“”
-Olası bir depremden sonra yaşanan olumsuz sonuçlar, sadece yapıların yapım sürecindeki yetersizliklerden değil, kentsel alanları planlama ve uygulamadaki yetersizliklerden, deprem öncesi, anında ve sonrasında yapılması gereken faaliyetlerin gerektiği gibi yapılmamasından kaynaklanabilmektedir.
-Yerleşim alanlarında depreme hazırlık önlemleri kapsamında, mevcut fiziksel yapılarda deprem tehlikesinin ve riskinin belirlenmesi, afet senaryolarına göre hasar görebilirlik çalışmalarının yapılması, elde edilecek veriler ışığında da yerleşim ve yapı ölçeğinde stratejik planların geliştirilmesi ve bu planların uygulanması gereklidir. İdare, kentsel alanlarda hasar görebilirliği azaltmak için alınması gereken önlemler hakkında halka yönelik etkin bilgilendirme ve eğitim programları uygulamalıdır.
“””
CEZA HUKUKU BAKIMINDAN DURUM
-Deprem neticesinde meydana gelen ölüm ya da yaralanmalarda, binayı yapan müteahhidin ve diğer süjelerin cezai sorumluluğu söz konusu olabilecektir.
“”
HANGİ SUÇ TİPİ SÖZ KONUSU OLABİLİR?
-Deprem sonrası yıkılan binalarda müteahhidin cezai sorumluluğuna gidildiğinde; genellikle böyle davalarda “Taksirle Ölüme Sebebiyet Verme” ve “Taksirle Yaralamaya Sebebiyet Verme” suçları gündeme gelir. Taksirle Öldürmeye Sebebiyet Verme suçunda bilinmesi gereken; dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir kusurlu davranış ile öngörülebilir nitelikte bir neticenin “öngörülemeyerek” bir kimsenin hayatına son verilmesidir. Taksirle yaralamaya sebebiyet verme suçunda ise failin dikkatsiz ve özensiz davranışı ile neticeyi öngörmeden yaralamayı gerçekleştirdiğine dikkat çekmek gerekir.
-Bununla birlikte; Türk Ceza Kanunu’nun 85.maddesinin 2.fıkrasında göre:
“Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi “iki yıldan” onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
-Dolayısı ile yaşanan deprem hadisesinde, failin/ faillerin taksirli davranışı ile bir ya da birden fazla ölümün yanısıra yaralama da ortaya çıkmış ise, anılan Türk Ceza Kanunu’nun 85.maddesinin 2.fıkrası hükmünün uygulanması gerekecektir. Böyle bir durumda, müteahhitin inşa ettiği binanın deprem sonucu yıkılması ile birlikte, o bina kapsamında kaç kişi ölmüş ya da yaralanmış olursa olsun tek bir cezanın uygulanması söz konusu olacaktır. (1) Yine aynı şekilde; binanın yıkımının kesilen kolonlarla doğrudan bağlantılı olduğu kanaatine varılırsa kolon kesen işletmecinin sorumluluğu mutlak bir şekilde gündeme gelecek ve anılan hüküm kapsamında hapis cezası alabilmesi mümkünleşecektir.
-Vatandaşlarımız tarafından açılacak böyle bir davada, sorumlu tutulacak kişilerin bilinçli taksirinin olup olmadığı da özel önem arz eder. Bilinçli taksirle insan öldürmeye sebebiyet vermede ise yapılan kusurlu davranış ile bir kimsenin ölebileceğinin fail tarafından “öngörülmesine” rağmen, şansa veya kişisel becerilere güvenilerek davranışın yapılmasıdır. Keza böyle bir durum söz konusu ise, fail bakımından hem ceza miktarı artacak, hem de adli para cezasının ya da şahsi cezasızlık sebebiyle cezasızlığın önüne geçilmiş olunacaktır (1).**
-Vatandaşlarımızın dikkat etmesini istediğimiz bir diğer husus ise; özellikle ilk aşamalarda yapılacak fenni ve teknik inceleme esnasında gerekli koruma tedbirlerine başvurulması da maddi gerçeğin ortaya çıkması bakımından önem arz etmektedir.
