Yasa Karşısında İnsan

Bu yazımızda Sadakat Kadri'nin "Dava" adlı kitabını ana başlığımız temelinde inceleyeceğiz.3 min


-124

“Aşırı hukuk, aşırı haksızlık; hakka niyetin tesiri altında bulunmayan yasa sertliği adalet değil, belki en büyük adaletsizliktir.” diye geçiyor Türk Hukuk lügatında. Yasaların adaleti sağlamada elbette ki su götürmez bir faktör olduğu gerçeğini belirttikten sonra yasaların sertliğinin, uygulanagelen yanlışların adaleti nasıl da zedelediği zaman içerisinde defalarca karşımıza çıkmış bir gerçektir.

Sadakat Kadri, Dava adlı kitabında  “Avrupa’nın barbarları kurdukları mahkemeler kadar ardından uyguladıkları cezalara da kutsal muamelesi yaparlardı.” diyor. Bu barbarlık ifadesinden sonra şu cümleyi kuruyor Kadri: Suçluları canlı canlı koydukları sazdan kuklalar (ki bunlar antik dönemde kelt rahiplerininde kullandığı insanların yakılmak için kullanıldığı bir heykel imiş) bunların içinde yakarak veyahut öldürerek tanrılarını onurlandırırlarmış.

Bu konu bende yasaların mutlak adalete ulaşmada en etkili faktör olup olamadığını ve bunu üstlenemediğini düşündürdü. Kadri kitabının başında da “Bu kitap bin yıllar boyunca haksız yere suçlanan, hüküm giyen ve cezalandırılan herkese adanmıştır.” diyor. Bu da aslında zaman zaman insanların adalete karşı adalet arayışlarını içeriyor…

İnsanları tarihsel anlamda inceleyecek olursak hep bir adalet arayışında olmuşlar; haklarının korunması ve savunulması gerektiğine inanmış ama bu konuda bir konsensüs sağlayamamışlardır. Burada mutlak bir doğru olarak bir yasadan bahsedemiyoruz, bu bapta ve bunun doğal sonucu olarak toplum kuralları, örf-adet, gelenek bizleri yasa babında bugünkü konumuna getirmiştir. Bugünde insanların bazı kavramların içinin boşaltılmasının getirisinde hak ve adalet gibi kavramlara yaklaşımı değişmiştir.

Yasalardan bu kadar bahsetmişken yasaların oluşum aşamasından da kısaca bahsetmek gerek.

Yasalar Nasıl Oluşur ?

Yasama organı; anayasaların verdiği yetki ile kurulan ve yasalar geçirme, değiştirme ve yürürlükten kaldırma gücü olan bir tür katılımcı meclistir. Bir yasama organınca oluşturulan yasalara hukuk ya da yazılı kurallar denir.  Kanun, TBMM’nin yasama usullerine uygun olarak kabul ettiği işlemdir. Diğer bir anlatımla TBMM tarafından kanun adı altında çıkarılan her işlem kanun adını alır. Ancak TBMM’nin bu tür işlemleri biçimsel açıdan kanun olmakla birlikte maddi anlamda kanun değildir. Çünkü maddi anlamda kanun; doktrinde “genel, nesnel ve kişilik dışı hukuk kurallarının bütünü” biçiminde tanımlanmaktadır. Adı geçmişken ifade etmekte fayda var: doktrin de, ki “Öğreti” olarak da geçer belirli bir konu ya da inanç sistemine ilişkin kabul, ilke ve kurallar bütünüdür. Temel bazda düşünecek olursak milletvekillerinin seçiminde biz vatandaşlar rol alırız, milletvekilleri kanun yasa yapımında rol alırlar ve binaenaleyh aslında insanlar yasa oluşumunda aktif rol almış olurlar.

Kitapta dikkatimi çeken bir diğer kısım ise şuydu:  “Yasama yetkisine sahip olanlar, yargıçlarla savcıların güçlerini arttırırken ve bu güçler her zamankinden daha saldırgan kullanılırken ve davaların bahsi havaya egemen olurken, gerçekten çözüme kavuşan dava dosyalarının oranı istatistiksel olarak hiçin azıcık üstüne çıkmıştır.”

Aslında Kadri bu kitabı anglo sakson hukuk sistemi anlamında değerlendirmiş olup eleştirisi o yöne idi ama ben bu durumun bizim hukuk sistemimizde de insanlara yansımalarını gördüğüm için belirtmek istedim. Özellikle rahatsızlık duyduğum ve üzerinde durulması gerektiğini düşündüğüm bir konu da, suç kavramının zaman içerisinde tanımının sürekli değiştiği oluşu. Bu değişiklik su götürmez bir gerçek iken toplumsal gerçeklik ve etik değer çatışmasını kafamda bir türlü oturtamıyorum. Bugün hiç yoktan, tartışılan idam konusunda bile insanların genel görüş olarak kabul aldığı, kabul etmeme nedenleri olarak öne sürdükleri sebeplerin uç oluşu yahut kabul etme sebeplerinin tutarsız oluşu; bana adalet, yasa ve etik değerler meselesinin temelde bir değerlendirmeye ihtiyaç duyduğunu hissettiriyor.

Elbette ki yasaların bireysel anlamda faaliyetleri de düzenlediği gerçeği yadsınamaz. Ama bu durumu genele dökmek anlamsız bir uğraş olur. Sizlerin de takdir edeceği üzere geçmiş toplumların bazı algıları, misal, öldürmeyi tanrısına bir lütuf imiş gibi gören ve bireye acı çektirmenin ayrımında olmayan bir güruhun etik değerlerini tartışmanın elbette ki yararı olmayacaktır.

Sonuç olarak yasa koyucu da insan, yasalara uymak durumunda olan da insan ve bu yasaların getirdiği cezalarda insana uygulanıyor. Bu bağlamda yasaları değerlendirmeli ve yasa karşısında insanı etkin kılan her yolu etik değerler çerçevesinde uygulamalıyız.

Kaynakça

  • Kadri, Sadakat. The Trial- A History From Socrates to O. J. Simpson. (Gökhan ARIKAN, Çev.). İstanbul. (2019).

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

-124

Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

  1. Yanlış paradigmalarla adalet tesis olmaz. Günümüz hukukunun paradigmalarını sorgulamaktan çekinmemeliyiz.

    Bu hassas sorgulamayı başarabilen kıymetli bir yazı..
    Tebrikler..