John Doe: Bir Seri Katilin Anatomisi

"Gerçek mi? Tek gerçek, adamın bir sürü insanı öldürmüş olduğu. Bunun dışındaki her şey zaten yorumdur."8 min


50

Adaletin yetmediği yerde kişilere adaleti tesis etme hakkı tanınmalı mıdır?

Hukuk devletinde bu soruya verilecek cevap oldukça basittir. Tarafsız ve bağımsız mahkemelerin görevi, adaleti tesis etmek ve suçluyu cezalandırmaktır. Bu cezalandırma; mağduru tatmin etmeli, suçluyu ıslah etmeli ve insanilikten uzak olmamalıdır. Bunu sağlamak kolay değildir; mağdur, failin misliyle acı çekmesini arzular. Fail, en az cezayı almak hatta almamak üstüne bir savunma geliştirir. Adaletin tecelli ettiği nokta neresidir peki? Çok daha olumsuz bir senaryo üstüne soralım sorumuzu. Adaletin tecelli etmediği nokta neresidir?

John Doe: Vigilante filmi bu soru üstüne kurulmuştur demek filmin bütününe aykırı olur ancak bu filmin temel derdi kanımca budur. “Adalet dediğimiz çürük sistem, vicdana kefen giydiriyor!” diyor John. Adaletin işlevini yitirdiği bir sistem için ne kadar da uygun bir eleştiri. Fakat adaletin olması gerektiği gibi tecelli etmediğini söyleyen John, adaletin sağlanması için yetkili midir ve fiilleri meşru mudur?

Filmi kısaca özetleyecek olursam eğer; kendine John Doe diyen maskeli bir insanın cinayetlerini video kaydına alarak yayınlaması hem ülkesinde hem de dünyanın geri kalanında infiale neden olur. John’un diğer katillerden ayrılan bir yönü bulunmaktadır. Kurbanları daha önce cinsel istismar, cinsel saldırı, kasten öldürme gibi suçlardan hüküm giymiş kişilerdir. Hal böyle olunca dünya John Doe konusunda üçe ayrılır: John’u haklı bulanlar, haksız bulanlar ve biz seyirciler.

John Doe

Filmin ana karakteri John Doe, bir seri katildir. Bütün katiller gibi John’un da bir hikayesi var. Kızı, Adam McCleish isimli biri tarafından cinsel istismara uğruyor ve sonrasında öldürülüyor. Karısı bu olaydan sonra kendini toparlayamıyor. John, adaletin devlet eliyle tesis edilmediğinin ve bir şeyler yapması gerektiğinin farkına vardıktan sonra cinayet işlemeye başlıyor.

Bu paragrafı okurken aklınıza ilk ne geldi emin değilim; ancak, kişisel adaletin kaosa neden olacağını savunan biri olarak filmi izlediğimde John’a yer yer hak verdiğim kısımlar oldu. Çünkü John’un nedenleri onu bize gerçekçi kılıyor. Elimizdeki fail, birden fazla çocuğa karşı istismar suçu işlemiş, empati yapabilmemizin mümkün olmadığı biri. Filmde John’un öldürdüğü bir başka kurban da cinsel istismar suçundan John’un listesindeydi ve John’un kurtardığı kız için denklem oldukça basitti: Öldürülen adam kıza zarar veriyordu, dolayısıyla kötüydü. John ise kızı kurtarmış ve kötü adamı öldürmüştü. Yani John, iyi bir insandı. John’u aklamak için sığınabileceğimiz mükemmel bir denklem. Ama John bir katildi değil miydi? John yalnızca katil değil, bir seri katildi. Eğer bizim ülkemizde yargılansaydı kasten öldürmenin nitelikli hallerini tartışmaya açacak türden cinayetlere imza atmıştı. Fakat John, yolda gördüğü herhangi birini değil, bir kadını değil, bir çocuğu değil, bir masumu değil, bir/birden fazla suçluyu öldürdü. John, muhtemelen vicdanınızda aklandı. Bunu rahat bir şekilde söyleyebilirim. Zira yakın zamanda benzer bir davaya hepimiz şahit olduk. Dosya hakkında bildiklerimiz medya ile sınırlı iken çoğunluk, yargılamasını yaptı. Bir kahraman gibiydi ve onun gibi kahramanların artmasını dilerken buldu kimileri kendini.

Bu noktada bir başka karakterden bahsetmem gerekiyor.