-Şunu da söylemek gerekir ki; her şeyin uygun olarak yapılmasına rağmen deprem yine de bir yıkıma yol açmış ise, nedensellik bağının kesilmesi sebebiyle, müteahhide bir sorumluluk yüklenemeyecektir. Kısaca izah etmek gerekirse, söz konusu kişilere ceza verirken inşa faaliyeti dönemlerindeki mevzuata ve yükümlülüklere aykırı davranıp davranmadıkları kontrol edilecektir. Bu kapsamda eski tarihli bir çok yapı bakımından dönemin mevzuatı depreme dayanıklılık yükümlülüğünü tüm standartlarıyla öngörmediği için, müteahhitlerin dönemin mevzuatına uygun yapı inşasında bulunduklarına dair savunmaları bir beraat nedeni olabilecektir. Bu kişiler hiç ceza da almayabilir. (2) ***
-Deprem neticesinde meydana gelen ölüm ya da yaralanmalarda suç tarihi, binanın yıkıldığı tarihtir.
-Bu tarz davalarda olası kast ile öldürmenin gündeme gelmesi bir hayli zordur, ancak yakın tarihli Soma Davasında örneğin; Yargıtay olası kast ile kasten öldürmeden sorumluluk belirlemesine gitmiştir.
İHMALİ OLAN KAMU GÖREVLİLERİNE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAKTAN CEZA
-Kamu görevlisi, imar ve yapı denetim mevzuatına aykırı projeleri gerekli incelemeleri yapmadan onaylar ve onaylanan projelere göre yapı ruhsatı verilirse; Türk Ceza Kanunu’nun 257.maddesinin ilk fıkrasında öngörülen “Görevi İcraen Kötüye Kullanma”, yapılması gereken denetim hiç yapılmaz ise bu durumda da Türk Ceza Kanunu’nun 257.maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen “Görevi İhmalen Kötüye Kullanma” suçu söz konusu olabilecektir.
-İcraen görevi kötüye kullanmada, kişiler altı aydan iki yıla kadar hapis cezası alabilecekken, ihmalen kötüye kullanmada ise kişiler üç aydan bir yıla kadar hapis cezası alabilecektir.Büyükşehir Belediye Kanunu uyarınca Büyükşehir Belediyelerinin imar denetleme yükümlülüğü olduğu da göz önünde bulundurulduğunda sorumluluk kaçınılmazdır. (3)***
“””””
İDARE HUKUKU BAKIMINDAN DURUM
-İdare Hukuku’nda sorumluluk; idarenin “kusurlu sorumluluğu” ve kusursuz sorumluluğu” olarak iki şekilde ortaya çıkar. İdarenin kusurlu sorumluluğu, kamu hizmetinin hiç işlememesi, geç işlemesi ya da kötü işlemesi hallerinde söz konusu olur. “Hizmet kusuru” olarak değerlendirilen bu hallerde idarenin sorumluluğu bulunmaktadır.
-İdarenin kusursuz sorumluluğu ise; sosyal devlet ilkesinin sonucu olarak, faaliyetleri artan idarenin, kusuru olmasa bile faaliyet ile zarar arasında nedensellik bağının bulunması halinde zarardan sorumlu tutulması durumudur. Anlamı şudur; idarenin yürüttüğü bazı faaliyetler riskli faaliyetlerdir.Bu faaliyetleri yerine getirirken bir zarar ortaya çıkarsa idare bu riskli faaliyetleri yerine getirirken bütün tedbirleri almış olsa bile, hiçbir kusuru olmasa dahi sorumludur.Buna idarenin “Risk İlkesi” gereği sorumlu olması diyoruz.İdareye yüklenecek herhangi bir kusur olmasa bile sorumludur.
