Kadın Haklarının Geçmişten Günümüze Gelişimi

9 min


74

Özet

Kadın ve erkek insanlığın varoluşundan beri bulunan iki karşı cinstir. Anaerkil toplumlarda bu iki cins eşit görülürken ataerkil toplumlarda durum tam tersidir. Zamanla kanunlarla kadın-erkek eşitliği sağlanmaya çalışılmışsa da kadın hak ettiği değeri bu süreç içinde ne yazık ki görememiştir. Zaten günümüzde de kadınların en zorlandığı alan var olduklarını kanıtlamaya çalışmalarıdır.

Giriş

Dünyamızda ve ülkemizde kadın ve erkeğin günlük hayatta bile eşit olmadığını görebiliyoruz. Kadınların eğitim olanaklarından tutun öldürülmesine kadar uzayan bu listede kadının var olduğu günbegün süren bir çabayla belirtilmeye çalışılmıştır. Yüzyıllarca kadın figürünün yeri, ev işleri ve çocuk bakmak olarak aklımızda yer edinmiştir.

Kadın ve Erkeğin Tarihi

Doğal toplum döneminde kadın ve erkek eşitti. Anaerkil kabilelerde oluşum ve sürdürülebilirlik çerçevesinde kadının yeri erkeğin hak ettiği yerle aynı idi ve kadın bu eşitliğini erkeklere karşı bir üstünlük olarak ileri sürmedi. Başka bir şekilde açıklayacak olursak kadın, kadın olduğu için anaerkil toplumda erkeğe ikinci sınıf bir varlık olarak değer biçmedi.

Anaerkil döenmin karakteristik özelliği; toplumun geçiminde katkısı bulunan her şey bu toplumun ortak malı sayılırdı. Çocuklar da bu ortak mal kavramının içindeydi. Ancak çocuklarda şöyle bir durum vardı; hangi çocuk kimden olma, kimden doğma bilinirdi. Bu durum aynı zamanda anarşik toplum yapısının da başlangıç noktasıydı.

Bu periyotta üretimin temelini ihtiyaçlar oluşturuyordu. Üretim parçalara bölündükçe, ihtiyaçdan doğan ürünler daha da artıyordu. Ve bu da yavaş yavaş artık-ürünü ve dolayısıyla "sahiplik" kavramını ortaya çıkardı. Bu geçiş, doğal toplum döneminin sonu ve hiyerarşik dönemin başlangıcıydı. Kadın ve erkek mutlak eşitlik durumundayken anaerkil toplumlardaki ataerkil yapılaşmalar kadınlara karşı erkek hegemonyasının oluşması için ilk mücadelesini veriyordu. Bunun sonucunda ezen ve ezilen cinsiyetler ortaya çıktı. Ve kadın artık metalaşmış, eşyalaşmış ve savaş ganimeti haline dönüşmüştü.

Eşitliğin Bozulması

Kadın-erkek arasındaki eşitsizlik kavgası beş yüz yıllık bir geçmişe dayanır. Dönemin en başına gidecek olursak; Havva dinsel olguda tasvir edilen ilk kadındı, ki bu da insanoğlunun cennetten kovulmasına neden olan şeytanın temeliydi. İnsanın bilinçaltında kadın, fiziksel yaratılışa bakıldığında erkekten daha zayıf ve korunmasız, erkekler ise daha yetenekli, daha güçlüdür. Gerçekçi olmayan ve küçümseyici bir bakış açısına göre erkekler kas üretmekle kadınlarsa ölümlü üretmekle ve ev işlerine bakmakla görevlendirilmiştir. Hayatın içindeki iş bölümünde kadınlar daha düşük bir seviyede konuşlandırılmıştı çünkü erkeklere düşen iş ölümsüz ürün yapımıyken kadınlar dünyaya ölümlü varlıklar getirmekti. Geniş bir bakış açısıyla ele alındığında erkeklerin elindeki bu güç kadınları cinsel olarak yönetme yetkisini onlara vermişti ve kadınlar da kendilerini erkeklere servis ediyorlardı. 