Murray Wills

Babası tarafından istismar edilen Murray ile kolay empati yapabiliyoruz. Travmalarla geçen bir çocukluk ve nihayetinde John ile kesişen hayatı -danışman danışan ilişkisi çerçevesinde tanışıyorlar.- sonrasında Ölüler Adına Konuş grubunun kurulması, düzenlenen mitingler ve sürpriz son: sakat bırakılan, öldürülen avukatlar ve havaya uçurulmuş bir meydan. Sürpriz son olup olmadığı tartışılır. Suçsuz bir geleceğin yolu gerçekten de suçluları öldürmekten mi geçer? “Ne kadar büyük fedakarlık ama!” denebilir belki. Masumlar yaşasın diye insan öldürmeyi göze almış cesur insanlar… Fakat suçu önlemenin yolu suç işlemekten geçseydi şimdiye kadar yazılan bütün o suçun nedenleri araştırmalarını, suçu önlemenin nasıl sağlanacağı hakkındaki bütün incelemeleri bir kenara bırakıp cadı avlar gibi suçlu avlamamız gerekirdi. Bunun pratik bir yararı olduğu söylenemeyeceği gibi katil sıfatını kahraman sıfatıyla değiştirici bir etkisi de yoktur, olmamalıdır. Fakat her zaman John, Murray ya da onlar gibilerine kahraman diyenler çıkacaktır. Tıpkı şimdi değineceğim karakter gibi.

Sam Foley

Sam Foley bir gazeteci. Başından beri John ile iş birliği içinde olduğu söylense de ne John ne de Sam bunu doğruluyor. John’u en başından desteklemesi, Ölüler Adına Konuş grubunun taraftarı olması gibi hususlar medyayı etkileme gücü ile birleşince John bir kahraman gibi lanse ediliyor. Burada medyanın etkisi oldukça önemli. Videoları büyük yayın şirketleri yayınlamıyorlar ya da yayınladıkları kısımlar sansürlü ve mevcut adalet düzeninin eleştiriye açılmasını engelleyecek türden. En büyük manipülasyon araçlarından biri olan medyanın bu sansürü John’un derdini anlatma konusunda yetersiz olduğundan Sam, bütün çıplaklığıyla John’un videolarını yayınlıyor. Tabi burada Sam’in yorumları, John’un suçlulardan arındırılmış yeni dünyanın manevi önderi haline getirdiğinden “bütün çıplaklığı” ifadesi ne kadar yerinde olur, tartışılır.

John’a yalnızca Sam ya da Murray gibi geçmişinde travmaları olanlar destek vermiyor. Bu noktada iki karakterden bahsetmek yerinde olacaktır.

Polis Memuru ve Diğer Polis Memuru

Bahsedeceğim ilk polis memuru John’un adaletine inanan bir memur. Bir memur olarak düşünmek, olayın kargaşasını yansıtmaktan biraz uzak. Bu karakter, bir polis. Görevlerinden biri, kamu düzeninin sağlanmasına yardım etmek olan bir memur. Fakat kendi deyimiyle genç bir kadının katilini bulmak, daha önce sayısız suçtan sabıka kaydı bulunan kişilerin katilini bulmaktan daha önemli. Evet, hepimiz bu cümlede bir yanlışlık olmadığını savlayabiliriz. En azından bu yazıyı yazan şahsım, ikisi arasında ayrım yapabilir; çünkü polis değilim, savcı değilim, hakim değilim. Basit bir öğrenci, genç kadının katilinin aranmasına öncelik verilmesini daha adil bulabilir. Ancak katiller arasında ayrım yapmak bir polis memurunun görevi midir? 

Diğer polis memuru John Doe’yu “maskesiz” halde bir trafik çevirmesinde durduruyor. Burada polis memuru John’u tanımadığını iddia etse de maskeyi gördüğü bize filmde yansıtıldı. Yani bile bile John’u yakalamadı. Polis için ne kadar kolay bir durum bu! Suç işleyenleri öldüren biri var. Yakalanana kadar ne kadar suçluyu temizlese o kadar iyi!

Temizlenmesi gereken suçlulardan bahsetmişken burada bahsedilmesi önem taşıyan bir karakterimiz daha var.

Adam McCleish

Diğer kurbanlardan ayırıcı bir noktası var Adam’ın. Adam, John’un kızını istismar eden ve öldüren kişidir. Videosu kayıt altına alınıp medyaya servis edilmez, canlı yayınlanır. Bu sayede bu yayında herhangi bir sansür, kötüleme ya da güzelleme yoktur. Canlı yayında saf gerçek vardır: John’un gerçeği. John’a atfedilen o kutsallığın bir nevi yıkılışı gibidir. Çünkü John, kendi kızı öldürülene kadar adaletin işleyişinde bir sorun olup olmadığına kafa yormamıştır. Çoğumuz gibidir yani. Suçtan somut olarak etkilenmediğimiz ya da yargı mekanizmasının içinde yer almadığımızda adaletin işleyişi bizi pek de alakadar etmez. Üzerinde düşünmediğimiz meseleler bizi de vurduğunda adalet dağıtıcısına dönmemiz ise -en azından halk nazarında- an meselesidir.