-Burada bir hususu belirtmeden geçmeyelim; kusursuz sorumluluk ilkesinden sonra idare için mücbir sebebin alanı daralmıştır. Çünkü çoğu zaman mücbir sebep olarak kabul edilecek nedenler, sırf faaliyet riskli olduğu için idarenin tazminat sorumluluğuna yol açacaktır. Ancak kusursuz sorumluluk tali olarak başvurulması gereken bir yoldur. Bir olayda öncelikle idarenin hizmet kusurunun olup olmadığına bakılması gerekmektedir!
-Davaya konu olacak taşınmaz yıkılmış, ağır hasarlı, orta hasarlı yahut hafif hasarlı olabilir. Bu durumda idarenin hukuki sorumluğuna başvuracak olan vatandaşlarımızın taşınmazları açısından ikili bir ayırım önem kazanmaktadır. Eski dönemin ilgili mevzuatına uygun bir yapılaşma ile sorumluluğun bertaraf edilmesi ihtimalinden dolayı; 2001 yılından sonra yapılmış binalar söz konusu olduğunda; deprem öncesinde deprem ve yapı güvenliğine uygun bir kentleşme, zemin seçimi, denetim yükümlülüğünü yerine getirmeyen Şehircilik ve Çevre Bakanlığı, Valilik ve ilgili belediyelere karşı maddi/manevi tazminat davası açılabileceklerdir. Açılacak bu tazminat davası da, idarenin “Hizmet Kusuru” esasına dayanmış olacaktır.
-Şayet 2001 yılı öncesi yapılmış binalar için, belirtilen esaslar dahilinde idarenin hizmet kusuruna dayanmak güç gözüktüğünden, açılacak maddi/manevi tazminat davası tali bir yol olan “İdarenin Kusursuz Sorumluluğu” , “Risk İlkesi” gibi esaslara dayanmış olacaktır.
-Zarar tarihinden itibaren 1 yıl içinde ilgili idarelere yazılı başvuru yapılarak maddi ve manevi tazminat talebi iletilmelidir. Bu taleplerin yazılı reddi veya talep hakkında 60 gün içinde cevap verilmemesi halinde talep zımni olarak reddetmiş sayılacağından bu süreyi takip eden 60 gün içinde, yetkili idare mahkemesinde açılacak dava ile maddi ve manevi tazminat talep edilebilir. Bina yapım işlemi malik dışında başka bir kişi ya da kurum tarafından yapılmış olsa dahi, bu inşaatı yapanlar, zarar görenlere ödemiş oldukları maddi ve manevi tazminat giderleri karşısında ilgili idari kuruma müracaat ederek zararlarının karşılanmasını talep edebileceklerdir. (İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 13 )
-Depremde zarar gören kişilerin meydana gelen zararlarının tahsili için başvurmaları gereken bir kısım yol ve yöntemler yukarıda özetle açıklanmıştır. Bu alternatiflerden en hızlı çözüm alınacak olan yol ise; zarar gören taşınmazın sigortası mevcut ise, ilgili sigorta şirketine başvurularak meydana gelen zararın tazmininin talep edilmesi yoludur. (Özellikle DASK)
(**Çürük raporu verilmiş olmasına rağmen zarar görenler tarafından tahliye edilmemiş bir bina söz konusu ise, müterafık kusur gündeme gelebilecektir. Müterafik kusur; zarar görenin, zararın doğmasına veya artmasına katkıda bulunması anlamına gelir. Böyle bir durumda tazminatta indirime gidilmesi sonucu doğabilir. )
“””
VEFAT EDENLERİN YAKINLARI DAVA AÇABİLİR Mİ?
-Bahsi geçen zararlardan kaynaklı açılacak davalar “Tam Yargı” davası olarak değerlendirilir. Tam yargı davasında, dava açma ehliyetinin içeriğini oluşturan öğelerden olan “menfaat ihlalinin bulunması” şartı aranmaktadır. Bu bağlamda merhumların yakınları, akrabaları gibi kimseler de destekten yoksun kalma tazminatı gibi maddi manevi tazminat içerikli taleplerini dava yoluna taşıyabileceklerdir.
