Medyatik Davalar: Bölüm 2 Metro İnfazcısı

Netflix orijinal yapımı olan Medyatik Davalar belgeseli analizi serimizin ikinci bölümüdür. Bu bölümde başlıca meşru müdafaadan ve şartlarından bahsedilmiştir. DİKKAT SPOILER İÇERİR! 6 min


57

Bu yazıda belgesel serimizin ilk sezon ve ikinci bölümünü inceleyeceğiz. Bu bölümde 80’lerin başındaki suç makineleriyle başı dertte olan bir eyaleti, New York’u görüyoruz. Bu dönemde New York’ta işlenen suçların özellikle cinayet suçlarının önüne geçilemediği için bu eyalet Amerika’nın Cinayet Başkenti olarak anılıyor. Belgeselimiz bu bölümde metroda işlenen bir cinayeti ele almış. Dört adet siyahi gencin saldırganı gasp etme niyetiyle harekete geçmesi üzerine saldırganın kendini meşru müdafaa kapsamında savunmak amacıyla bu dört siyahi genci metronun orta yerine vurup kaçtığını görüyoruz. O dönem metroda yaşanan gasp olaylarıyla ile ün salmış bir şehirde aslında her şey sıradan gibi görünse de metroda patlayan silah sesleri ile bu saldırıların bitmeyeceği gibi aslında zirvenin yaşandığını ve saldırılara artık başkaldırıldığını da görmekteyiz.

Bu olay ile kamu düzeni tamamıyla bozuluyor ve söz konusu soruşturma tamamen medya üzerinden yürütülmeye başlıyor. Saldırı, metrodaki gasp olaylarından bıkan halkın da fazlasıyla ilgisini çektiği ve gazetelerin çok popüler olduğu bir dönemde yaşandığı için dönemin haber ve gazete ajansları bu sansasyonel haberi yapmak için adeta yarışa giriyorlar. Medyamız saldırgana “metro infazcısı” ismini vererek bu isim altında her gün boy boy haberler yapmaktan çekinmiyor.

Olay medyanın da yoğun ilgisiyle tüm eyalette konuşulmaya başlanıyor. Bu körükleme ile beraber halk da meşru müdafaa savunucuları ve siyahi destekçileri olarak ikiye ayrılıyor. Dört siyahi kurbanın önceden sabıkasının mevcut olması ve vurulduklarından sonra ceplerinde bilenmiş tornavidaların bulunması bir kesim insanı yine de onları desteklemekten vazgeçirmiyor. Saldırganımız ise Berhard Guetz isminde bir nükleer mühendisi. Üzerinde silah taşıması bir yana, bu silahı metroda kullanması bir yana, silahının ruhsatsız olması ise ayrı bir suç teşkil ediyor. 31 Aralık 1984 günü saldırganın itirafçı olması ve emniyet sorgusunda verdiği ifadeler ile olay daha da ateşleniyor ve halk daha da bölünüyor. Guetz’in onları öldürmeyi umursamasından ziyade acı çekmeleri için vurduğunu beyan etmesi üzerine bir grup siyahi insan hakları aktivisti saldırının kurbanların “siyahi” oluşundan kaynaklandığını savunuyor. Metro gasp ve çetelerinden bıkmış ve artık kendilerince adaletin sağlanması gerektiğini düşünen bir grup New Yorklu ise bu saldırının Goetz’in kendini savunması için kaçınılmaz olduğunu düşünüyorlar.

Olaylar öylesine körükleniyor ki, Washington kongresindeki bir senatör, saldırganın lehine mahkemede tanıklık yapmayı kabul ediyor ve metrodaki çetelerin varlıklarıyla bile rahatsızlık yarattığını düşünüyor. Goetz destekçileri ise mahkeme masraf ve kefaleti için bağış toplarken Ulusal Silah Birliği grubu ise bireysel silah kontrolü için yasaların değişmesini istiyor.

Saldırgan Goetz’in verdiği röportajlar ve medyayla bu denli içli dışlı olması elbette ki bir yerde patlak veriyor ve medyamız, saldırganı önce zirveye çıkarıp sonra da yere indiriyor ve Goetz basına söylediklerinden pişman olduğunu belirtiyor. Medyanın yargılamaya hatta daha da öncesi gizlilik ilkesinin esas alındığı soruşturma evresine olan bu etkisi elbette ki tartışmaya açık. Soruşturmanın gizliliği ilkesinin çiğnendiği gibi lekelenmeme hakkı ve masumiyet karinesi gibi temel ceza yargılama hukuku ilkelerinin de ihlal edildiğini görüyoruz. Hatta medyayı günümüz sosyal medyasına uyarladığımızda tarih tekerrürden ibaret diyebiliriz.

Yargılamanın neticesinde ise tahmin edilebilir bir şekilde bizi pek de şaşırtmayan bir karara imza atılıyor. Saldırganın “Yaptığımın yanlış olmadığını söylerseniz artık New York’ta herkesin silah taşıması gerekir, bu yüzden beni alt edeceksiniz biliyorum” savunması üzerine saldırgan, ruhsatsız silah taşıma suçu dışındaki tüm suçlardan beraat ediyor. Siyahiler ise kararın kendileri için emsal teşkil etmesinden dolayı hepsini tehdit ettiğini düşünüyor. Tepkilerini de siyahi vatandaşların metrodaki infazcılardan korunması için rahip öncülüğünde devriye gezmesi ile gösteriyorlar.

