yasaya aykırıdır.’’(11. CD., E. 2004/10363 K. 2006/2235 T. 23.3.2006)

 


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

54

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.