“””
AÇILACAK DAVALARDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME
- Açılacak davalarda görevli mahkeme İdare Mahkemesi olup,
- Yetki bakımından ise İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13.maddesine göre;
- Zararı doğuran idari uyuşmazlığı çözümlemeye yetkili,
- Zarar, bayındırlık ve ulaştırma gibi bir hizmetten veya idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş ise, hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer,
- Diğer hallerde davacının ikametgahının bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.
“””
ÖZEL HUKUK BAKIMINDAN DURUM
-Deprem ve benzeri nedenler neticesinde binanın yıkılması sonucu meydana gelen ölüm ya da yaralanmalarda binaların proje mükellefi mimar ve mühendisler, binaları inşa eden müteahhit ve yükleniciler, yapı denetim kuruluşu aracılığı ile yapılan bir yapı söz konusu ise bu kuruluşların sorumluları hakkında maddi ve manevi tazminat talepleri Türk Borçlar Kanunu 49. maddesine göre ‘haksız fiil’ sebebiyle açılmaktadır.
-Bunun dışında ‘eser sözleşmesi’ hükümleri gereğince sonradan çıkan gizli ayıptan dolayı ilgili kişilerin hukuki sorumlukları bulunmaktadır. Hasar gören binada birden fazla kişinin sorumluluğu mevcut ise, bu kişiler kusurları oranında müştereken sorumluluğu olacaktır. Ev/arsa/bina sahibinin müterafik yani birlikte kusuru kusuru varsa hakkaniyete uygun bir indirim uygulanacaktır. Hasar gören yapıda birden fazla kişi, şirket, müteahhittin sorunluluğu varsa, kendi aralarında birbirlerine rücu edebilecekleri gibi, dava açıldığında da açılan davayı sorumlu olduğunu düşündükleri kişilere durumu ihbar etmeleri gerekecektir. Bu kişiler açısından dava arkadaşlığı bulunduğundan, hepsine karşı birlikte husumet yöneltilerek dava açılabilecektir. Ayrıca zarar gören binanın konut sigortası olmasına rağmen sigorta şirketi yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınıyorsa sigorta şirketine karşı da açılacak davada husumet yöneltilmelidir.
-İlgili kişilerin hukuki sorumluluğu sadece ölüm ya da yaralanma halleri ile sınırlı olmayıp, binadaki yıkım ya da hasar sebebi ile uğranılan diğer zararlar da tazmin sorumluluğu kapsamında olduğunu belirtmek önem arz etmektedir. Zarar gören yapı emsali bir yapının ikamesi için ödenmesi gereken emsal kira bedeli de; ayıplı yapıdaki ayıbın makul sürede giderilmesi süresince talep edilebilecektir. Manevi tazminat talepleri de bu kapsama dâhildir.
-Binalarını kendileri inşa eden depremzedelerin durumunda binanın bir proje ve onay prosedüründen geçilerek inşa edilmesi halinde prosedürde hatası bulunan mimar veya mühendisler, denetim kuruluşu sorumlusu ile onay mercii olan idari yetkililer ile ilgili olarak, görevli ve yetkili mahkemede dava açma hakkına sahiptir.
-Durumu daha iyi açıklayabilmek için şöyle bahsedelim :
“Arsanız var, üzerinde bina yaptırmak istiyorsunuz ve müteahhit de yapıyor. Bu bir eser sözleşmesidir. Ya da diğer bir ihtimalde evi direk satın alıyorsunuz. Bu iki durumda da satıcı ya da müteahhitleri uzun yıllarla sorumlu tutabilmek mümkündür. Failin öğrenilmesi ile birlikte zararlı sonucun da öğrenilmesinden itibaren zamanaşımını işletilebilmektedir. Fail çok önceden biliniyor olsa dahi zamanaşımı depremden sonra başlamaktadır. Borçlar Kanunumuzun 244. Maddesine göre; satış sözleşmelerinde bir yapının ayıplı olmasından doğan davalar, mülkiyetin geçmesinden başlayarak beş yılın ve satıcının ağır kusuru varsa yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğramaktadır. Yine Borçlar Kanunumuzun 478. maddesinde, eser sözleşmelerinde yüklenici ayıplı bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden başlayarak, taşınmaz yapılar dışındaki eserlerde iki yılın; taşınmaz yapılarda ise beş yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine bakılmaksızın yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğramaktadır.”