Bütün bunlar devam ederken bazı kadınlar bu düzlem içinde var olurken, diğer bir kısmı da bu düzene direnç göstermeye, karşı çıkmaya başlamıştı. İşte bu direnişin adı feminizmdi. Her ne kadar günümüzde bu kavram erkek karşıtlığı olarak anlaşılsa da aslında; kadınla erkeğin doğuştan eşit olduğunu, ve kadının ataerkillik dönemi boyunca ahlaksızca ezilişini anlatır.

Geçmiş zamanlarda devletlerin ortak sorunlardan biri de kadınları ikinci plana atmaları, evlere hapsetmeleri ve pasif olarak çalışmaya zorlamalarıdır. (Ev işleri, çocuk bakımı…)

Fransız Devrimi sonrası yayınlanan; İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde onlardan bahsedilmediğini fark eden kadınlar, insan ve yurttaş olarak var olmak için mücadele etmişlerdir. Ve sosyal farkındalık bu ses ile şekillenmeye başlamıştı. Bunun sonucunda kadınlara başlangıç olarak eğitim hakkı verildi.

Özellikle 1. Dünya Savaşı sırasında erkeklerin cephelere gitmesiyle birlikte kadınlar erkeklerin yürüttüğü işleri devralmaya başladı. Bununla birlikte; aslında o kadar da zayıf/güçsüz olmadıklarını, kadınların da erkeklerin yaptığı işleri yapabileceğinin farkına vardılar. 

19. ve 20. yüzyıllarda da kadınlar erkeklere karşı eşitlik için mücadelelerine devam ettiler. Ve bu mücadeleleri amaçladıkları birçok sonuca ulaşmalarını sağladı. Eşitlik uğruna kadın ve erkek gerek evrensel gerek uluslararası hukukta büyük adımlar attılar. "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"  bu adımlara örnektir. 

Türkiye

Peki ülkemizde durum nasıldı sorusuna gelecek olursak, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere süreci ikiye bölmek gerekir.

a. Osmanlı Dönemi

Osmanlı'da İslam Hukuku uygulanmaktaydı, kadınlara birtakım haklar verilmiş olsa da kadın yine de ikinci plandaydı, eşit değillerdi, erkek kadından önceydi. Örneğin, kadınla erkeğin bir olay üzerindeki tanıklığı bir değildi. Bir erkek tanık, iki kadın tanığa eşitti. Erkek için çok eşlilik mübahtı ve kadına şiddet uygulandığında erkeğe hiçbir yaptırım uygulanmamaktaydı. Boşanma ise kadına nadir koşullarda tanınan bir haktı. Bu koşullarda bile kadınlar hakları için mücadele etmekten vazgeçmediler.

İlk düzenlemeler, 1917'de Hukuk-u Aile Kararnamesiyle başladı. Bu kararname ile kadınlara da boşanma hakkı tanındı ve çok eşlilik ancak ilk kadının rızası ile olacaktı. Kurtuluş Savaşı'nda 1. Dünya Savaşı sırasındaki süreç aynen ülkemizde de yaşandı. Kadınlarımız savaşta da savaş sonrasında da zor durumlarla mücadele etmeyi bildi. Ve eve hapsolma düşüncesine karşı çıktı.

b. Cumhuriyet Dönemi

Ülkemizde cumhuriyet rejimine geçiş ve kuruluş aşamasından başlayarak, kadın-erkek eşitliği için sayısız devrim yapılmıştır. İlk anayasamız olan 1924 Anayasası'nda toplumu oluşturan en küçük birim aile olarak tanımlanmıştır ve periyodik olarak Avrupa ülkelerinde de bu tanımı şekillendirmek üzere adımlar atılmıştır.