Adam’a dönelim. Her suçlunun bir hikayesi vardır ve Adam’a göre kendi hikayesinin suçla kesiştiği yer kötü arkadaşlıklar, çocuk yaşta hapse düşüş ve hapis hayatının bir suç okulu olarak onu yeniden şekillendirmesi, infazın bitimiyle de hayata bir suç makinesi olarak katılmasından ibarettir. İnfazın görünen iki amacı vardır: önleme ve topluma geri kazandırma. Bu iki işlevi de yerine getirmeyen infaz sistemi yalnızca bu film için değil bizim ülkemiz için de güncel bir sorun teşkil etmektedir. Hapishanenin bir suç okulu olmasının korkutuculuğu ise aşikar. Yine de bütün bu nedenler bir vakitler suça sürüklenen çocuk olan Adam’la empati yapmayı mümkün kılmıyor. Nedeni kolay anlaşılmakta. Adam, bir hırsız ya da dolandırıcı değil. Adam, istismarcı. Ancak şunu sormak gerekiyor, Adam yine de ölmeyi hak ediyor muydu? Korunması gereken en yüce değer yaşam hakkıdır. Bunu yalnızca birtakım kitaplar, insanlar söylemiyor. John da aynı ifadeyi kullanıyor. Fakat John’un inandığı şey haksız yere öldürülen kişilerin yaşam hakkı; katillerin, istismarcıların değil. Yani John kendi şahsında kimin yaşam hakkının korunup kimin yaşam hakkının korunmayacağı kararını verebilecek yetkiyi buluyor; birçoğumuzun dillendirmediği ya da sosyal medyada, farklı mecralarda dile getirdiği gibi. İnkar edemeyiz, “idam gelsin” diyerek bir nevi bu korkunç suçluların yaşamaması gerektiği devlet eliyle onaylansın isteniyor.

Burada değinmeyi gerekli bulduğum bir olay da şu şekilde. Murray, konuşmasında suçluların aramızda olduğunu ve yanımıza baktığımızda belki de suça karşı çıktığını haykıran kişilerin de azılı suçlu olduğundan bahsediyor. Böylece konu yazımda bahsedeceğim son karaktere geliyor.

Ken Rutherford

John, jüri kararını açıklamadan önce bir gazeteci olan Ken ile röportaj yapmak istediğini belirtir. Bir gazeteci için oldukça iyi bir fırsat, filmde de Ken, John’un aksine adaletin birey tarafından tesis edilmesinin hatalı olduğu görüşünde. John’la karşılıklı konuşmalarında olayların iki farklı cepheden değerlendirilmesi filmin kanımca en iyi anlarıydı. Ken, John’un haksızlığını biliyor ve haksız olduğunu John’un da kabullenmesini istiyor. Sorduğu bir soru şu şekilde: “Kurbanlarının ailesi için üzülmüyor musun?”

Bu soru benim için mağdurunun ailesi olduğu gibi failinde bir ailesi olmasından ziyade daha farklı bir noktaya işaret etti: John’un bir katil olduğu gerçeği. Fakat John, çocuğunu örümcekten korumak adına örümceği öldüren bir baba şefkatinde olaya yaklaştığını belirtti. Ne kadar şefkatli olduğu tartışılır. Ancak tartışılması gereken diğer husus Ken’in adalete güvenmemiz gerektiğini söylerken aslında azılı bir suçlu olması. İronisini John’un nasıl bir suçlu olduğunu söyleyip aslında kendisinin çocuklara işkence eden biri olmasından almıyor. Adaletin devlet eliyle sağlanması gerektiğini söylerken aslında işlemeyen adaletin onu koruması trajikomik, ironik. Akla gelen soru da haliyle “John Doe gerçekten haklı mıydı?” oluyor.

Jüri üyelerinin John Doe davası hakkında ne karar verdiğini merak ediyor olabilirsiniz ancak bu kararı biz seyirciler duyamadık. Kararın kamuoyu ile paylaşılacağı sırada John’u kaçıran Ölüler Adına Konuş grubu, içinde kendi destekçileri olan meydanı havaya uçurdu. John’u aklayan vicdanımız John’u yeniden sorgulamaya başladı böylece.

Sonuç

Adaletin yetmediği yerde kişilere adaleti tesis etme hakkı tanınmalı mıdır?

Buna çok net hayır cevabı verilebilir. Böyle bir durumun kaosa neden olacağı öne sürülebilir. Fakat karar vermek hayli zor; insan, doğası gereği intikam almayı ister. Failin yeterli cezayı almadığı ya da cezasının çektirilmediği bir gerçeklikte, filmdeki ifadesiyle: “Suçluların hakları savunulur, kurbanların ocağına incir ağacı dikilir.” dediğimiz bir durumda sorumuza gönül rahatlığı ile hayır diyebilir miyiz? Oysa hepimiz sıradanız. John’un dediği gibi.

Beni tanıyor musunuz? Ben sizden biriyim. Ben kalabalıktaki yüzlerden biriyim veya birilerinin komşusu. Karısı, çocuğu ve ödemesi gereken ev kredisi olan biri. Nefret ettiğim bir işim ve bir hayatım var. Anlamı olmayan bir hayat. Ben John Doe.

Ben John Doe değilim. John Doe hepimiziz. John Doe sensin.

Kaynakça

  • Demirbaş, Timur. Kriminoloji. Ankara: Seçkin Yayınevi, 2016.
  • Özgenç, İzzet – Şahin, Cumhur. İnfaz Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2020.

[zombify_post]


Beğendiniz mi? Arkadaşlarınızla Paylaşın!

50

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.