-Deprem sonrası zarar gören kişilerin malvarlığını kısmen veya tamamen yitirmeleri durumunda meydana gelen ‘zararın tespiti için taşınmazın bağlı bulunduğu yerdeki Sulh Hukuk Mahkemelerine müracaat ederek ‘zarar tespiti’ yaptırmaları önemlidir. Zarar tespiti yapılırken özellikle hasar gören kısımların resimlerinin çekilmesi, kamera kayıtlarının yapılması, tespit sırasında taşınmazda meydana gelen her türlü hasarın kayıt altına alınması olası hukuki süreçte ispat açısından önem arz etmektedir. İyi bir zarar tespiti yapılabilirse, ana tazminat davası aşamasında yapılacak keşif süreci beklenmeksizin zarar gören yapının tamiri, tadilatı, yenilenmesi yapılabilir. Aksi takdirde doğrudan dava açılması asıl görevli mahkemenin zarar tespiti için keşif yapmasını beklemek, zarar gören taşınmazın tamiratı ve tadilatını önemli derecede geciktirebilecektir. Ayrıca depremden zarar görenler dava aşamasında; 4539 sayılı Yasa ve 6100 Sayılı HMK hükümleri gereğince adli yardım hakkından da faydalanabileceklerdir.
“””
FAHİŞ KİRA FİYATLARINA YÖNELİK HUKUKİ BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ:
-Türk Borçlar Kanunumuzun 28.maddesine göre:
“Bir sözleşmede karşılıklı edimler (Bir borç ilişkisinde tarafların yerine getirmekle yükümlü olduğu davranış biçimi) arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirdiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek edimin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.
-Hukukumuzda bu durum gabin olarak ifade edilmektedir.
-Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her halde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir.
“”
BİNA/BÖLGE RİSKLİ İLAN EDİLMİŞ YA DA YIKILMIŞSA :
-Binanızın içinde bulunduğu bölge veya sizin bina riskli alan ilan edilmiş ise kanun şunu söylüyor; bir kere bu bina yıkılacak. Siz yıktırabilirsiniz, yahut yıkmazsanız Belediye, Devlet gelip yıkabilecektir. Kentsel Dönüşüm Kanunu bu yıkımdan sonra devreye giriyor. Bina yıkıldıktan sonra dümdüz bir arazi olacak ve arsa haline gelecektir. Orada artık müteahhit tarafından bir bina yapılması lazımdır.
-Kanun ve ilgili Kentsel Dönüşüm Mevzuatı, bu binada oturan mülkiyet sahiplerinin 2/3 çoğunluğu ile bir müteahhitle anlaşılacağını söylemektedir. Müteahhitle yapılacak sözleşmenin şartları için de 2/3 çoğunluk gerekmekte ve yeterli gelmektedir. Geriye kalan ve bu çoğunluğa katılmayan 1/3 kısım verilecek bu karara uymak zorundadır veya isterlerse dışarıda kalabilirler. O zaman onların arsa payları arsa olarak o 2/3 çoğunluğa satılacaktır. Söz konusu çoğunluk bu arsa paylarını almak istemez ise, açık arttırma ile devlet satacak ve bedelini azınlıkta, dışarıda kalan mülkiyet sahiplerine verecektir.
-İşte böyle bir durumda, hak kaybına uğranılmaması için naçizane tavsiye, müşterek mülkiyet ilişkisi ile bir binadaki mülk sahipleri, müteahhitle yapılacak anlaşmada çoğunluk dışarısında kalmamaya özen göstermeli, bu sözleşmenin şartlarını yakından takip etmelidir. Eğer bunlara rağmen çoğunluğa katılmak istenilmez ise, azınlıkta kalan bu kimseler önceki paragraflarda bahsettiğimiz haksız fiil, ayıp hükümlerine başvurma gibi zararı tazmin yollarına giderek zararlarını en aza indirebilme imkanını değerlendirebileceklerdir.