Kadınların almaya başladıkları eğitim sonucu oluşan toplumsal bilinç aslında ne kadar hırslı olduklarının bir çeşit göstergesidir. 1926'da çıkan ilk Medeni Kanunla birlikte kadınlar hukuk alanına erkeklerle eşit olarak taşınmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti her şeyle birlikte uluslararası bazı sözleşmeler imzalamıştır. ("Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi",1985). T.C.  2000'e kadar bu sözleşme çerçevesinde birçok yasal düzenlemede bulunmuştur, ta ki BM 1999'da bu sözleşmeye dair açıklamada bulunana dek. ayrıca bkz."(SC/6816)", Güvenlik Konseyi'nin 1325 sayılı Kararı.

T.C. ayrıca 2002'de yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu'nda ve Türk Ceza Kanunu'nda da eşitliği kapsayan birtakım düzenlemelere gitmiştir.

Eğitim Hayatı

T.C. Anayasası Madde 42: "Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz." Hükmünden de  anlaşılacağı üzre her birey kadın erkek ayırt etmeksizin eğitim hakkına sahiptir. Ancak örf-adet ve toplumun sosyo-ekonomik durumu genellikle kadını eğitim hayatından dışlamaktadır. 2015 yılındaki TÜİK verilerine göre "Lise ve dengi okul mezunu olan 25 ve daha yukarı yaştakilerin toplam nüfus içindeki oranı %19,5 iken bu oran erkeklerde %23,5, kadınlarda %15,6’dır. Yüksekokul veya fakülte mezunu olan toplam nüfus oranı %15,5 olup bu oran erkeklerde %17,9 kadınlarda ise %13,1’dir."  Bu da eğitim hayatında teorik olarak kadın ve erkeğin eşitliği sağlansa da pratik uygulamada bunun henüz başarıya ulaşmadığını göstermektedir.

Çalışma Hayatı

Çalışma hakkı kadın ve erkek için kesin ve zorunlu haklardan biridir. Ancak bu yasal düzenlemeler halen kadın ve erkeğin eşit ortam ve koşullarda çalışması için yeterli değildir. Kadın hala güçsüz görülmekte ve bazı iş yerlerinde kadının emeği ile erkeğin emeğinin ekonomik karşılığı eşit değildir. Ayrıca kadının biyolojik özellikleri dikkate alınarak, hamilelik, annelik süreci, çalışma ortamı düzenlemelerine gidilmemeye ısrarla devam edilmektedir.

Hukukta Eşitlik

Birtakım yasal düzenlemelere gidilse de hala düzeltilmesi gereken bazı eksiklikler mevcut. Günümüzde biz kadınlar, kanun önünde eşit olmamıza rağmen hala erkeklere var olduğumuzu tekrar tekrar hatırlatma ve kanıtlama gereği duyuyoruz. Bu farkındalığı yaratmak için elimizden gelen en iyi şey mesleki eğitim. Ancak bu şekilde toplumsal farkındalığı kalkındırabiliriz. 

Kadına karşı şiddet ve tecavüz günümüzde ileri gelen problemlerin başında. Ne yazık ki tecavüze ve şiddete karşı yasal yaptırımlar pratik olarak uygulamada değil. Dolayısıyla da erkekler cesaretlerini buradan alıyor diyebiliriz.

İnsanlar arasında gerçek eşitlik olmamakla beraber, demokrasi insanların eşit olduğu varsayımından yola çıkar. Ancak demokrasiler, gelişim süreci içinde 20. yüzyıla kadar bazı yerlerde kadınların ve erkeklerin bazılarını ya da çoğunu dışlamışlardır. Yine bu süreçte vatandaşlar arasında özellikle kadınlar, hukuken eşitliğe sahip olsalar bile, fiilen eşit olamıyorlardı.

1884'e kadar ABD'de kadına karşı şiddet yasaldı 18. ve 19. yüzyıllarda, İngiltere'de erkekler aileleri üzerinde her hakka sahipti.

Dünya’da 1970’lerden itibaren önem kazanan şiddet sorunu ülkemizde 1980’lerin ortalarından itibaren tartışılmaya başlanmıştır. 17 Mayıs 1987’deki “Dayağa Hayır” yürüyüşü kadınların şiddete karşı ilk toplu tepkileri olmuştur. Kadın hareketleri bu yıldan sonra hız kazanmıştır.