Saldırganın haklı olup olmaması tartışmasından ziyade herkesin zihnine kazındığı bir gerçek. O kendi küçük dairesinde “zararsız” bir şekilde yaşamaya devam eden bir nükleer mühendisi olarak kalıyor ve yıllar sonra belediye başkanlığına aday olsa da kazanamayıp hayatına vegan olarak devam ediyor. Kendisinin bu film için röportaj vermeyi reddettiğini de eklemiş olalım.

Saldırganımızın işlediği olayı ve savunmasının dayanağının hukuki niteliğini yani meşru savunmayı yakından inceleyelim. Türk Ceza Kanunun 25. Maddesinde “Kendisine veya başkasına yönelmiş haksız bir saldırıya karşı o anki durum ve imkanlarla saldırı ile orantılı bir şekilde saldırıyı engellemek için işlenen fiildir. Ceza hukukunda “Meşru savunma, bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmektedir.” şeklinde açıklanmıştır. Saldırı hukuk düzeninin korumak istediği bir hakkı ihlal etmeye yönelmekte ve böyle bir saldırıyı defetmek amacı taşıyan kişinin fiili ise hukukun amacıyla örtüşmektedir. Hukuku korumak, haksızlığı yenmek için mücadele eden kişinin hareketini ise hiçbir hukuk düzeni hukuka aykırı olarak kabul edemez. Bu nedenle meşru müdafaa halinde, kanunda belirtilen şartlara uygun olarak işlenen fiil hukuka uygundur ve herhangi bir sorumluluğu gerektirmez. Peki nedir bu kanunda belirtilen şartlar?

Saldırıya ilişkin şartları inceleyecek olursak:

1)Saldırı olmalı: Meşru savunmadan bahsedebilmek için ilk gerekli şart bir saldırının varlığı olup bu saldırı, kişinin hukuken korunan değerlerine zarar verme tehlikesi taşıyan veya zarar veren iradi insan davranışlarıdır.

2)Saldırı haksız olmalı: Saldırının haksız olup olmadığı yazılı olan, olmayan tüm hukuk düzenine ilişkin kurallar göz önünde bulundurularak değerlendirilir. Hukuk düzenin izin vermediği bir saldırı, haksız saldırıdır.

3)Saldırı mevcut ya da tekrarı kesin olmalı: Meşru savunma kanunun ifadesiyle gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan saldırılara karşı söz konusu olur. Saldırı başlamadan veya bittikten sonra artık meşru savunmadan söz edilemez.

4)Saldırı kişilere ait herhangi bir hakka yönelik olmalı: Bir kişi gerek kendisinin gerekse başkasının herhangi bir hakkında yönelik olarak gerçekleştirilen saldırılara karşı meşru savunmada bulunabilir. Sadece kişiye ait, bireysel hukuki değerlere yönelik saldırılara karşı meşru müdafaa mümkündür.

Savunmaya yönelik şartları inceleyecek olursak:

1)Savunma yalnızca saldırıyı uzaklaştırma amacı taşımalı: Savunma çerçevesinde gerçekleştirilen fiiller üçüncü kişilere ait hakları ihlal etmişse üçüncü kişiler bakımından meşru savunmanın varlığını kabul etmek mümkün olmayacak ve savunmanın maddi şartlarında hata ya da hedefte sapma hükümlerine gidilecektir.

2)Savunma zorunlu olmalı: Şayet savunma olmadan da saldırıyı uzaklaştırma imkanı varsa, meşru müdafaanın bulunmadığı kabul edilir. Savunmada zorunluluk bulunup bulunmadığı somut olayın o anki koşullarına göre değerlendirilmelidir.

3)Saldırı ile savunma orantılı olmalı: Kanunumuzda bu şart, saldırıyı o andaki hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı bicimde defetme olarak tanımlanmış olup, savunmanın saldırıyı defedecek ölçüde olup olmadığı o andaki hal ve koşullara göre belirlenmelidir.

Her ne kadar belgesele konu olay New York’ta gerçekleşmiş olsa da meşru müdafaayı Türk hukuku bağlamından inceledik. Ben, bahse konu edilen saldırganın fiilinin meşru müdafaa olmadığı görüşünü savunmaktayım. TCK 27/2 uyarınca hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

  1. Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması
  2. Saldırıya ilişkin şartların var olması
  3. Savunmaya ilişkin şartlardan “ölçülülük ya da orantılılık” şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması
  4. Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nın 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, “heyecan, korku veya telaşa” kapılarak meşru savunmanın sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.

Yukarıda bir kısmını paylaştığım bir Yargıtay kararı somut olaya uygulandığında failin amacı, saldırının defedilmesinden ziyade kin duygusunu tatmin etmeye yönelik olduğundan haksız tahrik şartları gerçeklemiş olabilecektir.

Peki sizce Goetz kendini korumaya çalışan bir gasp kurbanı mı yoksa siyahileri öldürmeye her an hazır bir ırkçı mı?

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

57

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.