“””
SON BİR BİLGİLENDİRME:
–Adli Yardım, mali gücü yetersiz olanların dava açma hakkından yoksun kalmaması için getirilmiş bir ilkedir. Mali olanakları yetersiz kişilerin dava harç ve masraflarından muaf tutulması ve kendisi için baro tarafından ücretsiz avukat görevlendirilmesidir.
-Adli yardım kararı, ilgiliye, yapılacak tüm yargılama ve takip giderlerinden geçici olarak muafiyet, yargılama ve takip giderleri için teminat göstermekten muafiyet, dava ve icra takibi sırasında yapılması gereken tüm giderlerin Devlet tarafından avans olarak ödenmesi, davanın avukat ile takibi gerekiyorsa, ücreti sonradan ödenmek üzere bir avukat temini gibi hususları sağlar. Mahkeme, talepte bulunanın, belirtilen hususların bir kısmından yararlanmasına da karar verebilir.
-Adli yardım kararı, ilgiliye, yapılacak tüm yargılama ve takip giderlerinden geçici olarak muafiyet, yargılama ve takip giderleri için teminat göstermekten muafiyet, dava ve icra takibi sırasında yapılması gereken tüm giderlerin Devlet tarafından avans olarak ödenmesi, davanın avukat ile takibi gerekiyorsa, ücreti sonradan ödenmek üzere bir avukat temini gibi hususları sağlar. Mahkeme, talepte bulunanın, belirtilen hususların bir kısmından yararlanmasına da karar verebilir.
-Adli yardım sistemi ceza davaları dışındaki davalar içindir. Ceza davalarında adli yardım sistemi farklı yapılandırılmıştır. Adli yargıda hukuk mahkemelerinde ve idari yargıda dava açarken veya aleyhe dava açılmışsa adli yardım talep edilebilir.
-Adli yardım talebi, dava açılmadan önce barolara ve yargılamanın yapılacağı mahkemeye, dava açıldıktan sonra ise yine barolara ve asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeye, icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesine yapılır.
Kanun yollarına başvuru sırasında bölge adliye mahkemesine veya Yargıtay’a başvurulması gerekmektedir. Mahkeme adli yardımın koşullarının oluşup oluşmadığını değerlendirerek talebin kısmen veya tamamen kabulüne ya da reddine ilişkin karar vermektedir. Talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım, hükmün kesinleşmesine kadar devam edecektir. (Kaynak: T.C. Adalet Bakanlığı)
“”
Başından sonuna yazının hazırlanmasında maddi ve manevi emeği geçen, hukuki bilgilerini ve tecrübelerini benden esirgemeyen; Sayın Prof.Dr.Abdülkadir Arpacı, Dr.Öğretim Üyesi Tevfik Sönmez Küçük, Erdi Yetkin Hocalarıma teşekkür eder ve hürmetlerimi sunarım. Türkiye Barolar Birliği Gençlik İletişim Birimi Başkanı Sayın Av.Görkem Alyanak ve Sayın Av.Uğur Uzun katkılarıyla hazırlanmıştır. Güzel İzmir’imize bir kez daha geçmiş olsun.
“””
KAYNAKÇA
(1) Zengin, Mehmet. “Deprem Sonrası Ortaya Çıkabilecek Olası Cezai Sorumluluklar” Independent Türkçe, 2020.
(2) Topsakal, Bahar. “Deprem Sonrası Ortaya Çıkabilecek Olası Cezai Sorumluluklar” Independent Türkçe, 2020.
(3) Koçoğlu, Yiğit. “Deprem Sonrası Ortaya Çıkabilecek Olası Cezai Sorumluluklar” Independent Türkçe, 2020.
0 Yorum