Sonuç

Kadın ve erkek öncesinde eşit olmakla beraber, ataerkil toplumla birlikte ortaya çıkan eşitsizlik, kadınlarda yeniden eşit olma isteği doğurdu. Bunun sonucunda da kadınlar var olduklarını kanıtlamak için mücadele ettiler. Mücadelelerle birlikte istedikleri sonuçların bir kısmına ulaşan kadınlar, yasal düzenlemelerle haklarını garanti altına aldılar. Hala, özellikle de uygulamada eksiklikler olmasına rağmen hak ettikleri yere geldiler.

 

Var olma mücadelemiz devam ettikçe var olacağız..

 

KAYNAKÇA 

DİŞSİZ, Melike,HOTUN ŞAHİN, Nevin,(2008), Universal Women Health Problem: Violence against women , Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Vol:1,No:1, p. 53

DİNÇKOL, Bihterin,(2005), KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ İÇİN POZİTİF AYRIMCILIK, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Vol:2, No:8,  p.114

KOÇER, Hasan Ali,(1972), Türkiye’de Kadın Eğitimi, , Journal of Faculty of Educational Sciences, Ankara University Press, vol: 5, no:1 , p. 117

KUZGUN, Yıldız, SEVİM, Seher A.,(2004), Kadınların Çalışmasına Karşı Tutum ve Dini Yönelim Arasındaki İlişki, Journal of Faculty of Educational Sciences, Ankara University Press, vol: 37, no: 1, p. 14

MİMİR, Altın, (2017), Kadının Hak Arama Rehberi, Doğan Kitap, p. 3

KADIN CİNAYETLERİ İLE İLGİLİ İSTATİSTİKLER İÇİN: http://kadincinayetleri.org/

 

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

74

3 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

  1. Son zamanlarda aslında sık sık hatırlatılması gereken bir durum haline geldi artık. Harika olmuş devamını bekliyoruz. Ellerine sağlık.

  2. Teşbihte hata aranmaz. Vida somuna eşit değildir.Kadınlar ve erkekler Faydalı bütünün parçalarıdır. Aralarında eşitlik olmaz. Mevzu Kadının hürriyeti denilebilir buna eyvallah.. sadece kadın da değil bütün toplumun hürriyetini savunmalıyız. vermediler etmediler erkekler yaptı ayrımcı bir dildir. Kadınların hukukunu korumak, onlara her istediklerini yapma hürriyeti vermek demek değildir. Bu, elbette erkekler için de aynıdır. Hürriyetler eğer başka hakları engelliyorsa, ikisi arasında bir tercih yapmak gerekir. bu tercihte kişilere kalmıştır feminizm tercihi zorunluyor. taraf yaratıyor… Nacizane düşüncem..

    “Bir insan taraf tutmaya başlar başlamaz, dünyada da gerçekleri o kadar az görmeye başlar.” Heywood BRAUN

    1. Öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Sadece yorumunuzdaki son cümle dikkatimi çektiği için bir şeyler söylemek istedim. İçerikte de bahsettiğim üzere feminizm kadınların erkeklerden daha üstün olduğunu veya bir şeyler yapabilme özgürlüklerinin erkeklere nazaran daha geniş olması gerektiğini savunan bir düşünce yapısı değildir. Eğer yanlış anlamadıysam demek istediğiniz feminizm taraf yaratmaya sebebiyet verecek bir kavramdır. Görüşünüze katılmama sebeplerimden birini yukarıda açıkladım. Bir diğer sebebim ise, kadınlar eğer bu kadar bastırılmamış olsaydı, gerek erkekler gerek kadınların kendileri tarafından, zaten böyle bir anlam arayışına ihtiyacımız olmazdı. Sizin de söylediğiniz gibi “taraf olmak” sorunu feminizmle değil kadınlığın, kadın olma düşüncesinin bastırılışıyla başlamıştır. Dolayısıyla feminist düşüncedeki insanları değil de “feminazist” insanları bu şekilde değerlendirmeniz kanaatimce daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Mutlu günleriniz olsun.